Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş fikri Bağımsız Ulus Devlet'tir.
Onun için ulusal güvenliğimiz, ulusal bağımsızlık ve egemenliğimizin korunması ile özdeştir.
Ulusal güvenliğimizin olabilmesi için ulusal egemenliğimizin ve bağımsızlığımızın olması şarttır.
Ulusal egemenlik ve ulusal bağımsızlık madalyanın iki yüzüdür.
Bugün ulusal egemenlik ve bağımsızlığımız gerek iç gerek dış tehditlere karşı karşıyadır.
Türkiye'ye yönelik dış tehdit doğrudan güvenlik ve dış politika alanında ABD'den gelmektedir.
Amerika'nın Irak'a yönelik savaş projesi aslında doğrudan Türkiye'ye yönelik bir tehdittir.
Çünkü Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulması bölgede ilk domino etkisini Türkiye üzerinde göstererek benzer sonucu ülkemizde doğuracak risk taşımaktadır.
Bunun için Türkiye, Irak'a saldırıyı "savaş sebebi" saymıştır. ABD Başkan Yardımcısı Cheney'in ziyareti Türkiye'nin endişelerini gidermemiş sadece belli bir süre rahatlatmıştır.
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun Cheney'e "Saddam operasyonu" sonrası ile ilgili soru yağmuruna ABD tatmin edici cevap verememiştir.
Ülkemize yönelik ikinci tehdit, içine girmeye can attığımız Avrupa Birliğinden gelmektedir.
Avrupa Birliği, izlediği zig-zaglı politikası ile kah Türkiye'yi yaklaştırarak kah uzaklaştırarak "kontrolde" tutmaya çalışmaktadır.
Sürekli kol hizasında tuttuğu Türkiye'ye alacağım vaadi ile sürekli ağır şartlar dayatmaktadır.
Birlik üyesi ülkelerden istemediği şartları henüz aday adayı olarak gördüğü Türkiye'ye dayatmaktadır.
AB'nin Türkiye'ye dönük nihai emellerini Avrupa Parlamentosu kararlarından öğrenmek mümkün.
AB Bakanlar Komisyonu Parlamentonun bu kararlarını diplomatik dile dökmekte ve Türkiye'ye ev ödevi olarak vermektedir.
AB'nin Türkiye'den istediği temel talepler ana başlıklarla şunlardır:
Kıbrıs'tan Türk ordusunun çekilmesi ve 2003 yılında Kıbrıs Rum kesiminin adayı temsil eden hükümet olarak AB'ye alınması. Yani AB eliyle Enosis projesi...
İkincisi, Ege'yi 2004 yılına kadar Yunan'a devretmek...
Üçüncüsü Lozan'da sayılan azınlıklara yeni azınlıklar eklemek. Süryani, Keldani gibi. Daha da önemlisi Lozan'da müslüman-gayri müslim esasına göre yapılan azınlık tanımını değiştirerek müslüman Kürt, Çerkes Laz gibi unsurları azınlık olarak kabul etmek.
Ardından BM azınlık sözleşmesi doğrultusunda etnik kimlikleri milli kimliğe dönüştürerek ve self determinasyon yani kendi kaderlerini tayin hakkı tanıyarak ayrı devlet talebinin önünü açmak.
Ermenilere soykırım yaptığımızı kabul edip toprak talebinin önünü açmak.
Son olarak bu klasik taleplerine bir yenisini daha eklediler. 27 Avrupa Parlamenteri, İstanbul'u Costantinopole olarak adlandırarak, İstanbul'u işgal altında bir şehir olarak nitelendirdiler.
Ayasofya'nın kiliseye çevrilip Hıristiyanlara iade edilmesini istediler.
AB'nin bu taleplerinin Patrik Bartholomeos'un ABD gezisinden sonra Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasını istediği ve kendisini Ortodoksluğun dinî-siyasî lideri olarak ilân ettiği bir döneme denk düşmesi de ilginç değil mi? G.Doğu, Kıbrıs ve Ege'den sonra İstanbul'u da verin diyorlar özetle.
AB'nin bu taleplerinin Sevr'den tek farkı silahsız olarak içimizdeki işbirlikçiler eliyle elde etmek istemeleridir.
AB ve ABD, Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden bu taleplerini küreselleşme ideolojisi ve IMF projeleri sayesinde dile getiriyor.
İşte onun için iç tehdit de küreselleşme ideolojisine meftun teslimiyetçi aydın korosu ile IMF projelerini millete bir kader gibi dayatan siyasetçilerdir.
Bu noktada başı çeken ANAP lideri bakın kendini nasıl ele veriyor: "En büyük onur, AB'nin şartlarını yerine getirmektir."
Şimdi daha iyi anlıyor olmalısınız "askerin son çıkışını".
Bu bahse devam edeceğiz.
Onun için ulusal güvenliğimiz, ulusal bağımsızlık ve egemenliğimizin korunması ile özdeştir.
Ulusal güvenliğimizin olabilmesi için ulusal egemenliğimizin ve bağımsızlığımızın olması şarttır.
Ulusal egemenlik ve ulusal bağımsızlık madalyanın iki yüzüdür.
Bugün ulusal egemenlik ve bağımsızlığımız gerek iç gerek dış tehditlere karşı karşıyadır.
Türkiye'ye yönelik dış tehdit doğrudan güvenlik ve dış politika alanında ABD'den gelmektedir.
Amerika'nın Irak'a yönelik savaş projesi aslında doğrudan Türkiye'ye yönelik bir tehdittir.
Çünkü Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulması bölgede ilk domino etkisini Türkiye üzerinde göstererek benzer sonucu ülkemizde doğuracak risk taşımaktadır.
Bunun için Türkiye, Irak'a saldırıyı "savaş sebebi" saymıştır. ABD Başkan Yardımcısı Cheney'in ziyareti Türkiye'nin endişelerini gidermemiş sadece belli bir süre rahatlatmıştır.
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun Cheney'e "Saddam operasyonu" sonrası ile ilgili soru yağmuruna ABD tatmin edici cevap verememiştir.
Ülkemize yönelik ikinci tehdit, içine girmeye can attığımız Avrupa Birliğinden gelmektedir.
Avrupa Birliği, izlediği zig-zaglı politikası ile kah Türkiye'yi yaklaştırarak kah uzaklaştırarak "kontrolde" tutmaya çalışmaktadır.
Sürekli kol hizasında tuttuğu Türkiye'ye alacağım vaadi ile sürekli ağır şartlar dayatmaktadır.
Birlik üyesi ülkelerden istemediği şartları henüz aday adayı olarak gördüğü Türkiye'ye dayatmaktadır.
AB'nin Türkiye'ye dönük nihai emellerini Avrupa Parlamentosu kararlarından öğrenmek mümkün.
AB Bakanlar Komisyonu Parlamentonun bu kararlarını diplomatik dile dökmekte ve Türkiye'ye ev ödevi olarak vermektedir.
AB'nin Türkiye'den istediği temel talepler ana başlıklarla şunlardır:
Kıbrıs'tan Türk ordusunun çekilmesi ve 2003 yılında Kıbrıs Rum kesiminin adayı temsil eden hükümet olarak AB'ye alınması. Yani AB eliyle Enosis projesi...
İkincisi, Ege'yi 2004 yılına kadar Yunan'a devretmek...
Üçüncüsü Lozan'da sayılan azınlıklara yeni azınlıklar eklemek. Süryani, Keldani gibi. Daha da önemlisi Lozan'da müslüman-gayri müslim esasına göre yapılan azınlık tanımını değiştirerek müslüman Kürt, Çerkes Laz gibi unsurları azınlık olarak kabul etmek.
Ardından BM azınlık sözleşmesi doğrultusunda etnik kimlikleri milli kimliğe dönüştürerek ve self determinasyon yani kendi kaderlerini tayin hakkı tanıyarak ayrı devlet talebinin önünü açmak.
Ermenilere soykırım yaptığımızı kabul edip toprak talebinin önünü açmak.
Son olarak bu klasik taleplerine bir yenisini daha eklediler. 27 Avrupa Parlamenteri, İstanbul'u Costantinopole olarak adlandırarak, İstanbul'u işgal altında bir şehir olarak nitelendirdiler.
Ayasofya'nın kiliseye çevrilip Hıristiyanlara iade edilmesini istediler.
AB'nin bu taleplerinin Patrik Bartholomeos'un ABD gezisinden sonra Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasını istediği ve kendisini Ortodoksluğun dinî-siyasî lideri olarak ilân ettiği bir döneme denk düşmesi de ilginç değil mi? G.Doğu, Kıbrıs ve Ege'den sonra İstanbul'u da verin diyorlar özetle.
AB'nin bu taleplerinin Sevr'den tek farkı silahsız olarak içimizdeki işbirlikçiler eliyle elde etmek istemeleridir.
AB ve ABD, Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden bu taleplerini küreselleşme ideolojisi ve IMF projeleri sayesinde dile getiriyor.
İşte onun için iç tehdit de küreselleşme ideolojisine meftun teslimiyetçi aydın korosu ile IMF projelerini millete bir kader gibi dayatan siyasetçilerdir.
Bu noktada başı çeken ANAP lideri bakın kendini nasıl ele veriyor: "En büyük onur, AB'nin şartlarını yerine getirmektir."
Şimdi daha iyi anlıyor olmalısınız "askerin son çıkışını".
Bu bahse devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
İbrahim Berk / diğer yazıları
- Cübbe düştü haç göründü / 07.01.2020
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014