Bütün güzelliklerin sahibi olan Hakk'tan ayrı düşmek, kutsal bir hasreti ve kutsal bir arayışı başlatmıştır. Zira ruh Hakk'tandır İman ve İslam, insana dayatılan, zoraki verilmeye çalışılan iğreti ve yabancı bir olgu değil, insanın kendi özünden Hakk'a doğru açılan eşiğe uzanması, oraya doğru yönelmesi, yürümesidir. Kısaca iman ve İslam, aşığın maşuğa kavuşma isteği ve çabasıdır. Bu hasret bu arzu ve bu arayış, insan oluşun ilk adımıyla, ruhun yaratılmasıyla başlar. Bu fıtrat Hz. Mevlana'nın mana dünyasında "ney" ile simgelenir.Nitekim, bu fıtratın ilk noktasını Kur'an-ı Kerim şöylece açıklamaktadır; Bezm-i Elestte Cenab-ı Hakk'ın; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (Araf, 172) hitabına, bütün ruhların "Sen bizim Rabbimizsin" (Araf, 172) cevabı, kutsal hasreti başlatmıştır. Bu hasret, ruha beden kalıbının giydirilip insan suretinde dünyaya gönderilmesinden sonra daha da artmıştır. Zira ruh Hakk'tandır (İsra, 85). Bütün güzelliklerin sahibi, haliki olan Cenab-ı Hakk'tan ayrı düşmek, elbette ki kutsal bir hasreti ve kutsal bir arayışı gündeme getirecektir.İnsanoğlunun dünya hayatındaki güzele meyli; güzel sese, güzel kokuya, güzel yüze meyletmesi bu kutsal hasretin akisleridir. Hiçbir şeyle doyamayan, iç boşluğunu dolduramayan, tatmin olamayan, hep arayışın içinde olan insan, bu hasretin ve bu mutlak güzelin sevdalısıdır. Bu sebeple, bu sevdanın, bu hasretin dinmesi, insanoğlunun aradığına kavuşmasıyla, güzeller güzeli alemlerin Rabbine vuslatıyla mümkündür. Aksi halde arayış bitmez, buhran sona ermez, hep hasret tüter insanda.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.