BOP ülkemizin ve dünyanın gündemine hakim olmuş durumda. Bugüne kadar bölgede yaşananlar bu projenin bölgeyi işgal ve istila hareketi olduğunu açıkça gösteriyor.
Yeni dünya düzeni adına ortaya konan senaryoların fikir babalarının, proje mimarlarının ve uygulayıcı aktörlerin aynı kişiler olması BOP'un ne olup olmadığını hiçbir şüpheye meydan vermeyecek şekilde gözler önüne sermektedir.
28-29 Haziranda yapılacak olan NATO zirvesi için İstanbul'un seçilmesi de ayrıca irdelenmesi gerekir. Bir başka düşünülmesi gereken konu da bu zirve öncesinde G-8'lerin ABD'de toplanması ve bu toplantıya başta Türkiye olmak üzere bazı Arap ülkelerinin de davet edilmesi.
Yani dünyanın hakim güçleri G-8'ler, kendi aralarında yapacakları toplantıya bizi ve bölgemizden bazı devletleri niçin çağırıyorlar?
G-8'ler kendi aralarında siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alanlarda her türlü fikir ve işbirliğini konuşabilirler. Zaten bunu da hep yapıyorlar. Ancak böyle bir toplantıya İstanbul NATO zirvesi öncesinde bazı Arap ülkelerini çağırmaları bugüne kadar ki teamüllerine bakılırsa bir müzakere veya karşılıklı konuşma, anlaşma ve dayanışmadan ziyade, alınan kararlarda ilgili evödevlerini bildirme toplantısı olacağı muhakkaktır.
Bazı Arap ülkelerinin davet edildikleri halde böyle bir toplantıya katılmayacak olmaları da üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
Medya haberlerine göre her iki zirvede de Türkiye'den siyasi, askeri, dini, ekonomik, kültürel açılardan destek isteneceği söylenmektedir. 5 başlık altında toplanan istekler aslında yine alınan kararların bir tebliğinden başka bir şey olmayacaktır.
Gerek konu başlıkları, gerekse görevlendirme mantığı kendi içinde dayatmadan başka bir şey değildir.
Zirvenin NATO adına yapılması bizim de NATO'ya bağlı olmamız münasebetiyle elimizi kolumuzu bağlamaktadır. İstanbul'da yapılması sözüm ona bir ev sahipliği payesiyle bir göz boyamanın yanında, bir taraftan Başkent Ankara'yı atlamak, bir taraftan da ülkemizi bölge ülkeleriyle karşı karşıya getirmek içindir.
Konu başlıkları itibariyle başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin -buna Kuzey Afrika ülkeleri de dahil- siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve dini yapılanmalarında G-8'lerin istekleri ve menfaatleri doğrultusunda köklü değişiklikler yapılacaktır.
Böyle bir operasyona G-8'lerin hakkı var mı yok mu bu bahis ayrı bir yazının konusu. Ama bu operasyonlara "Demokratik Ortak" sıfatıyla davet edilen Türk hükümetinin Başbakanı Sayın R. T. Erdoğan bu düzenlemelerin doğrudan müdahale şeklinde değil de alıştıra alıştıra yapılmasının daha doğru olacağını söylüyor. Bu mantık "idam kararına evet ama infaz şekline hayır" mantığıdır ki, neticede bazıların güçlerine güvenerek başkalarının yaşama hakkına müdahalesinden başka bir şey değildir.
Halbuki 5 bin yıllık devlet geleneği olan bir milletin Başbakanı öncelikle bu oyunun Türk milleti için oynandığını görmeli, ardından da hiçbir gücün bir başkasının yaşama hakkına müdahale hakkına sahip olmadığını, bu düzenlemelerin devletler ve milletler hukuku açısından kabulünün mümkün olmadığını söylemesi gerekirdi.
Batının pervasızca işlediği bu suç ve hata Türk hükümetinin dünya sahnesindeki yerini alması bakımından da tarihi bir fırsattır.
Köprülerin altından çok sular aktı ama hala gerçekler kendi gücünü dile getirecek ve onu bütün insanlığın ortak hayrına kullanacak iradeyi beklemektedir. Ve bu irade de hiç şüphesiz bağımsız bir irade olacaktır.
Yeni dünya düzeni adına ortaya konan senaryoların fikir babalarının, proje mimarlarının ve uygulayıcı aktörlerin aynı kişiler olması BOP'un ne olup olmadığını hiçbir şüpheye meydan vermeyecek şekilde gözler önüne sermektedir.
28-29 Haziranda yapılacak olan NATO zirvesi için İstanbul'un seçilmesi de ayrıca irdelenmesi gerekir. Bir başka düşünülmesi gereken konu da bu zirve öncesinde G-8'lerin ABD'de toplanması ve bu toplantıya başta Türkiye olmak üzere bazı Arap ülkelerinin de davet edilmesi.
Yani dünyanın hakim güçleri G-8'ler, kendi aralarında yapacakları toplantıya bizi ve bölgemizden bazı devletleri niçin çağırıyorlar?
G-8'ler kendi aralarında siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alanlarda her türlü fikir ve işbirliğini konuşabilirler. Zaten bunu da hep yapıyorlar. Ancak böyle bir toplantıya İstanbul NATO zirvesi öncesinde bazı Arap ülkelerini çağırmaları bugüne kadar ki teamüllerine bakılırsa bir müzakere veya karşılıklı konuşma, anlaşma ve dayanışmadan ziyade, alınan kararlarda ilgili evödevlerini bildirme toplantısı olacağı muhakkaktır.
Bazı Arap ülkelerinin davet edildikleri halde böyle bir toplantıya katılmayacak olmaları da üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
Medya haberlerine göre her iki zirvede de Türkiye'den siyasi, askeri, dini, ekonomik, kültürel açılardan destek isteneceği söylenmektedir. 5 başlık altında toplanan istekler aslında yine alınan kararların bir tebliğinden başka bir şey olmayacaktır.
Gerek konu başlıkları, gerekse görevlendirme mantığı kendi içinde dayatmadan başka bir şey değildir.
Zirvenin NATO adına yapılması bizim de NATO'ya bağlı olmamız münasebetiyle elimizi kolumuzu bağlamaktadır. İstanbul'da yapılması sözüm ona bir ev sahipliği payesiyle bir göz boyamanın yanında, bir taraftan Başkent Ankara'yı atlamak, bir taraftan da ülkemizi bölge ülkeleriyle karşı karşıya getirmek içindir.
Konu başlıkları itibariyle başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin -buna Kuzey Afrika ülkeleri de dahil- siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve dini yapılanmalarında G-8'lerin istekleri ve menfaatleri doğrultusunda köklü değişiklikler yapılacaktır.
Böyle bir operasyona G-8'lerin hakkı var mı yok mu bu bahis ayrı bir yazının konusu. Ama bu operasyonlara "Demokratik Ortak" sıfatıyla davet edilen Türk hükümetinin Başbakanı Sayın R. T. Erdoğan bu düzenlemelerin doğrudan müdahale şeklinde değil de alıştıra alıştıra yapılmasının daha doğru olacağını söylüyor. Bu mantık "idam kararına evet ama infaz şekline hayır" mantığıdır ki, neticede bazıların güçlerine güvenerek başkalarının yaşama hakkına müdahalesinden başka bir şey değildir.
Halbuki 5 bin yıllık devlet geleneği olan bir milletin Başbakanı öncelikle bu oyunun Türk milleti için oynandığını görmeli, ardından da hiçbir gücün bir başkasının yaşama hakkına müdahale hakkına sahip olmadığını, bu düzenlemelerin devletler ve milletler hukuku açısından kabulünün mümkün olmadığını söylemesi gerekirdi.
Batının pervasızca işlediği bu suç ve hata Türk hükümetinin dünya sahnesindeki yerini alması bakımından da tarihi bir fırsattır.
Köprülerin altından çok sular aktı ama hala gerçekler kendi gücünü dile getirecek ve onu bütün insanlığın ortak hayrına kullanacak iradeyi beklemektedir. Ve bu irade de hiç şüphesiz bağımsız bir irade olacaktır.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010