Geçen 20 Mayıs günü İstanbul'da iki, hâttâ üç cins Çerkez gördüm.
"Çerkez" sözcüğünü malûm ilânı verenlerin tercih ettiği gibi "s" ile değil, Türkiye'de alışılageldiği şekilde ve Türkçe ses uyumuna uygun "z" ile yazma yolunu seçtiğimi dikkatli okuyucu umarım fark etmiştir.
İlk ve en büyük grup Çerkezler Çağlayan Meydanı'nda 137 yıldır olduğu gibi Türk Bayrağı'nın koruyucu ve birleştirici şemsiyesi altında bulunmayı tercih edenlerdi.
Onlar bizle beraber ay-yıldızlı Türk bayrağını salladılar, önce gür bir sesle ve övünerek İstiklâl Marşı'nı, sonra Gençlik Marşı'nı, daha sonra da "Bu Vatan bizimdir, bizim kalacak" türküsünü söylediler.
Onlardan hiç farkımız yoktu, onlar bizdendi, onlar "biz"di.
Diğer grup Çerkezler o bayrağın altında bulunmayıp aynı gün akşamüzeri Salacak sahilinden denize, Kızkulesi'ne doğru hiç anlamadığım yabancı bir dilde ağıtlarını ve çiçeklerini bıraktılar.
Verdikleri ilânda 137 yıldır kendilerine kucak açan Türk topraklarını "diaspora" olarak adlandırdılar, kendilerini bizden farklı kıldılar, dillerini, ağıtlarını, endişelerini farklılaştırdılar.
Gelin o vesile ile yazdığım cümleyi bir defa daha okuyalım:
"137 yıldır Türkiye'de barındıkları halde kendilerini halâ daha diasporada addedenlere ben de yabancı gözü ile bakarsam, haksız mıyım?" (23 Mayıs 2001)
Burada kastedilenler; "kendilerini diasporada addedenler"dir. Çağlayan'da bulunanlar veya o akşam Osmanbey'de gezerken aralarından geçtiğim binlerce insanın içinde bulunduğu halde farkını farketmediğim, farklılıklarını asla öne çıkarmayan üçüncü grup Çerkezler değildir.
Salacak sahilindeki "dilleri var bizim dile benzemez" Çerkezlerdir.
Çünkü onlar yabancı bir dilde hiç anlamadığım bir şeyler söylediler.
Halbuki "biz" Çağlayan'da o gün; T.C. Anayasası'nın 3'üncü Maddesinde ifade edilen "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî Marşı İstiklâl Marşı'dır. Başkenti Ankara'dır" hükmünün lâfzına yüzde yüz inanmış yüzbinlerle beraber "Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl" dedik, "Dağ başını duman almış" dedik, "Bu Vatan bizimdir" dedik. Hepimi"z" anladık, hepimi"z" coştuk, hepimi"z" heyecanlandık.
Orada hepimiz "biz"dik.
Türkçe neşelendik, Türkçe sevindik, Türkçe gururlandık.
Biz 6000 yıldır vardık, Kopenhag'dan önce de vardık, ama Salacak sahilindekiler Kopenhag'dan önce neden yoktular, neden Kızkulesi'ne "yabancı bir dilde" ağıt bırakmadılar?
O son cümlemden rahatsız olarak gazeteye üzüntülerini bildiren ve rahatsızlık duyan dostlar benim de Salacak sahilinde olanlardan rahatsızlık duyma hakkımı teslim etmelidirler.
Ve bence rahatsızlıklarını ifade eden mesajın adresini yanlış seçmişlerdir. Rahatsızlıklarını belirtecekleri doğru adres Yenimesaj Gazetesi değil, kendilerini "diaspora"da addedenler olmalıydı.
Sözlerimiz onlaradır.
O halde Arif Nihat Asya'nın şu dörtlüklerini yeni bir keyifle okuyalım;
"Kopardılar ayı gökten,
Bir ipek dala astılar...
Yurt dediler gölgesine
Ayaklarını bastılar.
***
Yeryüzünün göbeğinde
Kuruldu Kurultayları...
Günleri sönmek bilmedi,
Yere düşmedi ayları.
***
Onlardan kaldı bu toprak...
Biz gezip tozmayalım mı?
Yabanlar kıskanır diye
Destan da yazmayalım mı?
Koca şair "Türkçe" yazmış, ve ne güzel yazmış değil mi?
"Çerkez" sözcüğünü malûm ilânı verenlerin tercih ettiği gibi "s" ile değil, Türkiye'de alışılageldiği şekilde ve Türkçe ses uyumuna uygun "z" ile yazma yolunu seçtiğimi dikkatli okuyucu umarım fark etmiştir.
İlk ve en büyük grup Çerkezler Çağlayan Meydanı'nda 137 yıldır olduğu gibi Türk Bayrağı'nın koruyucu ve birleştirici şemsiyesi altında bulunmayı tercih edenlerdi.
Onlar bizle beraber ay-yıldızlı Türk bayrağını salladılar, önce gür bir sesle ve övünerek İstiklâl Marşı'nı, sonra Gençlik Marşı'nı, daha sonra da "Bu Vatan bizimdir, bizim kalacak" türküsünü söylediler.
Onlardan hiç farkımız yoktu, onlar bizdendi, onlar "biz"di.
Diğer grup Çerkezler o bayrağın altında bulunmayıp aynı gün akşamüzeri Salacak sahilinden denize, Kızkulesi'ne doğru hiç anlamadığım yabancı bir dilde ağıtlarını ve çiçeklerini bıraktılar.
Verdikleri ilânda 137 yıldır kendilerine kucak açan Türk topraklarını "diaspora" olarak adlandırdılar, kendilerini bizden farklı kıldılar, dillerini, ağıtlarını, endişelerini farklılaştırdılar.
Gelin o vesile ile yazdığım cümleyi bir defa daha okuyalım:
"137 yıldır Türkiye'de barındıkları halde kendilerini halâ daha diasporada addedenlere ben de yabancı gözü ile bakarsam, haksız mıyım?" (23 Mayıs 2001)
Burada kastedilenler; "kendilerini diasporada addedenler"dir. Çağlayan'da bulunanlar veya o akşam Osmanbey'de gezerken aralarından geçtiğim binlerce insanın içinde bulunduğu halde farkını farketmediğim, farklılıklarını asla öne çıkarmayan üçüncü grup Çerkezler değildir.
Salacak sahilindeki "dilleri var bizim dile benzemez" Çerkezlerdir.
Çünkü onlar yabancı bir dilde hiç anlamadığım bir şeyler söylediler.
Halbuki "biz" Çağlayan'da o gün; T.C. Anayasası'nın 3'üncü Maddesinde ifade edilen "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî Marşı İstiklâl Marşı'dır. Başkenti Ankara'dır" hükmünün lâfzına yüzde yüz inanmış yüzbinlerle beraber "Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl" dedik, "Dağ başını duman almış" dedik, "Bu Vatan bizimdir" dedik. Hepimi"z" anladık, hepimi"z" coştuk, hepimi"z" heyecanlandık.
Orada hepimiz "biz"dik.
Türkçe neşelendik, Türkçe sevindik, Türkçe gururlandık.
Biz 6000 yıldır vardık, Kopenhag'dan önce de vardık, ama Salacak sahilindekiler Kopenhag'dan önce neden yoktular, neden Kızkulesi'ne "yabancı bir dilde" ağıt bırakmadılar?
O son cümlemden rahatsız olarak gazeteye üzüntülerini bildiren ve rahatsızlık duyan dostlar benim de Salacak sahilinde olanlardan rahatsızlık duyma hakkımı teslim etmelidirler.
Ve bence rahatsızlıklarını ifade eden mesajın adresini yanlış seçmişlerdir. Rahatsızlıklarını belirtecekleri doğru adres Yenimesaj Gazetesi değil, kendilerini "diaspora"da addedenler olmalıydı.
Sözlerimiz onlaradır.
O halde Arif Nihat Asya'nın şu dörtlüklerini yeni bir keyifle okuyalım;
"Kopardılar ayı gökten,
Bir ipek dala astılar...
Yurt dediler gölgesine
Ayaklarını bastılar.
***
Yeryüzünün göbeğinde
Kuruldu Kurultayları...
Günleri sönmek bilmedi,
Yere düşmedi ayları.
***
Onlardan kaldı bu toprak...
Biz gezip tozmayalım mı?
Yabanlar kıskanır diye
Destan da yazmayalım mı?
Koca şair "Türkçe" yazmış, ve ne güzel yazmış değil mi?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002