Başlık sizi şaşırtabilir. Fakat çok partili dönemlerdeki siyasi seviye ve mücadelelere baktığımız zaman, böyle bir soruyu sormadan edemiyorsunuz. Burada kavgayı kabul ve itirafın ötesinde, kavgasız siyasetin olamayacağına adeta vurgu yapılıyor. Yani bizde siyaset kavgasız olmaz gibi bir hüküm var. Tek partili dönemden çok partili döneme geçerken kurulan partilere, bakış açısından tutun da daha sonraları iktidar mücadelesi veren partilere hangi gözle ve nasıl baktığımıza kadar geçmişi hatırlarsak, kavganın da ötesinde ihtilaller, idamlar, ithamlar, iftiralar, dedikodular ve şantajların hiç de yabancısı olmadığımızı görürüz. Bugüne kadar yaşanan ve hiç bir faydası görülmeyen acı tecrübelere rağmen, hala kavgasız siyaset yapamadığımızı bilmem hiç düşündük mü? Aynı kavga alışkanlığının devletin diğer kurum ve kuruluşlarında da olmasını kimler, nasıl izah edebilirler? Yapılan binlerce izahın, verilen binlerce cevabın da kavgayı bitirmediğine göre en azından tabii bir refleks olarak merak etmek, endişe duymak gerekmez mi? Öyle ya bir taraftan dünyanın bu verimli topraklarına, yeraltı kaynaklarına, döt mevsim iklim şartlarına, tabii güzelliklerine, zengin tarih mirasına sahip olacaksın; bir taraftan da tarihi tecrübesi, kültürü ve ortak değerleri ile dünyanın muhtaç olduğu yüce bir medeniyetin mimarı, barışın, adaletin, hak ve hukukun sembolü bir millet ve devlet gerçeğine sahip olacaksın ama bugün kavgadan başka bir şey yapamayacaksın. Daha önceki yazılarımızda; devletin zirvesinin millet ve devlet ile aidiyetinin üzerinde durmuş ve bunu samimi olarak değelendirilmesine temas etmiştik. Şimdi bunu biraz açmak istiyorum. Varlığını millete borçlu olan bütün kurum ve kuruluşların hiç bir bahaneye ve önyargıya sığınmadan milletten inancı ile, kültürü ile, ortak değerleri ile, derdi ile sevinci ile bütünleşmek ve ister siyasi olsun, ister ekonomik olsun, ister hukuki ve ahlaki olsun bütün çözümleri kendi milletinde aramak ve bulmak şarttır. Demokrasiye geçiş olarak kabul edilen çok partili dönemlerde millet iradesinin temsili ve tecellisi yerine, ülkemiz üzerinde hesabı olanların iradesi istikametinde iktidar ve muhalefet görevi yapanlar, isteseler de istemeseler de kendilerini "düşman kardeşler" olmaktan kurtaramazlar. Tohum öyle atıldı ve halen öyle devam ediyor. İşte "siyasi kavga" bunun için kaçınılmaz. Peki bunun bir istisnası yok mudur? Elbette var. Yok dersek milli ve tarihi gerçekleri inkar etmiş oluruz. Ayrıca hemen her fırsatta ısrarla anlatıyor ve yazıyoruz. Prof. Dr. Haydar Baş'ın millet ve devlet anlayışı ve tezi şu ana kadar bunun tek istisnasıdır. Sayın Baş, millet ve devlet tarifinde ve temsilinde ortaya koyduğu ideal ölçüler, "Milli Ekonomi Modeli ve Milli Devlet - Sosyal Devlet" eserleri ile barışın, adaletin, huzurun, güvenin, kardeşliğin birlik ve beraberliğin abidesini dikmiştir. Çıkmaz sokaklara mahkum edilmişlerin kavgası nasıl kaçınılmaz ise, ister siyasi, ister ekonomik ve isterse sosyal olsun çareyi ve çözümü milletin gönlünde arayanlarında barışı, huzuru, kardeşliği, birlik ve beraberliği kaçınılmazdır.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010