Mukaddes belde, Emin belde, Beytullah'a mekan olmuş şehir... İbrahim'in, İsmail'in, Hacer'in, Peygamber neslinin yaşadığı aziz belde: Mekke.
Ashabın, Allah ve Resûlü'ne olan iman ve sadakatleri; Mekke'nin müşriklerini çıldırtmış, kıskandırmış ve öyle bir noktaya getirmişti ki; kâinatı aydınlatan ilâhî nur bu kadar şiddetle zuhur etmesine rağmen, onlar gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış; nefretleri, işkenceleri, eziyetleri ve de zilletleri çoğalmıştı. Hele Medine'den gelen 75 kadar sahabenin Resûlullah'a biatı, onların hasedini bir kat daha artırmıştı.
Diğer yandan, Allah ve Peygamber aşkı sahabeyi öyle bir noktaya getirmişti ki; ne pahasına olursa olsun mukaddes imanlarının yaşanacağı bir aziz beldeyi arar olmuşlardı. Bu sebeple sahabe Allah Resûlü'ne müracaat ederek hicret için izin istediler. Fahr-i Kâinat Efendimiz, Medine'ye hicreti müsaade buyurdular. Sahabe gizliden ve de gece vakti bölük bölük Mekke'yi terk edip Medine'ye hicret etmeye başladılar. Sadece Hattaboğlu Ömer (ra), açıktan hicret etmiştir. İşin farkına varan Kureyşliler, gidenlere mâni olmaya çalışıyorlardı. Bir kısmını zorla alıkoydular. Karı-koca arasına girerek, onları birbirlerinden ayırıp; Kureyş'ten olan kadınların kocalarıyla birlikte gitmelerine müsaade etmediler.
Aziz beldede Hz. Peygamber (sav), Hz. Ebubekir, Hz. Ali (ra), hastalar ve de tutuklu birkaç Müslüman kalmışlardı.
Hicretin hikmetleri
Hicret, sahabenin hayatında çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu münasebetle, sahabenin hicretindeki çok ciddî nüktelerden bazılarını dikkatlerinize sunmak istiyoruz:
Herşeyden önce, ashabın ihlâs ve de samimiyetinin ne kadar yüksek bir boyuta ulaşmış olduğu görülmektedir. Hiç şüphesiz ki, bu ihlas Allah'a ve Resûlünedir. Onların ihlâs ve samimiyetleri, senelerce yaşadıkları anavatanlarından hiçbir yorum yapmadan çıkmalarını temin edecek seviyeye ulaşmıştır. Zira bir insanın evini, malını kendine ait olan herşeyini; bir anda tamamen terk ederek bir başka bölgeye hicret etmesi, ancak emsali görülmemiş bir teslimiyetin ifadesi olabilir. Sahabeyi emsalsiz yapan da, Peygamber'e olan sonsuz teslimiyetleri, ihlâs ve samimiyetleridir.
Ayrıca ashab, vatanından hicret ederken, Medine'de kendilerine ait ne bir ev, ne de bir karış toprağın olmadığını biliyorlardı. Onların tek güvencesi, Medineli Müslümanların İslâm kardeşliğidir. Bu kardeşliğin onları ferahlatacağını biliyorlardı.
Allah ve Resûlünün, her daim kardeşliği emretmelerindeki bir nükte de, gerçek İslâm kardeşliğinin Allah'a ve Resûlüne olan iman ve itimadı artırmasıdır. Kişiyi sıkıntılı ve çileli anlarında, hatta itikadının sarsılmaya başladığı anlarda bile ayakta tutan unsurların başında, kardeşinde gördüğü ihlâs, samimiyet, fedakârlık ve sevgi gelir. Ondaki bu güzel hasletlerle eriyen insanın gözünde dünya, eziyet ve nimetleriyle küçülür. Kişi kardeşinde Allah'dan, Resûlünden ve dostlarından bir iz görür. Bu ize tutunur ve aydınlık yolda sabit kadem olur. Yine hicret olayı ile sahabenin dünyalık hiçbir şey istemedikleri de ortaya çıkmaktadır. Onların gönlünde sadece Allah ve Resulüne olan sevgi kalmıştı. İşte bu sevgi onlarda, sadece dini yaşama arzusunu derinleştirmişti. Allah sevgisini kaybedeceği endişesi, sahabenin takva hayatını ortaya koyan tek ölçüydü. Ayrıca; dikkat edilirse, Mekke çile ve meşakkatin ve de işkencenin beşiği olmuştu. Böyle bir mekandan inananlååå"arın kurtulması zor belki de imkânsızdı. Durum ise, bundan tamamen farklı olmuştur. Hicretle beraber, Allah'ın lütfunun tecelli edip, yeni bir imkânın zuhur ettiği gerçeği ortaya çıkmıştır. İşte Medine bu lütfun ifadesidir.
Sahabenin hicretinden inananların alması gereken dersler
Müminin, imanında ısrarlı ve isabetli olabilmesi için, kesinlikle takva halini yaşaması; bir başka ifade ile muttaki olması lüzumludur.
Mü'minin, İslâm'a ihlâs ve samimiyetle bağlanması, onun bütün meselesinin İslâm olması şarttır. Dikkat edilirse sahabe, sadece İslam'ı dava edinmiş, gayesi de ihlâs ve samimiyetle onu yaşamak olmuştur. Mekke'de onu yaşayacak zemin oluşmadığı için, inançlarının yaşanacağı yer olan Medine'ye hicret etmişlerdir.
İnananların dünyayı değil, Allah ve Resulünün sevgisini kalbine koymaları, kalplerini masivadan uzak tutmaları lazımdır. Ancak o takdirde mü'min, herşeyini Allah'a ve Resulüne adayabilir. Zira kalplerinde Allah ve Resulünden gayrisine muhabbet bulunmuş olsaydı sahabe, herşeyini terk edip Medine'ye hicret edemezdi.
Sahabenin hicretinden alınacak bir başka ders de, mü'minlerin ancak kardeş olabileceği gerçeğini bilmeleri ve yaşamalarıdır. İnananlar ancak kardeştir. Şu bir gerçektir ki; nefislerini Allah için birbirine feda eden mü'minlerin, aşamayacağı engel ve zorluk, başaramayacağı iş yoktur.
Samimiyet ve ihlâs sahibi mü'min bilsin ki; Allah, kuluna karşı, kişinin nefsine olan merhametinden daha da merhametlidir. O, rahmeti gereği, her türlü zorlukta kullarına lütuf kapılarını açar. Bu hususta mü'minin Rabbı'na tam bir itikat ve teslimiyetle bağlanması şarttır. Zira, hayır ve şer Allah'tandır. Bu hallerde Allah, kullarını dener. Hayır anında kulun şükretmesi, şer anında sabretmesi de kulluğun gereğidir. Hiçbir başarı kişinin kendisine ait olmayıp, Allah'ın lütfundandır. Bu itikat üzere olan, her türlü kaza ve bela anında Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden ümit kesmeden, lütuf kapılarında sadık bir bekçi gibi bekler. Allah da ona lütuf ve ihsan kapılarını açar. İşte Sahabe-i Kiram, bu mânâ ile her türlü güçlüğe sabredip, Allah'ın lütfunu beklemişler ve sonuç itibariyle, Medine kapıları kendilerine açılmıştır.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN
Ashabın, Allah ve Resûlü'ne olan iman ve sadakatleri; Mekke'nin müşriklerini çıldırtmış, kıskandırmış ve öyle bir noktaya getirmişti ki; kâinatı aydınlatan ilâhî nur bu kadar şiddetle zuhur etmesine rağmen, onlar gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış; nefretleri, işkenceleri, eziyetleri ve de zilletleri çoğalmıştı. Hele Medine'den gelen 75 kadar sahabenin Resûlullah'a biatı, onların hasedini bir kat daha artırmıştı.
Diğer yandan, Allah ve Peygamber aşkı sahabeyi öyle bir noktaya getirmişti ki; ne pahasına olursa olsun mukaddes imanlarının yaşanacağı bir aziz beldeyi arar olmuşlardı. Bu sebeple sahabe Allah Resûlü'ne müracaat ederek hicret için izin istediler. Fahr-i Kâinat Efendimiz, Medine'ye hicreti müsaade buyurdular. Sahabe gizliden ve de gece vakti bölük bölük Mekke'yi terk edip Medine'ye hicret etmeye başladılar. Sadece Hattaboğlu Ömer (ra), açıktan hicret etmiştir. İşin farkına varan Kureyşliler, gidenlere mâni olmaya çalışıyorlardı. Bir kısmını zorla alıkoydular. Karı-koca arasına girerek, onları birbirlerinden ayırıp; Kureyş'ten olan kadınların kocalarıyla birlikte gitmelerine müsaade etmediler.
Aziz beldede Hz. Peygamber (sav), Hz. Ebubekir, Hz. Ali (ra), hastalar ve de tutuklu birkaç Müslüman kalmışlardı.
Hicretin hikmetleri
Hicret, sahabenin hayatında çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu münasebetle, sahabenin hicretindeki çok ciddî nüktelerden bazılarını dikkatlerinize sunmak istiyoruz:
Herşeyden önce, ashabın ihlâs ve de samimiyetinin ne kadar yüksek bir boyuta ulaşmış olduğu görülmektedir. Hiç şüphesiz ki, bu ihlas Allah'a ve Resûlünedir. Onların ihlâs ve samimiyetleri, senelerce yaşadıkları anavatanlarından hiçbir yorum yapmadan çıkmalarını temin edecek seviyeye ulaşmıştır. Zira bir insanın evini, malını kendine ait olan herşeyini; bir anda tamamen terk ederek bir başka bölgeye hicret etmesi, ancak emsali görülmemiş bir teslimiyetin ifadesi olabilir. Sahabeyi emsalsiz yapan da, Peygamber'e olan sonsuz teslimiyetleri, ihlâs ve samimiyetleridir.
Ayrıca ashab, vatanından hicret ederken, Medine'de kendilerine ait ne bir ev, ne de bir karış toprağın olmadığını biliyorlardı. Onların tek güvencesi, Medineli Müslümanların İslâm kardeşliğidir. Bu kardeşliğin onları ferahlatacağını biliyorlardı.
Allah ve Resûlünün, her daim kardeşliği emretmelerindeki bir nükte de, gerçek İslâm kardeşliğinin Allah'a ve Resûlüne olan iman ve itimadı artırmasıdır. Kişiyi sıkıntılı ve çileli anlarında, hatta itikadının sarsılmaya başladığı anlarda bile ayakta tutan unsurların başında, kardeşinde gördüğü ihlâs, samimiyet, fedakârlık ve sevgi gelir. Ondaki bu güzel hasletlerle eriyen insanın gözünde dünya, eziyet ve nimetleriyle küçülür. Kişi kardeşinde Allah'dan, Resûlünden ve dostlarından bir iz görür. Bu ize tutunur ve aydınlık yolda sabit kadem olur. Yine hicret olayı ile sahabenin dünyalık hiçbir şey istemedikleri de ortaya çıkmaktadır. Onların gönlünde sadece Allah ve Resulüne olan sevgi kalmıştı. İşte bu sevgi onlarda, sadece dini yaşama arzusunu derinleştirmişti. Allah sevgisini kaybedeceği endişesi, sahabenin takva hayatını ortaya koyan tek ölçüydü. Ayrıca; dikkat edilirse, Mekke çile ve meşakkatin ve de işkencenin beşiği olmuştu. Böyle bir mekandan inananlååå"arın kurtulması zor belki de imkânsızdı. Durum ise, bundan tamamen farklı olmuştur. Hicretle beraber, Allah'ın lütfunun tecelli edip, yeni bir imkânın zuhur ettiği gerçeği ortaya çıkmıştır. İşte Medine bu lütfun ifadesidir.
Sahabenin hicretinden inananların alması gereken dersler
Müminin, imanında ısrarlı ve isabetli olabilmesi için, kesinlikle takva halini yaşaması; bir başka ifade ile muttaki olması lüzumludur.
Mü'minin, İslâm'a ihlâs ve samimiyetle bağlanması, onun bütün meselesinin İslâm olması şarttır. Dikkat edilirse sahabe, sadece İslam'ı dava edinmiş, gayesi de ihlâs ve samimiyetle onu yaşamak olmuştur. Mekke'de onu yaşayacak zemin oluşmadığı için, inançlarının yaşanacağı yer olan Medine'ye hicret etmişlerdir.
İnananların dünyayı değil, Allah ve Resulünün sevgisini kalbine koymaları, kalplerini masivadan uzak tutmaları lazımdır. Ancak o takdirde mü'min, herşeyini Allah'a ve Resulüne adayabilir. Zira kalplerinde Allah ve Resulünden gayrisine muhabbet bulunmuş olsaydı sahabe, herşeyini terk edip Medine'ye hicret edemezdi.
Sahabenin hicretinden alınacak bir başka ders de, mü'minlerin ancak kardeş olabileceği gerçeğini bilmeleri ve yaşamalarıdır. İnananlar ancak kardeştir. Şu bir gerçektir ki; nefislerini Allah için birbirine feda eden mü'minlerin, aşamayacağı engel ve zorluk, başaramayacağı iş yoktur.
Samimiyet ve ihlâs sahibi mü'min bilsin ki; Allah, kuluna karşı, kişinin nefsine olan merhametinden daha da merhametlidir. O, rahmeti gereği, her türlü zorlukta kullarına lütuf kapılarını açar. Bu hususta mü'minin Rabbı'na tam bir itikat ve teslimiyetle bağlanması şarttır. Zira, hayır ve şer Allah'tandır. Bu hallerde Allah, kullarını dener. Hayır anında kulun şükretmesi, şer anında sabretmesi de kulluğun gereğidir. Hiçbir başarı kişinin kendisine ait olmayıp, Allah'ın lütfundandır. Bu itikat üzere olan, her türlü kaza ve bela anında Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden ümit kesmeden, lütuf kapılarında sadık bir bekçi gibi bekler. Allah da ona lütuf ve ihsan kapılarını açar. İşte Sahabe-i Kiram, bu mânâ ile her türlü güçlüğe sabredip, Allah'ın lütfunu beklemişler ve sonuç itibariyle, Medine kapıları kendilerine açılmıştır.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN