Gittikçe daralan kelime hazinemizi moda tabiri ile "uydurukcanın" da yozlaştırmasına terkedince neyi nasıl ifade edeceğimizi de iyice şaşırmış durumdayız.
Dikkat edilirse sıkıntı sadece dilde değil. Hemen her konuda olması gereken ortak değerlerimizi gittikçe kaybediyoruz.
Aile, komşuluk, arkadaşlık, meslekdaşlık, hemşehrilik vb. gibi bilhassa milletimiz için çok önemli konularda bile ortak değer kabul edileceğimiz neyimiz kaldı? İnanç mı, kültür mü, örf mü, adet mi, gelenek mi? Evet neyimiz kaldı? Din mi, dil mi, eğlence mi, folklor mü, bayram mı?
Şöyle bir bakarsak ve kendi kendimize bir sorabilsek. Bugün millet olarak, gencimiz-ihtiyarımız, kentlimiz, köylümüz, işçimiz-patronumuz, memurumuz-amirimiz, siyasilerimiz-sivillerimiz, hepimiz şahsi ve tâli konular hariç milletimizi ve devletimizi yakınen ilgilendiren ana meselelerde bir ana kalbimizi, bir ana beynimiz ve bir ana dilimizi var mıdır?
Soruyu şöyle de sorabiliriz. Yine şahsi ve tali konular bir tarafa bir milletin, varlığı ve yokluğu ile ilgili meselelerde kimler kimin kalbiyle inanıyor, kimin beyni ile düşünüyor ve kimin dili ile konuşuyor?
Ortada toplumun sesi olacak toplum vicdanı, toplum şuuru var mı? Toplumun sesi, vicdanı ve şuuru olacak kıpırtılar, belirtiler, heyecanlar, umutlar var mı?
Bürokratımıza, aydınımıza, entelimize ve siyasilerimize bir bakalım. Kaç ayrı dille konuşuyor, kaç ayrı beyinle düşünüyor, kaç ayrı kalp ile inanıyorlar.
Oysa bir milletin ve bir devletin ortak dili, ortak beyni, ortak kalbi olmalı değil mi? Hani baba devlet, ana vatan, ana dil diyoruz ya...
Peki biz aynı kalbi, aynı beyni, aynı dili kullanmazsak nerde, nasıl ve niçin bir ve beraber olacağız? Neyin birliğini, neyin kalkınmışlığını, neyin gelişmişliğini, neyin büyüklüğünü nasıl düşünüp nasıl ifade edeceğiz?
Biz hangi kelimelere hangi düşünceleri hangi idealleri, hangi hedefleri, yükleyip de dünya sahnesinde kendimizi tanıtacağız?
Görülen o ki biz büyük olabilmeyi büyük kabul ettiklerimizin ayaklarının dibinde arayalı çok şeylerimizi kaybetmişiz. Hal böyle olunca kendi hesabı yerine başkalarının hesabına göre hareket etmeyi de meziyet saymışız.
Başkalarının hesabını yapmak için de onların kalbiyle inanmaya, onların beyni ile düşünmeyi ve onların dili ile konuşmaya başlamışız.
Yani biz "El atıyla yola devam etmeğe çalışıyoruz. Ama atalarımız "El atına binen erken iner" demişler.
Milli Eğitimdeki edebiyat ve tarih tartışmalarını düşünürken, Suud Kralı'nın Mekke-i Mükerreme'deki "Osmanlı kalesini yıktırdığı haberleri geldi..."
Halbuki biz Osmanlıyı çoktan yıkmış ve gömmüştük! Osmanlı'yı Ortadoğu'dan, Balkanlardan, Kafkaslardan yıllar önce atmıştık. Şimdi Anadolu'dan da zaman tüneli içerisinde iyice yok etmeye çalışmıyor muyuz?
Korkarım biz bu konuda kraldan biraz daha fazla kralcıyız. Hani devletlerin ve milletlerin hayatında devamlılık esastı?
Bakınız bakalım, "Batan geminin mallarından geriye ne kaldı?" Yarın ağlayanımız bile olmayabilir.
Dikkat edilirse sıkıntı sadece dilde değil. Hemen her konuda olması gereken ortak değerlerimizi gittikçe kaybediyoruz.
Aile, komşuluk, arkadaşlık, meslekdaşlık, hemşehrilik vb. gibi bilhassa milletimiz için çok önemli konularda bile ortak değer kabul edileceğimiz neyimiz kaldı? İnanç mı, kültür mü, örf mü, adet mi, gelenek mi? Evet neyimiz kaldı? Din mi, dil mi, eğlence mi, folklor mü, bayram mı?
Şöyle bir bakarsak ve kendi kendimize bir sorabilsek. Bugün millet olarak, gencimiz-ihtiyarımız, kentlimiz, köylümüz, işçimiz-patronumuz, memurumuz-amirimiz, siyasilerimiz-sivillerimiz, hepimiz şahsi ve tâli konular hariç milletimizi ve devletimizi yakınen ilgilendiren ana meselelerde bir ana kalbimizi, bir ana beynimiz ve bir ana dilimizi var mıdır?
Soruyu şöyle de sorabiliriz. Yine şahsi ve tali konular bir tarafa bir milletin, varlığı ve yokluğu ile ilgili meselelerde kimler kimin kalbiyle inanıyor, kimin beyni ile düşünüyor ve kimin dili ile konuşuyor?
Ortada toplumun sesi olacak toplum vicdanı, toplum şuuru var mı? Toplumun sesi, vicdanı ve şuuru olacak kıpırtılar, belirtiler, heyecanlar, umutlar var mı?
Bürokratımıza, aydınımıza, entelimize ve siyasilerimize bir bakalım. Kaç ayrı dille konuşuyor, kaç ayrı beyinle düşünüyor, kaç ayrı kalp ile inanıyorlar.
Oysa bir milletin ve bir devletin ortak dili, ortak beyni, ortak kalbi olmalı değil mi? Hani baba devlet, ana vatan, ana dil diyoruz ya...
Peki biz aynı kalbi, aynı beyni, aynı dili kullanmazsak nerde, nasıl ve niçin bir ve beraber olacağız? Neyin birliğini, neyin kalkınmışlığını, neyin gelişmişliğini, neyin büyüklüğünü nasıl düşünüp nasıl ifade edeceğiz?
Biz hangi kelimelere hangi düşünceleri hangi idealleri, hangi hedefleri, yükleyip de dünya sahnesinde kendimizi tanıtacağız?
Görülen o ki biz büyük olabilmeyi büyük kabul ettiklerimizin ayaklarının dibinde arayalı çok şeylerimizi kaybetmişiz. Hal böyle olunca kendi hesabı yerine başkalarının hesabına göre hareket etmeyi de meziyet saymışız.
Başkalarının hesabını yapmak için de onların kalbiyle inanmaya, onların beyni ile düşünmeyi ve onların dili ile konuşmaya başlamışız.
Yani biz "El atıyla yola devam etmeğe çalışıyoruz. Ama atalarımız "El atına binen erken iner" demişler.
Milli Eğitimdeki edebiyat ve tarih tartışmalarını düşünürken, Suud Kralı'nın Mekke-i Mükerreme'deki "Osmanlı kalesini yıktırdığı haberleri geldi..."
Halbuki biz Osmanlıyı çoktan yıkmış ve gömmüştük! Osmanlı'yı Ortadoğu'dan, Balkanlardan, Kafkaslardan yıllar önce atmıştık. Şimdi Anadolu'dan da zaman tüneli içerisinde iyice yok etmeye çalışmıyor muyuz?
Korkarım biz bu konuda kraldan biraz daha fazla kralcıyız. Hani devletlerin ve milletlerin hayatında devamlılık esastı?
Bakınız bakalım, "Batan geminin mallarından geriye ne kaldı?" Yarın ağlayanımız bile olmayabilir.
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010