Çok garip bir çağda yaşıyoruz. Elle tutulan, tadı, kokusu olan, gözle görülebilen, uzay boşluğunda yer kaplayan varlıkların sanal âlemde birebirleri olmasa da taklitlerinin yapılmaya çalışıldığını görüyoruz.
Bu varlıkların yanılsamalarının asıllarının yerine hâkim kılınması için dünyada dijitali, yapay zekâyı geliştirip kontrol eden güçlerin çok farklı projelerini duyuyoruz, bazılarına da tanıklık ediyoruz. Böyle yanılsamaların insanlara hâkim olduğu dijital bir dünya, var edilmeye çalışılıyor örneğin Metaverse gibi.
İnsanlık Metaverse gibi projelerle bir yalana bir gölgeye mahkûm ediliyor. Bu gölge oyununun yapımcıları hayallerini gerçekleştirmek için bilimi de yedeklerine alarak ekrana, sanala, dijitale, teknoya hapsedilmiş bir dünyanın içinde yaşamayı öneriyorlar.
İmajinasyonun (zihindeki soyut bir düşüncenin ya da hayalin, somut hale geçmesi-geçirilmesi sürecine verilen isim.) hâkim olduğu dünya bize yeter, çok daha ötesine gitmeye gerek yok anlayışı ile insanlığı inançsızlığa, maneviyatsızlığa, yalnızlığa, haktan hakikatten uzak kalmaya robot gibi mekanik bir yaşama mahkûm ediyorlar.
Ölümden sonraki hayatı yok sayıp, yaptıklarının hesabının sorulacağı inancını inkâr edip, ölümü, unutturmaya, sanal âlemde yalancı cennetler var etmeye çalışıyorlar.
Dijitalleşme insanları duyuları üzerinde etkileyerek, insanların değerlendirmelerini dijital illüzyonlarla yanlış değerlendirmelere ve anlamalara sürükleyebiliyor.
Dijitalleşme rasyonel teolojiyi de kullanarak vahiy kaynaklı olan hakka, tevhide kafa tutarak, alternatif oluşturmaya çalışıyor.
İşte sanal dünyayı kontrol edenler günümüzde bilimin, teknolojinin imkânlarıyla insanları, insanlığı hayatın anlam ve gerçeklerinden uzaklaştırarak illüzyonun hâkim olduğu bir dünyaya teslim etmeyi hedefliyorlar.
İnsanları bu dünyada hem eğlendiriyorlar hem de amaçları doğrultusunda kullanıyorlar. Örneğin Hollywood sinemasında olduğu gibi; bir yönetmen izleyiciye neyi izletmek istiyorsa veya neyi düşündürmek istiyorsa kamerayı o amaçla kullanır. Kameradan izletmek istediği dünyayı çekiyor ve izleyiciye sunuyor, bu yöntemle insanları çok rahat bir biçimde yönlendirebiliyor.
Kamera nereyi ve neyi zoomluyorsa insanlar o tarafa bakıyor. Oysa kamera arkası dünyanın gerçeğidir, gerçek hayattır, olandır. Kameranın önü ise çoğu zaman olması istenilendir, ütopyalardır.
Kamera önü genellikle gerçeklerin ters yüz edildiği, dezenformasyonun yapıldığı bir birimdir. Kameranın merceğinin yoğunlaştığı neyse, insanlara sunduğu neyse, çoğu insan tarafından maalesef kameramanın gösterdiği doğru olarak kabul ediliyor. Günümüzde sosyal medya platformları aracılığıyla bu dezenformasyon çok daha etkili ve çok daha geniş kitleleri kapsıyor.
Bu illüzyonla ne güneşler ne hakikatler gölgeleniyor ah! Bir bilsek, bir görsek! Şairin dediği gibi;
Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Bu sanal dünya kabul edelim ki insanları çok güzel oyalıyor! Bunu en yakınlarımızda dahi görüyoruz, bu sanallık hem eğlendiriyor hem de göreceli olarak mutlu ediyor.
İnsan adeta dijital oyuncakların, eşyaların kontrolünde yaşıyor.
Aslında problemin kökeni; insanın eşya ile arasında olması gereken mesafesinin ölçü ve kıstaslarının neler olduğudur.
Bu kıstaslar da sınırlar bazen karıştırıldığı için çoğu zaman dijitalin kurgusal evreni ile insan karşı karşıya gelebilmektedir. Yapay zekânın, gerçek insanla yarıştırılmasını da bu bağlamda düşünebiliriz.
İnsan olmanın anlamını, dünyaya geliş gayesini, Allah celle celaluhu'ya hesap vereceğini unutan, tekniğin gücü ve egemenliği ile unuttuğunu da unutan, bilincini yitiren bir insanlık ve bir dünya karşımızda duruyor.
Bir simülasyon içinde yaşamayı gerçek mutluluk zanneden ve gerçek olmayan bu alemde oyun oynayan ve bunu yaşamak zanneden gerçekle bağı kopan mutsuzluğun dibinde mutluluk hissi ile avunan bir insanlık var karşımızda… Saman alevi gibi yanan ve sönen, bedeli ödenmeyen hakikatlerin yanılsamalarının hakım kılındığı bir insanlık.
Sinemada bir kahramanlık filmini izleyen biri kahramanlığı yaşayıp, kahramanlığı öğrenmiş olabilir mi? Hiçbir bedel ödemeden, kahramanın giydiği ile konuşma biçimiyle veya hal ve hareketlerini taklit ederek çizilen imajla kahraman olunur mu? Kahramanlık bir imaj işimi yoksa yürek işi mi? İşte hakikatle bağımızı koparan ve insanları sadece imajlar dünyasında var etmeye çalışan bu simülasyona bu yalancı evrene karşı daha çok teyakkuz içinde olmamız gerekiyor.
Çünkü hakikat bedel ister. Ne dersiniz?
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025