Teşkilatın en sıkıntılı günlerinde onunla Ankara'da çok nöbet tuttuk. Zor günler, kritik saatler hatta bazen öyle ki, dakikası ömre bedel anlarda hep seçilen ikiliydik.
Bir yandan içine atıldığımız ateşi söndürme heyecanı, diğer yandan geriye doğru işleyen zaman ve mutlaka yaşadığımız ikiyüzlülükler, söz verip yerine getirmemeler onu önce daraltır, sonra da bir abdestle ferahladıktan sonra yeniden toparlanırdı.
Bir masa başında elinde kağıt kalem olanları muhasebe süzgecinden geçirir, saatlik, günlük bir program çıkarır ardından biz mesai arkadaşlarına yeniden, yeniden görevler verirdi.
Bazen iş biter gibi olur, umutlar tazelenir, onun keyfi yerine gelir ama mutlaka, neredeyse -istisnası yok- işler yeniden krize girer, sarpa sarardı.
İşte o anlarda gerçekten kızardı... Haklıyken haksız düşürülüşümüze, haksızlığı anlatamamamıza, vefasızlığa kızardı... Ceviz kabuğunu doldurmayan hallere tükettiğimiz mesai için şunları söylerdi;
"Emin olun peşinden koştuğumuz iş, Kamu'nun Hak adına takibi olmasa ne pahasına olursa olsun her şeyi terkederdim."
Öyle derdi demesine ama gururu avucunun içine alır, hiç istemediği halde yeni bir kapı açılır mı umuduyla geriye geriye giden ayaklarına, ayakkabılarını bir kez daha giydirirdi.
Tüm fiziksel hastalığına rağmen iş başında dinçliğini hep korumaya çalışırdı. Duasıyla, zekasıyla oturduğu koltuğu doldurur, muhatabında mutlaka bir delik açardı.
Yanından ayırmadığı çantası hep ellerinin içindeydi. Bir de son günlerine kadar neredeyse hiç değiştiremediği, yeşil çizgili takım elbisesi vardı.
O, çanta ve elbisesine bürünmüş tertemiz bir yüz ve beden; okşayan, kuşatan, şefkatli hallerle bugünlerde çok aranan gerçek anlamda bir "dava adamı" idi.
Sıkıntılı anlarda derin bir âhh çekerdi. Hani dağların ötesinden duyulabilecek, dağları delecek cinsten bir âhh... O âhhlarda kendini anlatamamışlık da vardı.
Edep ve mizah... O'nu anlatabilecek herhalde en iyi iki kavramdı. Haya ile ve dünyayı çok da iplemeyen bir tarzla, Âhiretin odağına kâmilen oturtulduğu bir hayatı yaşadı...
Şu sözlerini unutmak ne mümkün;
"Yeğen, gözler geriye dönüp baktığı zaman bir eser görmek ister, onu yakalayabilirsek tüm yorgunluklar unutulur."
Yorgunluğunu azaltacak eseri ne kadar bulabildi bilinmez ama O, hep O yolun sadık bir yolcusu oldu.
O yolda O, kalpleri genişleten bir insandı. Unutulanı hatırlatandı. Bilinmeyen kıymeti idrake mutlaka sınırları çizilmiş tanımlamalarla anlatırdı.
Kutsal'ımızı hatırlatır, hiç unutmazdı...
Ve ne kadar da rahat ve bizim gibi birisiydi. Hiç bir derece kapısı koymazdı aramıza, hiç kimseye de koymazdı... Herşeyi konuşmak, paylaşmak en önemlisi anlayış bulmak, yol bulmak O'nunla çok kolaydı. Dert dinler, sıkıntı giderirdi.
Şu günlerde "hani ne kadar da çok ihtiyacımız var" dediğimiz şefkati ve hallerden bahsetmeyi O'nunla su gibi, ekmek gibi yapabilirdik.
O'nun varoluşundaki büyüklüğü hiç bir zaman kavrayamadık. Hiçbirimiz O'nun vedasına da inanmıyoruz. Bir ortak paydayla herkes O'nun için; bugün gitti, ha şimdi ha yarın, döndü dönecek diyor. Öyle gibi geliyor bizlere, yeğenlerine, dostlarına...
Hayatı taze, hatıraları taptaze olduğu için galiba, bundan olsa gerek...
Hiç birimiz ondan ayrı düşmeyi istemiyoruz. O hep hayatta olsun, bizlere en güzel dersleri en güzel bir üslûpla versin, bizleri kırkikindi kuşlarının getirdiği yağmurla ferahlatsın istiyoruz.
Zor günler bitmedi... Zor günlerin, zor saatlerin adamı şimdi kendisi için "kolaylıklar kapısının" sonuna kadar açıldığı bir dünyada, bizleri seyrediyor. Gülümseyerek, tebessümle ve de sanki "ben size dememiş miydim dünya böyledir, varın gidin oyalanmaya devam edin" diyerek...
Nur içinde yat Baki Hocamız, hepimizin Baki kalacak Hocası...
Bir yandan içine atıldığımız ateşi söndürme heyecanı, diğer yandan geriye doğru işleyen zaman ve mutlaka yaşadığımız ikiyüzlülükler, söz verip yerine getirmemeler onu önce daraltır, sonra da bir abdestle ferahladıktan sonra yeniden toparlanırdı.
Bir masa başında elinde kağıt kalem olanları muhasebe süzgecinden geçirir, saatlik, günlük bir program çıkarır ardından biz mesai arkadaşlarına yeniden, yeniden görevler verirdi.
Bazen iş biter gibi olur, umutlar tazelenir, onun keyfi yerine gelir ama mutlaka, neredeyse -istisnası yok- işler yeniden krize girer, sarpa sarardı.
İşte o anlarda gerçekten kızardı... Haklıyken haksız düşürülüşümüze, haksızlığı anlatamamamıza, vefasızlığa kızardı... Ceviz kabuğunu doldurmayan hallere tükettiğimiz mesai için şunları söylerdi;
"Emin olun peşinden koştuğumuz iş, Kamu'nun Hak adına takibi olmasa ne pahasına olursa olsun her şeyi terkederdim."
Öyle derdi demesine ama gururu avucunun içine alır, hiç istemediği halde yeni bir kapı açılır mı umuduyla geriye geriye giden ayaklarına, ayakkabılarını bir kez daha giydirirdi.
Tüm fiziksel hastalığına rağmen iş başında dinçliğini hep korumaya çalışırdı. Duasıyla, zekasıyla oturduğu koltuğu doldurur, muhatabında mutlaka bir delik açardı.
Yanından ayırmadığı çantası hep ellerinin içindeydi. Bir de son günlerine kadar neredeyse hiç değiştiremediği, yeşil çizgili takım elbisesi vardı.
O, çanta ve elbisesine bürünmüş tertemiz bir yüz ve beden; okşayan, kuşatan, şefkatli hallerle bugünlerde çok aranan gerçek anlamda bir "dava adamı" idi.
Sıkıntılı anlarda derin bir âhh çekerdi. Hani dağların ötesinden duyulabilecek, dağları delecek cinsten bir âhh... O âhhlarda kendini anlatamamışlık da vardı.
Edep ve mizah... O'nu anlatabilecek herhalde en iyi iki kavramdı. Haya ile ve dünyayı çok da iplemeyen bir tarzla, Âhiretin odağına kâmilen oturtulduğu bir hayatı yaşadı...
Şu sözlerini unutmak ne mümkün;
"Yeğen, gözler geriye dönüp baktığı zaman bir eser görmek ister, onu yakalayabilirsek tüm yorgunluklar unutulur."
Yorgunluğunu azaltacak eseri ne kadar bulabildi bilinmez ama O, hep O yolun sadık bir yolcusu oldu.
O yolda O, kalpleri genişleten bir insandı. Unutulanı hatırlatandı. Bilinmeyen kıymeti idrake mutlaka sınırları çizilmiş tanımlamalarla anlatırdı.
Kutsal'ımızı hatırlatır, hiç unutmazdı...
Ve ne kadar da rahat ve bizim gibi birisiydi. Hiç bir derece kapısı koymazdı aramıza, hiç kimseye de koymazdı... Herşeyi konuşmak, paylaşmak en önemlisi anlayış bulmak, yol bulmak O'nunla çok kolaydı. Dert dinler, sıkıntı giderirdi.
Şu günlerde "hani ne kadar da çok ihtiyacımız var" dediğimiz şefkati ve hallerden bahsetmeyi O'nunla su gibi, ekmek gibi yapabilirdik.
O'nun varoluşundaki büyüklüğü hiç bir zaman kavrayamadık. Hiçbirimiz O'nun vedasına da inanmıyoruz. Bir ortak paydayla herkes O'nun için; bugün gitti, ha şimdi ha yarın, döndü dönecek diyor. Öyle gibi geliyor bizlere, yeğenlerine, dostlarına...
Hayatı taze, hatıraları taptaze olduğu için galiba, bundan olsa gerek...
Hiç birimiz ondan ayrı düşmeyi istemiyoruz. O hep hayatta olsun, bizlere en güzel dersleri en güzel bir üslûpla versin, bizleri kırkikindi kuşlarının getirdiği yağmurla ferahlatsın istiyoruz.
Zor günler bitmedi... Zor günlerin, zor saatlerin adamı şimdi kendisi için "kolaylıklar kapısının" sonuna kadar açıldığı bir dünyada, bizleri seyrediyor. Gülümseyerek, tebessümle ve de sanki "ben size dememiş miydim dünya böyledir, varın gidin oyalanmaya devam edin" diyerek...
Nur içinde yat Baki Hocamız, hepimizin Baki kalacak Hocası...
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021