"Osmanlılar, eski Türkler ancak İngiliz kavm-i necibinin samimî müzaheretiyle temini hayat ve refah edebilir".
Bu lâf, mütarekede İstanbul'da kurulmuş olan bir NGO'nun, "İngiliz Muhibler Cemiyeti"nin kurucusu, Yeni İstanbul Gazetesi sahibi ve sonra 150'lik listeye dahil edilecek olan Said Molla'ya aittir. (Yeni İstanbul. 9 Kasım 1918. "İngiltere ve Biz" başlıklı makalesi).
"İngiltere ile hareket ederek asrî düşünce ile mücehhez bir Türkiye olalım. Çünkü kuvvet nurdur. Nur ise irfandır".
Bu da 150'lik olup, yıllar sonra döndüğü Cumhuriyet Türkiyesi'nde Milliyet Gazetesi'nde kendisine köşe verilen ve ölümüne kadar orada yazılarını sürdüren işbirlikçi Refii Cevad Ulunay'a aittir. (Alemdar. 21 Mayıs 1919. "İngilizleri İstiyoruz" başlıklı makalesi)
Mütareke İstanbul'unda "Türkiye-Fransa Muhâdenet Cemiyeti" ve kurucuları arasında Halide Edip Adıvar ile Yunus Nadi'nin de bulunduğu "Wilson Prensipleri Cemiyeti" gibi başka NGO'lar da bulunuyordu.
2001 Türkiyesi'nin, 1919 İstanbul'u ile ne farkı olduğunu söyler misiniz?
Tek fark İngiliz, Amerika ve Fransa Muhibleri yerine bunların hepsini temsil eden AB'nin geçmiş olmasıdır.
Dolayısı ile Said Molla, Refii Cevad, Halide Edip ve Yunus Nadi'lerin yerini çağımızda AB işbirlikçileri almıştır.
Bütün bu tarihi geçmişi iyi bilip sosyal gerçeklik açısından değerlendirir ve olaya da "Tam bağımsızlık" açısından bakarsanız 10 Kasım 2001 tarihli Milliyet'te Önder Yılmaz imzasıyla çıkan habere "Askerler Hükümete Engel Oluyor" manşetini atılmış olması sizi asla şaşırtmayacaktır.
AB işbirlikçisi bir yayın organında yine AB işbirlikçisi bir yazar tarafından olayın nasıl yansıtılacağına çok güzel örnektir yukarıda bahsettiğimiz manşet.
Konu tam bağımsızlıkçı bir yazar tarafından yine tam bağımsızlıkçı bir yayın organında herhalde şöyle yer alırdı:
"Askerler ülkenin AB'ye teslimine karşı çıkıyorlar".
Mesele kıymetli okuyucu, bir raporla ilgilidir. Avrupa Parlamentosu bu ay tamamlanacak olan Türkiye İlerleme Raporu öncesinde TBMM ve Başbakan Bülent Ecevit'e sürpriz bir rapor göndermiştir. Hükümete geçen hafta ulaşan 6 sayfalık raporda, "Kıbrıs ve Güneydoğu konuları başta olmak üzere, hükümetin çözüme dönük icraatına en önemli engelin asker olduğu" ileri sürülmekte ve "MGK'nın Meclis tarafından gözlenmesi" önerilmektedir.
Raporda ayrıca şu görüşlere de yer verilmektedir:
"? Avrupa Parlamentosu; yaygın olarak işkence yapıldığını belirtir. ? MGK'nın Türk politik yaşamı üzerindeki etkilerinin hiçbir şekilde değişmediğini üzülerek belirtir.? "Avrupa Parlamentosu Sakharov Ödülü" sahibi Leyla Zana ile Kürt kökenli diğer hükümlülerin serbest bırakılmasını arzu eder.? Seçim barajının düşürülmesi, Siyasi Partiler Kanunu'nda kapsamlı değişiklikler yapılması gerektiğini belirtir.? Türkiye'de AB üyeliği için siyasi kampanyaların yürütülmesi gerektiğini belirtir".
Raporun "Açıklamalar" bölümünde, ekonomik krize rağmen atılan adımların yeterli olmadığı, FP'nin kapatılmasının bazı alanlardaki geriye gidişe en iyi örneği oluşturduğu savunulurken, "Türkiye'nin politik durumu hâlâ istikrarlı değildir" ifadesi kullanılmıştır.
Raporda ayrıca, "PKK'nın silahlı çatışmayı sona erdirmesinin, Güneydoğu'daki Kürt kimliği ile ilgili kapsamlı bir politika başlatılmasına yol açmadığı"nın da altı özenle çizilmektedir.
Ve bu rapor Türk kamuoyuna ne yazık ki "Askerler Hükümete Engel Oluyor" manşetiyle duyurulmuştur.
Kamuoyunun böyle oluşturulduğu bir ülkede "Bayrağa el sürecek olanı vurun"
emrini veren zamanın Kıbrıs Kolordu Komutanı Emekli Korgeneral Hasan Kundakçı'nın; düzmece bir Rum mahkemesinin marifetiyle isnat edilen bu "suçtan" ötürü İnterpol'ün Kırmızı Bülteniyle aranıyor olmasını hükümetin eli kolu bağlı seyretmesine hiç şaşırmamak gerekir.
İnterpol yakalayıp ta ne yapacaktır Kundakçı Paşa'yı? 100.000 kişinin katili Miloseviç gibi Lahey Adalet Divanına götürüp "Savaş Suçlusu" olarak yargılayacak mıdır?
Tam bağımsızlık yolu ille de tanklı toplu savaşlardan geçmez. Asıl böyle küçük jestler "İstiklâl-i Tam"ın ifadesidir.
Sen bağımsız Türk Yargısının yine "Türk Milleti adına" aldığı kararları tanımaz, dosyayı Yargı ile Yasama arasında bir yerlerde, Başbakanlığın tozlu raflarında unutulmaya terk edersen elbette bazıları "adalet"i başka yerlerde, meselâ Lahey'de, AİHM'de aramaya başlarlar.
Ankara DGM Savcısı Hakan Kızılarslan; Öcalan'ın çarşaf çarşaf fotoğraflarının yayınlandığı 10 Kasım günü yaptığı konuşmada; "Ülke yoğun bir ekonomik bunalıma sokulmuş. Devletle ilgili pek çok karar bir takım emperyalist ülkelerce dikte ettirilir hale getirilmiştir. Bu konuda kastı olmayanlarsa gaflet ve dalalet içine düşmüşlerdir" demiş.
Başbakan Yardımcılarından birisi "O savcıyı gözden geçirmek lâzım" deyince de hakkında soruşturma açılmış.
Başbakan Yardımcısı bu sözleri ilk defa mı duyuyor, başka bir ülkede mi yaşıyor yoksa bu sözleri DGM Savcısından duymak mı işine gelmedi?
Ben DGM Savcısına saygı duyuyorum.
"O an aksi emir gelse Ankara'yı bile dinlemezdim" diyor Kundakçı Paşa da.
Kundakçı Paşa mert bir Türkmendir. Heykeli dikilmelidir. Kendisini de bu vesile ile saygıyla selamlıyorum.