Türkiye, ifrat ve tefrit arasında gidip geliyor. Orta yolu bulmakta zorlanıyor. Bu hal, ekonomi için de geçerli. Türkiye, 1980'li yıllarda serbest piyasa ekonomisine geçmeye karar verdi. Ama bugün, "keşke karar vermemiş olsaydı" diyenlerin sayısı, bir hayli arttı, artamaya da devam ediyor. Çünkü Türkiye, serbest piyasa ekonomisinin kendine mahsus bir disiplini ve düzeni olduğunu görmezlikten geldi. Dolayısıyla serbest piyasa ekonomisi, bir curcunaya, bir başıbozukluğa dönüştü. Tabii olarak bu da, çok az sayıda vurguncu ve soyguncunun işine yaradı.
24 Ocak 1980 öncesinde cebinde bir miktar döviz bulunduranlar, yakalandıklarında hapse atılırlardı. Bugün dövizle alış veriş yapan, cebinde Türk parasından daha çok döviz taşıyan gençler, haklı olarak bu uygulamayı, anlamsız ve komik bulabilirler. Ama maalesef bu, geçmişte Türkiye'nin yaşadığı gerçeklerden sadece biri idi. Böyle bir yasak, devam edemezdi, nitekim etmedi de. Nihayet döviz serbest bırakıldı. Serbest bırakılmasına bırakıldı, ama bu sefer de hiçbir sınır konulmadı. İsteyen istediği kadar dövizi, ülkemize çok rahat getirip götürüyor. Sınırlarımızdan bavullar dolusu dövizler girip çıkıyor.
Dünyanın hangi ülkesinde para, böylesine serbest, mal gibi alınıp satılıyor? Örneğin Avrupa Birliği ülkelerinde böyle bir uygulama var mı? Bildiğimiz kadarıyla yok. Para mal değil, bir mübadele aracıdır ve her ülke, kendi sınırları içerisinde parasını korur, tedavülde olmasını sağlar. Ülkemizde ise döviz, mal gibi alınıp satılıyor. Onun içinde, dövize talep olunca kur yükseliyor, olmayınca düşüyor. Öyleyse, döviz alıp satanlar ne yapacaklardır? Elbette, maksatlı olarak talebi yükseltip, düşürmek isteyeceklerdir. İşte onlar da, onu yapıyor ve bu dalgalanmalar sonucunda milyarları, bazen da trilyonları cebe indiriyorlar. Hem de kuruş vergi vermeden. Böyle tatlı bir kazanç yolu varken, üretimle, ticaretle kim uğraşır? Döviz kurlarındaki günlük dalgalanmalardan doğan kârlar spekülatörlere yetiyor. Bundan dolayı bu spekülatörler, dövizin dalgalanması için öyle sudan bahaneler uydururlar ki, insanın gülmekten çatlayası gelir.
Döviz tacirleri sadece yurt içindeki döviz dalgalanmalarından kazanmazlar. Bir o kadar da arbitraj işlemlerinden kazanırlar. Arbitraj, bir dövizin nisbi olarak ucuz olduğu piyasadan satın alınıp, pahalı olduğu piyasada satılması ve aradaki farktan yararlanılması işlemidir. Dövizin giriş ve çıkışına hiçbir kayıt koyulmadığı için spekülatörler, piyasaların kur farklarından da çok rahat yararlanıyorlar. Türkiye, bu iş için tam biçilmiş bir kaftandır.
Trilyonların dolaştığı ve kazanıldığı bu piyasalarda, verginin esamesi okunmaz, izine rastlanılmaz. Vergi lafı edecek olsanız cevap hazırdır: Sermaye ürkektir, vergi almaya kalkarsanız hemen kaçar. Spekülatör amaçlı sermayenin karı nedir? Böyle bir sermaye kaçsa ne olur, kaçmasa ne olur? Günlük dilde "sıcak para" olarak adlandırılan sermaye, üretimi artırmaz, istihdam doğurmaz, teknoloji getirmez, vur-kaç taktikleriyle sadece para götürür.
Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı James Tobin, ta 1970'lerde uluslararası döviz piyasalarındaki işlemlere vergi konulmasını savundu. James Tobin çok haklı... Para mal gibi alınıp satılıyorsa ve bu satışlardan yüklü karlar kazanılıyorsa, bunun mutlaka vergilendirilmesi gerekir. Küreselleşme karşıtları da Tobin Vergisi'ni savunuyor ve şöyle diyorlar: "Bu vergi ile, küresel spekülasyon makinesine bir kum tanesi sokmaya çabalıyoruz". Türkiye'yi yönetenler ise, daha iyi çalışması için bu makineyi yağlamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Onlar bu makineyi yağladıkça, makine bu milletin servetini öğütmeye devam edecektir. Millet, bu zulüm makinesini durduracak eli bekliyor.
24 Ocak 1980 öncesinde cebinde bir miktar döviz bulunduranlar, yakalandıklarında hapse atılırlardı. Bugün dövizle alış veriş yapan, cebinde Türk parasından daha çok döviz taşıyan gençler, haklı olarak bu uygulamayı, anlamsız ve komik bulabilirler. Ama maalesef bu, geçmişte Türkiye'nin yaşadığı gerçeklerden sadece biri idi. Böyle bir yasak, devam edemezdi, nitekim etmedi de. Nihayet döviz serbest bırakıldı. Serbest bırakılmasına bırakıldı, ama bu sefer de hiçbir sınır konulmadı. İsteyen istediği kadar dövizi, ülkemize çok rahat getirip götürüyor. Sınırlarımızdan bavullar dolusu dövizler girip çıkıyor.
Dünyanın hangi ülkesinde para, böylesine serbest, mal gibi alınıp satılıyor? Örneğin Avrupa Birliği ülkelerinde böyle bir uygulama var mı? Bildiğimiz kadarıyla yok. Para mal değil, bir mübadele aracıdır ve her ülke, kendi sınırları içerisinde parasını korur, tedavülde olmasını sağlar. Ülkemizde ise döviz, mal gibi alınıp satılıyor. Onun içinde, dövize talep olunca kur yükseliyor, olmayınca düşüyor. Öyleyse, döviz alıp satanlar ne yapacaklardır? Elbette, maksatlı olarak talebi yükseltip, düşürmek isteyeceklerdir. İşte onlar da, onu yapıyor ve bu dalgalanmalar sonucunda milyarları, bazen da trilyonları cebe indiriyorlar. Hem de kuruş vergi vermeden. Böyle tatlı bir kazanç yolu varken, üretimle, ticaretle kim uğraşır? Döviz kurlarındaki günlük dalgalanmalardan doğan kârlar spekülatörlere yetiyor. Bundan dolayı bu spekülatörler, dövizin dalgalanması için öyle sudan bahaneler uydururlar ki, insanın gülmekten çatlayası gelir.
Döviz tacirleri sadece yurt içindeki döviz dalgalanmalarından kazanmazlar. Bir o kadar da arbitraj işlemlerinden kazanırlar. Arbitraj, bir dövizin nisbi olarak ucuz olduğu piyasadan satın alınıp, pahalı olduğu piyasada satılması ve aradaki farktan yararlanılması işlemidir. Dövizin giriş ve çıkışına hiçbir kayıt koyulmadığı için spekülatörler, piyasaların kur farklarından da çok rahat yararlanıyorlar. Türkiye, bu iş için tam biçilmiş bir kaftandır.
Trilyonların dolaştığı ve kazanıldığı bu piyasalarda, verginin esamesi okunmaz, izine rastlanılmaz. Vergi lafı edecek olsanız cevap hazırdır: Sermaye ürkektir, vergi almaya kalkarsanız hemen kaçar. Spekülatör amaçlı sermayenin karı nedir? Böyle bir sermaye kaçsa ne olur, kaçmasa ne olur? Günlük dilde "sıcak para" olarak adlandırılan sermaye, üretimi artırmaz, istihdam doğurmaz, teknoloji getirmez, vur-kaç taktikleriyle sadece para götürür.
Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı James Tobin, ta 1970'lerde uluslararası döviz piyasalarındaki işlemlere vergi konulmasını savundu. James Tobin çok haklı... Para mal gibi alınıp satılıyorsa ve bu satışlardan yüklü karlar kazanılıyorsa, bunun mutlaka vergilendirilmesi gerekir. Küreselleşme karşıtları da Tobin Vergisi'ni savunuyor ve şöyle diyorlar: "Bu vergi ile, küresel spekülasyon makinesine bir kum tanesi sokmaya çabalıyoruz". Türkiye'yi yönetenler ise, daha iyi çalışması için bu makineyi yağlamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Onlar bu makineyi yağladıkça, makine bu milletin servetini öğütmeye devam edecektir. Millet, bu zulüm makinesini durduracak eli bekliyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018