Bu günlerde çok moda bir kavram, kırmızı çizgiler. ABD'nin kırmızı çizgileri, AB'nin kırmızı çizgileri, askerin kırmızı çizgileri, AKP'nin kırmızı çizgileri.
Herkesin aşılmasını istemediği kırmızı çizgileri var. Gerçi askerin kırmızı çizgileri çoktandır delik deşik edildi. Bildiğimiz kadarı ile askerin Kıbrıs ve Kuzey Irak'ta savaş sebebi saydığı kırmızı çizgileri vardı. Ancak ABD'nin Irak'ı işgali ve AKP iktidarı sayesinde bu kırmızı çizgiler pembe çizgilere dönüşmüş durumda.
Gerçi bu konuda AKP'nin rolü, ABD'nin aldığı ve askerin göz yumduğu kararları uygulamaktan ibaret.
Nereden mi çıkarıyorum?
Bir iktidar düşünün ki, Meclis'te Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğa sahip. Bir iktidar düşünün ki, medya askeri yönetimleri andırırcasına yanında "el pençe divan" ancak en basit atamayı yapamıyor, en basit genelgeyi değiştiremiyor.
Bir başbakan düşünün ki, eşini resmi ortama alamıyor; bir başbakan düşünün ki, kızlarını başörtülü olduğu için Başbakanı olduğu ülkenin üniversitelerinde okutamadığı için de yurt dışına gönderiyor.
Peki nasıl oluyor da bir Kuran kursu genelgesi çıkaramayan, TRT'ye genel müdür atayamayan, değil milletini ailesinin mağduriyetini dahi çözemeyen bir başbakan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geleneksel dış politikasını değiştirerek kırmızı çizgilerini altüst ediyor?
Elbette ki ABD istediği ve devlet de göz yumduğu için.
Gelelim AKP'nin kırmızı çizgilerine... Etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçiliğe karşı olmak. Aslında etnik ve bölgeci milliyetçilik işin sosu... AKP'nin asıl demek istediği dinsel milliyetçilik yapmayacağı...
Bu ne demek? Ne demek dinsel milliyetçilik?
AKP şunu demek istiyor: Artık referansımız İslam değil. Zaten iktidardaki AKP'nin söylemi kendisini eskiden olduğu gibi İslam'la sınırlamama yönünde.
Başbakan Erdoğan seçimlerden önce Of'ta yaptığı konuşmada bunun sinyalini vermişti.
Dört hak din(!)den bahseden Erdoğan, bütün dinlere eşit mesafede olduklarını ifade etmişti.
Bir insan bütün dinlere nasıl eşit mesafede olabilir?
Bir ateist için bu kolay. Ancak inançlı bir Müslüman için imkansız.
AKP bu çelişkiyi meşrulaştırmak için Fethullah Gülen'in estirdiği diyalog rüzgarına sığınmakta çareyi buldu.
Diyanetten sorumlu Bakan Mehmet Aydın'ın Vatikan'ın gözdesi ve Gülen'in sözcüsü bir diyalogu olması, Diyanet İşleri Başkanı'nın kendisini postmodern din adamı olarak tanımlaması tesadüf değil.
AKP, bu tip diyalogu-reformun ilahiyatçılara din kurumunu teslim ederek girdiği değişim sürecine meşruiyet temin etmekle de kalmıyor, milletimizi de bu değişim macerasının dipsiz boşluğuna çekiyor.
Öyle ki Diyanet İşleri Başkanı "yılbaşı kutlamasının haram olmadığını" ima eden şaşırtıcı açıklamalarda bulunuyor.
Diyanet Memurları Sendikası 10 bin gencimizin Hıristiyan edildiğini, 150 bin misyonerin ülkemizde cirit attığını haykırırken; Başka, Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki kültürel bariyerleri havaya uçuruyor.
Anlaşılıyor ki, AKP şimdi milletimizin kırmızı çizgilerini berhava etmeye talip.
Bakalım milletimiz buna müsaade edecek mi?