İnsan yaşadığı hayatta muhakkak ki bir toplulukla beraber yaşamaktadır. Yaşamış olduğu toplumla aynı hedef aynı inanç değerlerinde bir ve beraber olduğu ölçüde mutlu, huzurlu ve başarılı olmuştur.
Millet olarak, destansı hikâyelere konu olmuş Türk toplumu da, inanç ve hedeflerindeki kenetlenmeyle, kimilerine göre imkânsızları başarmıştır. Anadolu gibi büyük bir coğrafyayı İslam'ın pak nuru ile aydınlatmış, kardeşliği, eşitliği doya doya beraber yaşadığı insanlara yaşatmış ve o kitleleri de İslamlaştırmıştır.
Bu coğrafyaya gelen atalarımız, karşılarında o devrin süper gücü olan Roma imparatorluğunun, doğusunda kalan parçası, Bizans'la karşılaştılar. Bu süper gücün silahlarına, yaşamış oldukları yüzlerce yıllık bölgeye ve tecrübelerine rağmen,Selçuklular korku ve endişeye kapılmadan iman ettikleri İslam dininin emirleri ile Anadolu coğrafyasını İslam'a açtılar. Coğrafyamızda, Mustafa Kemal Atatürk, dava arkadaşları vemilletimiz,son İslam zaferini beraber kazanmışlardır.
Ecdadımız daima, yoksulun, fakirin, güçsüzün yanında yer aldığından, hükmettiği toplulukların en alt ve geniş tabanlarından her zaman takdir ve beğeni almıştır.
Peygamber Efendimizin (s.a.a.) hayatında, fakirlerin, kölelerin, güçsüzlerin ne kadar önemli bir yer tuttuğuna dikkatli bir şekilde bakmamız gerekmektedir. İlk iman edenlerin çoğu köleler ve fakir insanlardı.
Arap müşriklerinden, zenginlik ve nesep sahibi olanlar, ilahi davete kulak tıkayıp alay etmişlerdi. Yalnız Peygamber Efendimizin (s.a.a.) kaderi değildi ki fakirlerle, kölelerle, zayıflarla beraber olmak, aslında bütün peygamberlerin ortak kaderi, kapitalist ekonominin isimlendirdiği toplumun en alt sınıfı fakirlerle beraber olmaktı. Şimdi hep beraber bir düşünelim biz eğer Peygamber Efendimizin (s.a.a.) devrinde yaşıyor olsa idik, onun yanında arkadaşlarım dediği ashabı ile beraber olabilir miydik? Köle, fakir, biçare dertli insanlarla ne kadar birlikte olabilirdik?
Arap müşriklerinin ileri gelenleri, kendi köleleriyle aynı yerde beraber olmaktan utandıklarından dolayı, Efendimizle ( s.a.a.) beraber olamayacaklarını söylemediler mi? Efendilerinin beraber oturmaktan utandığı, o köleleri, o fakir insanları Peygamber Efendimiz (s.a.a.) öyle bir eğitim ve öğretimden geçirmiştir ki, o insanlar adaletten hiç sapmamış, hep doğrunun yanında yer almışlardır. Ebu zer gifari hazretleri gibi.
Hz. Ömer'in İslamiyet'in altıncı yılında kırkıncı kişi olarak iman etmesi, üzerinde çok düşünmemiz gereken bir konudur. Altı yılda kırk kişi.
Ne diyelim hakka iman edip, hakkı görmeyi, haklı ile olmayı, Rabbimiz her zaman nasip eylesin.
Millet olarak, destansı hikâyelere konu olmuş Türk toplumu da, inanç ve hedeflerindeki kenetlenmeyle, kimilerine göre imkânsızları başarmıştır. Anadolu gibi büyük bir coğrafyayı İslam'ın pak nuru ile aydınlatmış, kardeşliği, eşitliği doya doya beraber yaşadığı insanlara yaşatmış ve o kitleleri de İslamlaştırmıştır.
Bu coğrafyaya gelen atalarımız, karşılarında o devrin süper gücü olan Roma imparatorluğunun, doğusunda kalan parçası, Bizans'la karşılaştılar. Bu süper gücün silahlarına, yaşamış oldukları yüzlerce yıllık bölgeye ve tecrübelerine rağmen,Selçuklular korku ve endişeye kapılmadan iman ettikleri İslam dininin emirleri ile Anadolu coğrafyasını İslam'a açtılar. Coğrafyamızda, Mustafa Kemal Atatürk, dava arkadaşları vemilletimiz,son İslam zaferini beraber kazanmışlardır.
Ecdadımız daima, yoksulun, fakirin, güçsüzün yanında yer aldığından, hükmettiği toplulukların en alt ve geniş tabanlarından her zaman takdir ve beğeni almıştır.
Peygamber Efendimizin (s.a.a.) hayatında, fakirlerin, kölelerin, güçsüzlerin ne kadar önemli bir yer tuttuğuna dikkatli bir şekilde bakmamız gerekmektedir. İlk iman edenlerin çoğu köleler ve fakir insanlardı.
Arap müşriklerinden, zenginlik ve nesep sahibi olanlar, ilahi davete kulak tıkayıp alay etmişlerdi. Yalnız Peygamber Efendimizin (s.a.a.) kaderi değildi ki fakirlerle, kölelerle, zayıflarla beraber olmak, aslında bütün peygamberlerin ortak kaderi, kapitalist ekonominin isimlendirdiği toplumun en alt sınıfı fakirlerle beraber olmaktı. Şimdi hep beraber bir düşünelim biz eğer Peygamber Efendimizin (s.a.a.) devrinde yaşıyor olsa idik, onun yanında arkadaşlarım dediği ashabı ile beraber olabilir miydik? Köle, fakir, biçare dertli insanlarla ne kadar birlikte olabilirdik?
Arap müşriklerinin ileri gelenleri, kendi köleleriyle aynı yerde beraber olmaktan utandıklarından dolayı, Efendimizle ( s.a.a.) beraber olamayacaklarını söylemediler mi? Efendilerinin beraber oturmaktan utandığı, o köleleri, o fakir insanları Peygamber Efendimiz (s.a.a.) öyle bir eğitim ve öğretimden geçirmiştir ki, o insanlar adaletten hiç sapmamış, hep doğrunun yanında yer almışlardır. Ebu zer gifari hazretleri gibi.
Hz. Ömer'in İslamiyet'in altıncı yılında kırkıncı kişi olarak iman etmesi, üzerinde çok düşünmemiz gereken bir konudur. Altı yılda kırk kişi.
Ne diyelim hakka iman edip, hakkı görmeyi, haklı ile olmayı, Rabbimiz her zaman nasip eylesin.
Ali Nezir / diğer yazıları
- Sizce zulüm nedir? / 08.03.2024
- Allah adına konuşmak / 26.02.2024
- Kimi sevmemiz lazım! / 25.12.2023
- Diyanet’e açık mektup / 17.11.2023
- ‘Ne mutlu Türk’üm’ diyen olun! / 10.11.2023
- Vatandaşlık hakları ve Alucralılık! / 04.11.2023
- Nice yüzyıllara / 30.10.2023
- Eğitimden ne anlıyoruz? / 21.09.2023
- Aldananlar ve aldatanlar / 07.09.2023
- Şanlı olarak kutlansın / 30.08.2023
- Allah adına konuşmak / 26.02.2024
- Kimi sevmemiz lazım! / 25.12.2023
- Diyanet’e açık mektup / 17.11.2023
- ‘Ne mutlu Türk’üm’ diyen olun! / 10.11.2023
- Vatandaşlık hakları ve Alucralılık! / 04.11.2023
- Nice yüzyıllara / 30.10.2023
- Eğitimden ne anlıyoruz? / 21.09.2023
- Aldananlar ve aldatanlar / 07.09.2023
- Şanlı olarak kutlansın / 30.08.2023