Aşık Veysel, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve daha niceleri?
Bu halk ozanlarımızın deyişleri ve sözleri hep aynı adrese götürüyor insanı, sevgi ve samimiyet.
Öyle duygu birikimi var ki türkülerinde, öylesine güzel yazılmış ki sözler, o dönemde yaşanılan şeyleri hissedebiliyorsunuz. Hasret duygusunu, vuslat arzusunu çok iyi ifade etmişler.
Hem de çok masum bir dille.
Bu dil o kadar masum geliyor ki kulağa, hayranlıkla tekrar tekrar dinliyorsunuz.
Neler yaşadılar ki böyle ifade edebildiler diye düşünüyorsunuz.
Şiirlerinde ve sözlerinde duygusal yaşantılarının yanı sıra, o dönemin sosyal yapısını, siyasetini, hukukunu ve inancını yansıttıklarını da görebiliyorsunuz.
Aşık Mahsuni Şerif'in şu şiirinde olduğu gibi:
"Parsel parsel eylemişler dünyayı
Bir dikili taştan gayrı nem kaldı
Dost elinden ayağımı kestiler
Bir akılsız baştan gayrı nem kaldı."
Aklınıza bin bir çeşit sorular geliyor. O dönemde yok muydu sahtekârlık? Yok muydu yalancılık, kötülük, düzenbazlık?
Elbette vardı. Hem de şimdiki gibi. Bu ozanlarımız yaşadıkları bu muhabbeti, rahatlık içerisinde yaşamadılar. Tam aksi, sıkıntı ve zulümler içerisinde yaşadılar.
İşte bu yüzden, "hiç kimse günümüz şartlarını bahane sunarak, samimiyet ve sevgiyi ikinci plana atamaz" kanısına varıyorsunuz.
Güçlü olmak, kariyer sahibi olmak, vasıf edinmek için, yaratılış sebebi olan sevgiden vazgeçemeyiz.
Vazgeçersek ne olur biliyor musunuz?
Mutsuz ve doyumsuz insanlar oluruz ve dünya yaşanılmaz bir yer olur.
Zaten şu anda yaşadığımız kaosların sebebi de bu değil mi?
Egosu yüksek insanların kendinden emin görünmesi, zalim insanların liderlik elde etmesi, kendi emellerine ulaşmak için başkalarının alın terini hiçe sayanların söz sahibi olması ve bu adaletsizliğe boyun eğmeyi şartlaştıran zalimlerle dolu değil mi etrafımız?
Açgözlü, inançsız, sabretmesini bilmeyen, hırslarına teslim olmuş karakterler yetişiyor. Bunun adına da güçlü olma savaşı diyorlar.
Hayır! Samimiyetten ve sevgiden uzaklaşan insan güçlü olmaz, mutsuz olur!
Bunun bahanesi yok?
Her dönemde olduğu gibi yaşıyoruz. Çoğunluğun ne düşündüğü, bizim düşüncemizi şekillendiremez. Bizler ozanlarımızın ifade ettikleri o sözlerin samimiyetiyle yoğrulduk. Bu samimiyetten uzaklaşmak kimliğimizi elimizden alır.
Kimliksiz insanların oluşturduğu toplumlar varlığını sürdüremez.
Yani toplum ve ferd bazında da olsa, gerek siyaset, gerekse din, sosyal yaşam ya da ilim, ekonomi yada manevi? hangi açıdan hangi alandan bakarsanız bakın, varlığınızı sürmenin ve mutlu olmanın tek yolu samimiyetten ve sevgiden geçer.
Bu halk ozanlarımızın deyişleri ve sözleri hep aynı adrese götürüyor insanı, sevgi ve samimiyet.
Öyle duygu birikimi var ki türkülerinde, öylesine güzel yazılmış ki sözler, o dönemde yaşanılan şeyleri hissedebiliyorsunuz. Hasret duygusunu, vuslat arzusunu çok iyi ifade etmişler.
Hem de çok masum bir dille.
Bu dil o kadar masum geliyor ki kulağa, hayranlıkla tekrar tekrar dinliyorsunuz.
Neler yaşadılar ki böyle ifade edebildiler diye düşünüyorsunuz.
Şiirlerinde ve sözlerinde duygusal yaşantılarının yanı sıra, o dönemin sosyal yapısını, siyasetini, hukukunu ve inancını yansıttıklarını da görebiliyorsunuz.
Aşık Mahsuni Şerif'in şu şiirinde olduğu gibi:
"Parsel parsel eylemişler dünyayı
Bir dikili taştan gayrı nem kaldı
Dost elinden ayağımı kestiler
Bir akılsız baştan gayrı nem kaldı."
Aklınıza bin bir çeşit sorular geliyor. O dönemde yok muydu sahtekârlık? Yok muydu yalancılık, kötülük, düzenbazlık?
Elbette vardı. Hem de şimdiki gibi. Bu ozanlarımız yaşadıkları bu muhabbeti, rahatlık içerisinde yaşamadılar. Tam aksi, sıkıntı ve zulümler içerisinde yaşadılar.
İşte bu yüzden, "hiç kimse günümüz şartlarını bahane sunarak, samimiyet ve sevgiyi ikinci plana atamaz" kanısına varıyorsunuz.
Güçlü olmak, kariyer sahibi olmak, vasıf edinmek için, yaratılış sebebi olan sevgiden vazgeçemeyiz.
Vazgeçersek ne olur biliyor musunuz?
Mutsuz ve doyumsuz insanlar oluruz ve dünya yaşanılmaz bir yer olur.
Zaten şu anda yaşadığımız kaosların sebebi de bu değil mi?
Egosu yüksek insanların kendinden emin görünmesi, zalim insanların liderlik elde etmesi, kendi emellerine ulaşmak için başkalarının alın terini hiçe sayanların söz sahibi olması ve bu adaletsizliğe boyun eğmeyi şartlaştıran zalimlerle dolu değil mi etrafımız?
Açgözlü, inançsız, sabretmesini bilmeyen, hırslarına teslim olmuş karakterler yetişiyor. Bunun adına da güçlü olma savaşı diyorlar.
Hayır! Samimiyetten ve sevgiden uzaklaşan insan güçlü olmaz, mutsuz olur!
Bunun bahanesi yok?
Her dönemde olduğu gibi yaşıyoruz. Çoğunluğun ne düşündüğü, bizim düşüncemizi şekillendiremez. Bizler ozanlarımızın ifade ettikleri o sözlerin samimiyetiyle yoğrulduk. Bu samimiyetten uzaklaşmak kimliğimizi elimizden alır.
Kimliksiz insanların oluşturduğu toplumlar varlığını sürdüremez.
Yani toplum ve ferd bazında da olsa, gerek siyaset, gerekse din, sosyal yaşam ya da ilim, ekonomi yada manevi? hangi açıdan hangi alandan bakarsanız bakın, varlığınızı sürmenin ve mutlu olmanın tek yolu samimiyetten ve sevgiden geçer.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Behiye Alioğlu / diğer yazıları
- Egoist miyiz? / 04.07.2019
- Çok komik / 18.01.2019
- Kilis'ten İzmir'e bir tümevarım / 25.05.2017
- Mekanikleşen kadın / 10.03.2017
- Her çocuk bizimdir / 22.02.2017
- İçindeki mutlu dünyanı keşfet! / 23.11.2016
- Gitmek mi zor kalmak mı? / 25.09.2016
- İlmin amacı / 23.08.2016
- Annenin görevi nedir? / 06.08.2016
- Yaklaşan kamp heyecanı / 28.06.2016
- Çok komik / 18.01.2019
- Kilis'ten İzmir'e bir tümevarım / 25.05.2017
- Mekanikleşen kadın / 10.03.2017
- Her çocuk bizimdir / 22.02.2017
- İçindeki mutlu dünyanı keşfet! / 23.11.2016
- Gitmek mi zor kalmak mı? / 25.09.2016
- İlmin amacı / 23.08.2016
- Annenin görevi nedir? / 06.08.2016
- Yaklaşan kamp heyecanı / 28.06.2016