Savaşın yeniden başladığını ifade etmek için, onun belli bir süre kesilmiş olması gerekir. Hıristiyan Batılılarla savaşımız, hiç bitmediği ve kesintisiz olarak sürdüğünden yeniden başladığını söyleyemeyiz.
Evet, Batı dünyası ile sürekli savaş halindeydik. Ancak bu savaş dini, siyasi, ekonomik, kültürel ve diplomatik alanlarda yapılıyordu. Zaten askeri savaşlar, birinci tercih değil, zorunlu olduğunda başvurulan bir yöntemdir. Çünkü tecrübeli devlet adamları bilir ki, askeri savaşlarda yenen de az veya çok zarara uğramaktadır. Bundan dolayı "silâhlı savaşın kesin kazananı olmaz" denilmiştir.
Haçlı seferleriyle sürekli karşı karşıya olduğumuza göre, dostluk söylemleri ve ittifak antlaşmaları ne oluyor? Onlar sadece uyutma, avutma ve aldatmacadan ibarettir. Nitekim bu söylem ve antlaşmalara güvenerek her adım attığımızda hemen ihanete uğradık. Tarihi bırakınız, günümüzde yaşadığımız olaylar da bunun en canlı şahididir. Osmanlı Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey der ki: "Avrupa Devletleri tarihin hiçbir döneminde Osmanlı ile samimi dostluk tesis etmemişlerdir."
Bu gerçeğini unutan ve uyarılara kulak vermeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'ye karşı mücadele eden terör örgütlerini destekleyen ABD'ye, şimdi kalkmış sitemde bulunuyor. "Dostun biz miyiz, yoksa PYD mi?" diye soruyor. ABD'nin dostu olmaz, yalnız ve yalnız çıkarı olur. Çıkarına ters düştüğü an, çok rahatlıkla "PYD terör örgütüdür" der ve hiç de yüzü kızarmaz.
Batılılar, böyle sitemden anlamaz ve onu dikkate almazlar. Onlarla mutlaka eylemlerle konuşmak gerekir Daha yerinde bir deyişle, Türkiye, kendisine davranıldığı gibi karşı tarafa davranmalıdır. Bilindiği üzere aynıyla mukabele, yani misilleme devletlerin icaplarındandır.
Türkiye'nin devamlı savunmada kalması çok yanlıştır. Gücünüz olduğu halde onu kullanmazsanız güçsüz kabul edilir ve düşmanınızı cesaretlendirirsiniz. Dahası milletinizin de moralini bozar ve özgüvenini yitirmesine neden olursunuz. Peki, Türkiye ABD'ye karşı ne yapabilir? Yapabileceği çok şey var, ama en azından ilk olarak İncirlik Üssü'nü ABD'ye kapatmalı ve kararlılığını göstermelidir.
Türkiye Cumhuriyeti, Batılı emperyalistlerle mücadele ederek kurulmuştur. Bugün aynı emperyalistlerin, aynı saldırılarına muhatap oluyorsak, yapacağımız iş, ecdadımız gibi Milli Mücadele'yi yeniden başlatmaktır. Aslında Hıristiyan Batılılarla savaşımız hiç bitmediğine ve bitmeyeceğine göre, İstiklal Mücadelemiz de bitmemelidir. İstiklâl Mücadelesini tarihte olmuş ve bitmiş bir olay gibi görmek, Hıristiyan Batılıların tuzağına düşmek demektir.
İslâm dünyası yeni bir kuşatılmışlık içerisindedir. Bundan kurtulmanın yolu topyekûn birlik olmaktan geçer. İslâm ülkeleri birlikte hareket ederlerse, ancak o zaman Hıristiyan Batılıların emellerine engel olabilirler.
Hıristiyan Batılılar, Birinci Dünya Savaşı öncesinde de bugünkü gibi Osmanlı'yı parçalamayı plânlamışlardı. Sultan Abdülhamid, bu durumu hatıratında şöyle anlatır: "Avrupa'nın büyük devletleri dünyayı bölüşmeye çıkmışlardı. Bu ülkeler arasında Osmanlı da vardı. Ben bu kuvvetin önünde tek başıma duramazdım, buna kuvvetim yetmezdi. Yapabileceğim tek şey, aralarındaki rekabetten yararlanıp her birine daha büyük lokma ümidi ile birini ötekine düşürmekti. Bizi parçalamak için birleşmiş düşmanlarımıza karşı parçalanmış İslâm dünyasını birleştirmekten başka zaten yol yoktu. Bunun bilincindeydim. Elimden geleni yaptım."
Türkiye'nin izleyeceği politika da işte böyle İslâm dünyasını birleştirmeye yönelik olmalıdır. Bu, hiç de zannedildiği kadar zor olmaz. Bunu zorlaştıran ve imkânsız gösteren dış düşmanlar ve yerli işbirlikçilerdir.
Evet, Batı dünyası ile sürekli savaş halindeydik. Ancak bu savaş dini, siyasi, ekonomik, kültürel ve diplomatik alanlarda yapılıyordu. Zaten askeri savaşlar, birinci tercih değil, zorunlu olduğunda başvurulan bir yöntemdir. Çünkü tecrübeli devlet adamları bilir ki, askeri savaşlarda yenen de az veya çok zarara uğramaktadır. Bundan dolayı "silâhlı savaşın kesin kazananı olmaz" denilmiştir.
Haçlı seferleriyle sürekli karşı karşıya olduğumuza göre, dostluk söylemleri ve ittifak antlaşmaları ne oluyor? Onlar sadece uyutma, avutma ve aldatmacadan ibarettir. Nitekim bu söylem ve antlaşmalara güvenerek her adım attığımızda hemen ihanete uğradık. Tarihi bırakınız, günümüzde yaşadığımız olaylar da bunun en canlı şahididir. Osmanlı Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey der ki: "Avrupa Devletleri tarihin hiçbir döneminde Osmanlı ile samimi dostluk tesis etmemişlerdir."
Bu gerçeğini unutan ve uyarılara kulak vermeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'ye karşı mücadele eden terör örgütlerini destekleyen ABD'ye, şimdi kalkmış sitemde bulunuyor. "Dostun biz miyiz, yoksa PYD mi?" diye soruyor. ABD'nin dostu olmaz, yalnız ve yalnız çıkarı olur. Çıkarına ters düştüğü an, çok rahatlıkla "PYD terör örgütüdür" der ve hiç de yüzü kızarmaz.
Batılılar, böyle sitemden anlamaz ve onu dikkate almazlar. Onlarla mutlaka eylemlerle konuşmak gerekir Daha yerinde bir deyişle, Türkiye, kendisine davranıldığı gibi karşı tarafa davranmalıdır. Bilindiği üzere aynıyla mukabele, yani misilleme devletlerin icaplarındandır.
Türkiye'nin devamlı savunmada kalması çok yanlıştır. Gücünüz olduğu halde onu kullanmazsanız güçsüz kabul edilir ve düşmanınızı cesaretlendirirsiniz. Dahası milletinizin de moralini bozar ve özgüvenini yitirmesine neden olursunuz. Peki, Türkiye ABD'ye karşı ne yapabilir? Yapabileceği çok şey var, ama en azından ilk olarak İncirlik Üssü'nü ABD'ye kapatmalı ve kararlılığını göstermelidir.
Türkiye Cumhuriyeti, Batılı emperyalistlerle mücadele ederek kurulmuştur. Bugün aynı emperyalistlerin, aynı saldırılarına muhatap oluyorsak, yapacağımız iş, ecdadımız gibi Milli Mücadele'yi yeniden başlatmaktır. Aslında Hıristiyan Batılılarla savaşımız hiç bitmediğine ve bitmeyeceğine göre, İstiklal Mücadelemiz de bitmemelidir. İstiklâl Mücadelesini tarihte olmuş ve bitmiş bir olay gibi görmek, Hıristiyan Batılıların tuzağına düşmek demektir.
İslâm dünyası yeni bir kuşatılmışlık içerisindedir. Bundan kurtulmanın yolu topyekûn birlik olmaktan geçer. İslâm ülkeleri birlikte hareket ederlerse, ancak o zaman Hıristiyan Batılıların emellerine engel olabilirler.
Hıristiyan Batılılar, Birinci Dünya Savaşı öncesinde de bugünkü gibi Osmanlı'yı parçalamayı plânlamışlardı. Sultan Abdülhamid, bu durumu hatıratında şöyle anlatır: "Avrupa'nın büyük devletleri dünyayı bölüşmeye çıkmışlardı. Bu ülkeler arasında Osmanlı da vardı. Ben bu kuvvetin önünde tek başıma duramazdım, buna kuvvetim yetmezdi. Yapabileceğim tek şey, aralarındaki rekabetten yararlanıp her birine daha büyük lokma ümidi ile birini ötekine düşürmekti. Bizi parçalamak için birleşmiş düşmanlarımıza karşı parçalanmış İslâm dünyasını birleştirmekten başka zaten yol yoktu. Bunun bilincindeydim. Elimden geleni yaptım."
Türkiye'nin izleyeceği politika da işte böyle İslâm dünyasını birleştirmeye yönelik olmalıdır. Bu, hiç de zannedildiği kadar zor olmaz. Bunu zorlaştıran ve imkânsız gösteren dış düşmanlar ve yerli işbirlikçilerdir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018