Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, YÖK yasası olarak bilinen yeni Yükseköretim Yasa Taslağı'nın yeni yasama dönemine kalabileceğininin sinyallerini verdi. Büyük ihtimalle de bir sonraki döneme kalacak.
YÖK kurulduğu günden bu yana Türkiye'nin en büyük sorunlarından birisi konumunda. Eğitim gibi hassas bir konuda, en yetkili kurullardan biri olan Yüksek Öğretim Kurulu'nun eğitim dünyamızda açtığı derin yaraya atılan her neşter, kan kaybının artmasından ve yaranın derinleşmesinden başka bir işe yaramıyor. Çünkü yara çok derine inmiş, kapsamlı bir ameliyata kesinlikle ihtiyaç var. Önceki dönemlerde yapılan pansuman niteliğindeki müdahaleler ve ağrı kesici hükmünde alınan ilaçlar, acıyı dindirmek bir yana, yan etkileriyle yarayı daha da dayanılmaz bir hale soktu. Kabul etmek zorundayız, YÖK kökünden değişmeli, YÖK yok edilmeli, bambaşka taze bir kurum oluşturulmalı. Öğrencisinden öğretim görevlisine kadar bütün herkes bunu can-ı gönülden arzuluyor.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in hazırladığı yeni Yüksek Öğretim Yasa Taslağı'na yöneltilen en büyük eleştiri, taslağın gizlilik içinde yapılması ve üniversite kurullarına danışılmaması olarak lanse edildi. Bu eleştiriyi yapanların başında da YÖK başkanı Kemal Gürüz ve bazı rektörler var. İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu'nun Hitler benzetmesi ise beni oldukça şaşırttı. Çünkü Kemal Alemdaroğlu'nun İstanbul Üniversitesi'ndeki uygulamalarını yakından bilen birisi olarak Hitler benzetmesine acayip derecede şaştım. 'Bu benzetmeyi Alemdaroğlu mu yapıyor' diye derin derin düşünmekten kendimi alamadım.
Taslakla ilgili birçok eleştiri yapılabilir, benim de taslakta içime sinmeyen bazı noktalar var. Ama Gürüz ve Alemdaroğlu gibi isimlerin yaptıkları eleştiriler, kuyruk acısından, polemikten ve tahrikten öte bir nitelik taşımıyor. Gürüz'ün görev süresi yakında doluyor, kaybedecek birşeyi kalmamış, aklı sıra kendisini kahraman yapmak niyetinde. Gürüz'ün Hükümete "365 milletvekiliniz var, ne yapacaksanız yapın!" tarzındaki tehditvari salvolarının arkasında, herşeyini kaybetmişlik duygusunun tetiklediği ve "kaybedecek bir şeyinin olmaması" olgusunun verdiği gözü karalık ve bu olgulardan mülhem kuru bir cesaret var. Yani bu tür tahrikler ve polemik tarzındaki sözde eleştiriler mühim şeyler değil.
Önceki gün Üniversitelerarası Kurul toplantısında rektörlerin görüş bildirme isteklerine de anlam veremiyorum. Bir önceki bakan Erkan Mumcu bu yasayı tartışmaya açtığı zaman neredeydiniz? Onu bir tarafa bırakın, bu taslak medyada tartışılmaya yaklaşık iki üç haftadır başladı. Nedense taslak tam da Meclis'e geleceği sırada böyle bir istekte bulunuluyor. Bana çok samimiyetsiz ve zaman kazanmaya yönelik bir girişim gibi geliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırladığı Yükseköğretim Kanunu Taslağı değişiklik yapılmadan yasalaşırsa 154 Üniversitelerarası Kurul, 33 YÖK üyesi, 53 rektör ve 475 dekanın görev süresi sona erecek. Bunun korkulacak bir tarafı yok. Ölme noktasına gelen hastaya taze kan veriliyor. Bugüne kadar hastanın iliklerine kadar inen ve yarayı derinleştiren irin ve kirli kandan kurtuluyoruz.
Bugüne kadar "muktedirliği" konusunda hayli tartışmanın yapıldığı AKP hükümetinin muktedirliği, bu yasa karşısında takınacağı tavırla doğru orantılı. Yasanın bir sonraki döneme tehir edilmesi bile bu muktedirliğin sağlanamadığını gösterir.
YÖK kurulduğu günden bu yana Türkiye'nin en büyük sorunlarından birisi konumunda. Eğitim gibi hassas bir konuda, en yetkili kurullardan biri olan Yüksek Öğretim Kurulu'nun eğitim dünyamızda açtığı derin yaraya atılan her neşter, kan kaybının artmasından ve yaranın derinleşmesinden başka bir işe yaramıyor. Çünkü yara çok derine inmiş, kapsamlı bir ameliyata kesinlikle ihtiyaç var. Önceki dönemlerde yapılan pansuman niteliğindeki müdahaleler ve ağrı kesici hükmünde alınan ilaçlar, acıyı dindirmek bir yana, yan etkileriyle yarayı daha da dayanılmaz bir hale soktu. Kabul etmek zorundayız, YÖK kökünden değişmeli, YÖK yok edilmeli, bambaşka taze bir kurum oluşturulmalı. Öğrencisinden öğretim görevlisine kadar bütün herkes bunu can-ı gönülden arzuluyor.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in hazırladığı yeni Yüksek Öğretim Yasa Taslağı'na yöneltilen en büyük eleştiri, taslağın gizlilik içinde yapılması ve üniversite kurullarına danışılmaması olarak lanse edildi. Bu eleştiriyi yapanların başında da YÖK başkanı Kemal Gürüz ve bazı rektörler var. İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu'nun Hitler benzetmesi ise beni oldukça şaşırttı. Çünkü Kemal Alemdaroğlu'nun İstanbul Üniversitesi'ndeki uygulamalarını yakından bilen birisi olarak Hitler benzetmesine acayip derecede şaştım. 'Bu benzetmeyi Alemdaroğlu mu yapıyor' diye derin derin düşünmekten kendimi alamadım.
Taslakla ilgili birçok eleştiri yapılabilir, benim de taslakta içime sinmeyen bazı noktalar var. Ama Gürüz ve Alemdaroğlu gibi isimlerin yaptıkları eleştiriler, kuyruk acısından, polemikten ve tahrikten öte bir nitelik taşımıyor. Gürüz'ün görev süresi yakında doluyor, kaybedecek birşeyi kalmamış, aklı sıra kendisini kahraman yapmak niyetinde. Gürüz'ün Hükümete "365 milletvekiliniz var, ne yapacaksanız yapın!" tarzındaki tehditvari salvolarının arkasında, herşeyini kaybetmişlik duygusunun tetiklediği ve "kaybedecek bir şeyinin olmaması" olgusunun verdiği gözü karalık ve bu olgulardan mülhem kuru bir cesaret var. Yani bu tür tahrikler ve polemik tarzındaki sözde eleştiriler mühim şeyler değil.
Önceki gün Üniversitelerarası Kurul toplantısında rektörlerin görüş bildirme isteklerine de anlam veremiyorum. Bir önceki bakan Erkan Mumcu bu yasayı tartışmaya açtığı zaman neredeydiniz? Onu bir tarafa bırakın, bu taslak medyada tartışılmaya yaklaşık iki üç haftadır başladı. Nedense taslak tam da Meclis'e geleceği sırada böyle bir istekte bulunuluyor. Bana çok samimiyetsiz ve zaman kazanmaya yönelik bir girişim gibi geliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırladığı Yükseköğretim Kanunu Taslağı değişiklik yapılmadan yasalaşırsa 154 Üniversitelerarası Kurul, 33 YÖK üyesi, 53 rektör ve 475 dekanın görev süresi sona erecek. Bunun korkulacak bir tarafı yok. Ölme noktasına gelen hastaya taze kan veriliyor. Bugüne kadar hastanın iliklerine kadar inen ve yarayı derinleştiren irin ve kirli kandan kurtuluyoruz.
Bugüne kadar "muktedirliği" konusunda hayli tartışmanın yapıldığı AKP hükümetinin muktedirliği, bu yasa karşısında takınacağı tavırla doğru orantılı. Yasanın bir sonraki döneme tehir edilmesi bile bu muktedirliğin sağlanamadığını gösterir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012