Herkesin din ve vicdan hürriyetine sahip olması kendi dini inançlarını yaşaması, öğrenmesi ve yayması kadar tabii bir şey olamaz. Bu hukuken de böyle, ahlaken de vicdanen de böyle... Nitekim birçok uluslararası anlaşmalarda, sözleşmelerde bu durum teminat altına alınmıştır.
Ancak böylesine vicdani, ahlaki ve hukuki temanıtlara rağmen acaba ülkemizde ve dünyada durum nedir diye sormakta fayda vardır sanıyorum. Çünkü ülkemizde son zamanlarda yaşanan sıcak gelişmeler böyle bir suali ülkemizin geleceği acısından zaruri kılmaktadır.
Önce genel bir tespitte bulunmak lazım. O da şudur. Globalleşme, küreselleşme, hoşgörü ve diyalog adı altında, hıristiyanlık bir din olmanın ötesinde tam bir siyasi hareket olarak ele alınmakta, teşvik edilmekte ve desteklenmektedir. ve bütün bunlar yapılırken de meşru olsun olmasın her türlü yola da başvurulmaktadır.
Hatta hıristiyan olmayan ülkelerin toprak bütünlükleri dahi ellerinden alınmakta, idari , siyasi, ekonomik açıdan zaafa düşürülmektedir.
Bilhassa halkı müslüman olan ülkelerde çok daha sinsi, yıpratıcı, bölücü faaliyetlerle İslam'ın aleyhine çalışmaktadırlar. İslam dini hakkında önyargılarla bir infaz hareketi uygulanmakta, Müslümanların kendi dini ve vicdani kanaatleri henüz ifade imkanı bulamadan mahkum edilmektedir.
Bu genel tablo içerisinde hıristiyanlığın okullarda ve toplum hayatı içerisinde öğretilmesi için yapılan çalışmalara ve bunun için ayrılan bütçelere bakılırsa meselenin boyutları biraz daha ortaya çıkar. Buna temeli hırıstiyanlık olan batı kültürünün bir dünya kültürü haline getirilmesi de, eklenirse bugün batının din ve vicdan hürriyetinden ne anlayıp, ne anlamadığı bütün çıplaklığı ile anlaşılmış olur.
Ayrıca, ülkemizde İslam dini üzerinde yapılmak istenen spekülasyonlar, inkara varan yorumlar, terörle eş anlamlı yaklaşımlar, milli ve manevi değerlerin inkar edilmesi, unutturulması hafife alınması, milli, manevi, ahlaki, edebi, tarihi kültürün önünün kesilmesi doğrultsundaki yaklaşımları da ilave edersek, herhalde mesele bizi ilgilendiren yönü itibari ile su yüzünü çıkmış olur.
Kilisi açma faaliyetlerinin hıristiyan ülkelerde değil de hiçbir hıristiyanın olmadığı müslüman mahallerinde yapılması, meselenin hırıstiyanların dini ihtayaçlarını karşılamak yerine müslümanları hıristiyanlaştırmak olduğunu göstermesi bakımından çok manidardır.
Şimdi bir taraftan Allah'ın son ve yegane dini olan İslam bir taraftan tahrip edilmek isteniyor, bir taraftan unutturulmak, bir taraftan da çeşitli iftiralarla mahkum edilmek isteniyor.
Bütün bunlara karşılık bir taraftan da hıristiyanlık mevcut hali ile hiç de doğru olmadığı ve haketmediği halde insanlığa sunuluyor. Meseleyi bir de bu yönü ile ele almak lazım.
Son zamanlar da ülkemizdeki faaliyetlerine bakılırsa misyonerliğin hıristiyanların kendi dinlerini öğrenmeleri ve yaşamaları gibi hiçbir haklı gerekçesi olmadığı gibi tamamiyle siyasi ve de ülkemizin bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne yönelik hareketler olduğu açıktır.
O bakımdan hiçbir kimse misyonerlik hareketlerini masumane yapılan din ve vicdan hareketi olarak gösterme dalaletine düşmemelidir.
Türkiye'mizin ve Türk insanının buna ihtiyacı olmadığı gibi, biraz önce de belirttiğimiz kadarıyla ülkemizin bağımsızlığını hedef alan siyasi hareketlerdir.
Bilhassa son zamanlarda biraz daha kahrolduğumuz olay, bütün bu gelişmelere karşılık, hala insanımıza milli, dini, tarihi gerçekleri bir türlü anlatmayıp, gündemimizin birinci maddesi olarak ele almamamızdır.
Yani biz kendimizi, varlık nedenimizi, milli, manevi ve tarihi değerlerimizi bilgi olarak, şuur olarak insanımıza vermezsek, elin yabanı gelir, Afrika'da olduğu gibi senin eline İncil'i verir, ayağının altındaki toprakları alır.
Artık sen köle mi olursun, sürgün mü, onu zaman gösterecek. Hesap budur, plan budur ve bunun şakası yoktur.
Şimdi Türk aydınının, siyasetçisinin ve ilgililerin hesabı nedir, planı nedir bunu bilelim.
Ancak böylesine vicdani, ahlaki ve hukuki temanıtlara rağmen acaba ülkemizde ve dünyada durum nedir diye sormakta fayda vardır sanıyorum. Çünkü ülkemizde son zamanlarda yaşanan sıcak gelişmeler böyle bir suali ülkemizin geleceği acısından zaruri kılmaktadır.
Önce genel bir tespitte bulunmak lazım. O da şudur. Globalleşme, küreselleşme, hoşgörü ve diyalog adı altında, hıristiyanlık bir din olmanın ötesinde tam bir siyasi hareket olarak ele alınmakta, teşvik edilmekte ve desteklenmektedir. ve bütün bunlar yapılırken de meşru olsun olmasın her türlü yola da başvurulmaktadır.
Hatta hıristiyan olmayan ülkelerin toprak bütünlükleri dahi ellerinden alınmakta, idari , siyasi, ekonomik açıdan zaafa düşürülmektedir.
Bilhassa halkı müslüman olan ülkelerde çok daha sinsi, yıpratıcı, bölücü faaliyetlerle İslam'ın aleyhine çalışmaktadırlar. İslam dini hakkında önyargılarla bir infaz hareketi uygulanmakta, Müslümanların kendi dini ve vicdani kanaatleri henüz ifade imkanı bulamadan mahkum edilmektedir.
Bu genel tablo içerisinde hıristiyanlığın okullarda ve toplum hayatı içerisinde öğretilmesi için yapılan çalışmalara ve bunun için ayrılan bütçelere bakılırsa meselenin boyutları biraz daha ortaya çıkar. Buna temeli hırıstiyanlık olan batı kültürünün bir dünya kültürü haline getirilmesi de, eklenirse bugün batının din ve vicdan hürriyetinden ne anlayıp, ne anlamadığı bütün çıplaklığı ile anlaşılmış olur.
Ayrıca, ülkemizde İslam dini üzerinde yapılmak istenen spekülasyonlar, inkara varan yorumlar, terörle eş anlamlı yaklaşımlar, milli ve manevi değerlerin inkar edilmesi, unutturulması hafife alınması, milli, manevi, ahlaki, edebi, tarihi kültürün önünün kesilmesi doğrultsundaki yaklaşımları da ilave edersek, herhalde mesele bizi ilgilendiren yönü itibari ile su yüzünü çıkmış olur.
Kilisi açma faaliyetlerinin hıristiyan ülkelerde değil de hiçbir hıristiyanın olmadığı müslüman mahallerinde yapılması, meselenin hırıstiyanların dini ihtayaçlarını karşılamak yerine müslümanları hıristiyanlaştırmak olduğunu göstermesi bakımından çok manidardır.
Şimdi bir taraftan Allah'ın son ve yegane dini olan İslam bir taraftan tahrip edilmek isteniyor, bir taraftan unutturulmak, bir taraftan da çeşitli iftiralarla mahkum edilmek isteniyor.
Bütün bunlara karşılık bir taraftan da hıristiyanlık mevcut hali ile hiç de doğru olmadığı ve haketmediği halde insanlığa sunuluyor. Meseleyi bir de bu yönü ile ele almak lazım.
Son zamanlar da ülkemizdeki faaliyetlerine bakılırsa misyonerliğin hıristiyanların kendi dinlerini öğrenmeleri ve yaşamaları gibi hiçbir haklı gerekçesi olmadığı gibi tamamiyle siyasi ve de ülkemizin bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne yönelik hareketler olduğu açıktır.
O bakımdan hiçbir kimse misyonerlik hareketlerini masumane yapılan din ve vicdan hareketi olarak gösterme dalaletine düşmemelidir.
Türkiye'mizin ve Türk insanının buna ihtiyacı olmadığı gibi, biraz önce de belirttiğimiz kadarıyla ülkemizin bağımsızlığını hedef alan siyasi hareketlerdir.
Bilhassa son zamanlarda biraz daha kahrolduğumuz olay, bütün bu gelişmelere karşılık, hala insanımıza milli, dini, tarihi gerçekleri bir türlü anlatmayıp, gündemimizin birinci maddesi olarak ele almamamızdır.
Yani biz kendimizi, varlık nedenimizi, milli, manevi ve tarihi değerlerimizi bilgi olarak, şuur olarak insanımıza vermezsek, elin yabanı gelir, Afrika'da olduğu gibi senin eline İncil'i verir, ayağının altındaki toprakları alır.
Artık sen köle mi olursun, sürgün mü, onu zaman gösterecek. Hesap budur, plan budur ve bunun şakası yoktur.
Şimdi Türk aydınının, siyasetçisinin ve ilgililerin hesabı nedir, planı nedir bunu bilelim.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010