17 Ağustos'ta yaşanan görüntüler hafızalardan hala silinmedi. Silinecek gibi de değil. Aradan belki bir nesil geçecek de, öyle silinecek gibi. Çünkü, her dem taptaze görüntüler zihinlere kazınmış durumda.
Milyonlarca insanı uykuda yakalayan, kentleri, sokakları yerle bir eden, onbinlerce kişinin yaşamını yitirdiği o korkunç sarsıntının üzerinden tam üç yıl geçti. Ve 17 Ağustos tarihi, bir milat gibi kaldı akıllarda ve yüreklerde. Depremzedelerin ise hayatında... Söz verilen kalıcı konutlar hala tamamlanamadı ve 50 bin kişi prefabrik konutlarda yaşamaya devam ediyor.
17 Ağustos tarihi unutulmadı, ama ya o sarsıntının açtığı yaralar!
Geçen üç yılda bu yaraları sarmak için neler yapıldı, depremzedelere verilen sözler yerine getirildi mi? Ölümlerin sorumluları şimdi nerede? Ve Türkiye, 17 Ağustos'un üçüncü yılında yaşadığı bu korkunç felaketle yüzleşmeye hazır mı? Acaba bu depremden gerekli dersleri çıkabildik mi? Deprem kuşağında yaşayan bir millet olarak, yeni depremlerle ortaya çıkabilecek bir faciayı önlemek için gerekli tedbirleri alabildik mi?
Maalesef bu sorulara "olumlu" cevap veremiyoruz.
Prof. Dr. Ahmet Ercan... Türkiye'nin yetiştirdiği "mümtaz" deprem uzmanlarından biri. Önceki akşam Meltev TV'de Muharrem Bayraktar'ın hazırlayıp sunduğu Diyalog programındaydı... Ahmet Ercan, rakamları dile getirerek, depremde kaybettiğimiz her vatan evladının Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi'ne 1.2 milyon dolara malolduğunu söyledi. Öyle ya, 17 Ağustos depreminin maliyeti 25 milyar dolardı. Resmi rakamlara göre, 16 bin 899 kişinin yaşamını yitirdiği bir felaketti bu. Bilanço, resmi olmayan rakamlarla 50 bin can kaybına kadar çıkıyor. Nitekim, Prof. Ercan'ın aktardığına göre, Rus deprem uzmanları hala can kaybının 45 bin olduğunda ısrar ediyor.
Türkiye, ölülerini sayamıyor mu yoksa imajı kurtarmak için mi 'felaket bilançosu' düşük gösteriliyor? Bu bir tartışma konusu. Belki de her ikisi de doğru.
Biz İstanbullular olarak, depremin şiddeti ve yeri konusunda bilgi verildiğinde, kulak kesiliyoruz ama iş "binaları güçlendirmeye, sağlam bina yapmaya" gelince, meselenin ciddiyetini kulak ardı ediyoruz! Mesele bu kadar basit... Gerçi bu bir imkan meselesi. Aynı zamanda da "bir umursama" sorunu. Maddi gücün olacak ki, sağlam bina yapasın! Gücün yoksa, oturup takdir-i ilahiyi beklemekten öte yapacağın bir şey de yok!
Bu işi üstlenmesi gereken Hazine ise, maşallah, faizcilere çalışıyor. Son 5 yılda faize giden meblağ, 130 milyar dolar. Aynı süre içinde sağlığa 2.5 milyar dolar, eğitime ise 19 milyar dolar harcamışız. 130 milyar dolarla neler yapılmaz ki? Depreme dayanıklı bir binanın maliyeti 20 bin dolar. 1 milyon konut için gerekli para 20 milyar dolar... İstanbul'u kurtarmak için gerekli olan sağlam konut sayısı ise 200 bin...
Yine Prof. Ercan'ın verdiği bilgiye göre, en kötü ihtimale göre hazırlanan senaryoya göre, İstanbul'da bir deprem olması halinde 100 bin insanımız hayatını yitirecek. Her 100 İstanbulludan biri hayata veda edecek! Bu kadar 'can'ı emniyet altına almanın bedeli ise 4 milyar dolar... Türkiye'nin bir yılda faize ödediği paranın 9'da biri...
Bu paraya kıyılmadığı için, muhtemel bir depremde bunu 100 milyar dolar olarak ödeyeceğiz.
Peki Hükümet yetkilileri bunun farkında değil mi? Elbette farkındalar... Ama Türkiye'ye giydirdikleri deli gömleği yani körolası IMF programı onların da elini kolunu bağlıyor. Bu programa göre, faize nihayetsiz para vermek serbest ama SSK'lının ve Bağ-Kur'lunun ilaç bedelini ödemek yasak!
Durum bu olunca, vatandaş tarafından Ankara'ya gönderilen şahıslar, temsil ettikleri fertleri ölüme terketmekten öte birşey yapamıyorlar!
Sözler havada kaldı
Hükümetin vatandaşına yaklaşım tarzı bu olunca, bırakın siz gelecek ile ilgili önlem almaya, geçmiş felaketin izleri bile henüz silinmiş değil. Yaklaşık 50 bin kişi hala prefabrik konutlarda yaşıyor. Devlet, depremzedeye verdiği sözü tutmadı, iki yıl önce bitirilmesi gereken kalıcı konutlar, 'kalıcı umutlar'a dönüştü. 94 bin konutun yıkıldığı deprem sonrası, sadece 35 bin kalıcı konut yapıldı. Tamamlanan kalıcı konutlara yerleşenlerin büyük bir kısmı altyapı sorunlarından ve ulaşım zorluğundan şikayetçi. Yani perişan durumdalar...
Barınma ile ilgili sorunların bir başka yüzü ise depremde hasar gören binalarla ilgili süreçte kendini gösteriyor. Uzmanlara göre, onarımı zamanında tamamlanamayan çok sayıdaki orta hasarlı bina, aradan geçen süre içinde ağır hasarlı duruma geldi. Deprem bölgesinde orta hasarlı raporu verilen 59 bin konutun ancak yarısı zamanında onarıldı. Diğer yarısının ise durumu belirsiz.
Sorumlular şimdi nerede?
Peki ya sorumlular? Deprem sonrası kamu vicdanını rahatlatmak için atılması gereken en önemli adım "Deprem öldürmez, bina öldürür" anlayışından yola çıkarak belirlenen sorumluların cezalandırılma süreciydi. Uzmanlar, 17 Ağustos'un hemen ardından, Kuzey Anadolu fay hattında böyle bir depremin uzun süredir beklendiğini söylerken, aslında çok önemli bir gerçeğe işaret ediyorlardı.
Madem ki böyle bir deprem bekleniyordu en azından yerel bazda neden hiç önlem alınmamıştı? Beklenen bir depremin gerçekleşmesiyle onbinlerce insan neden yaşamını yitirmişti? Kimdi bu felaketin acı bilançosunun sorumluları? O günden sonra artık yapılacak birşey yoktu, sorumlulardan yargı yoluyla hesap sormaktan başka...
17 Ağustos'tan bugüne, sanıklarının büyük bir kısmını müteahhitler ile yerel yönetim çalışanlarının oluşturduğu 3 bin 500'e yakın dava açıldı. Üç bini aşkın savcılık soruşturması başlatılırken, bunların çok az bir kısmı dava aşamasına gelebildi. Hiçbir belediye başkanı sanık sandalyesine oturmadı.
Devlet ise sadece vatandaşların açtığı tazminat davalarında sanık olabildi. Yıkımlardan birinci derecede sorumlu tutulan müteahhitler bulunamadı, bulunanlar da serbest bırakıldı. Ayrıca davaların görüldüğü bölgelerde mahkeme binalarının da enkaza dönüşmüş olması yargı sürecini uzatan bir başka sorun olarak hak arayanların karşısına çıktı.
Bu sarsıntı son değil
17 Ağustos felaketi üçüncü yılını doldururken, herkesin tekrarladığı bir gerçek var ki, o da Türkiye'nin deprem kuşağı üzerinde olduğu ve bu sarsıntının son olmayacağı. Özellikle İstanbul merkezli bir Marmara depremi, uzmanların sürekli uyarısını yaptığı, kapıda bekleyen bir tehlike. Depremin üçüncü yılına bir kaç gün kala İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın sözleri, yaşanan bu felaketten ders alınıp alınmadığı sorusunu yanıtlayacak nitelikte: "İstanbul henüz depreme hazır değil. Ancak finans ve hukuk desteğiyle birlikte yetki desteği de olursa, bir yıl içinde hazır hale gelir."
Gürtuna'nın, İstanbul'u depreme hazırlamak için hükümetten istediklerinin listesi de üç yıldır dillendirilen sözlerle aynı: "Kanunlar afete yönelik olarak tekrar gözden geçirilmeli. Kamu binaları acilen güçlendirilmeli. Hastane ve okullar, stratejik öneme sahip binalar acilen gözden geçirilmeli. Vatandaşlara binalarını güçlendirmeleri için kredi sağlanmalı..."
Bunlar yalın gerçekler ama kimse kılını kıpırdatmıyor. Ama deprem gelince, devleti idare eden herkes ayağa kalkacak ama maalesef böyle bir durumda vatandaş kalkamayacak!
Milyonlarca insanı uykuda yakalayan, kentleri, sokakları yerle bir eden, onbinlerce kişinin yaşamını yitirdiği o korkunç sarsıntının üzerinden tam üç yıl geçti. Ve 17 Ağustos tarihi, bir milat gibi kaldı akıllarda ve yüreklerde. Depremzedelerin ise hayatında... Söz verilen kalıcı konutlar hala tamamlanamadı ve 50 bin kişi prefabrik konutlarda yaşamaya devam ediyor.
17 Ağustos tarihi unutulmadı, ama ya o sarsıntının açtığı yaralar!
Geçen üç yılda bu yaraları sarmak için neler yapıldı, depremzedelere verilen sözler yerine getirildi mi? Ölümlerin sorumluları şimdi nerede? Ve Türkiye, 17 Ağustos'un üçüncü yılında yaşadığı bu korkunç felaketle yüzleşmeye hazır mı? Acaba bu depremden gerekli dersleri çıkabildik mi? Deprem kuşağında yaşayan bir millet olarak, yeni depremlerle ortaya çıkabilecek bir faciayı önlemek için gerekli tedbirleri alabildik mi?
Maalesef bu sorulara "olumlu" cevap veremiyoruz.
Prof. Dr. Ahmet Ercan... Türkiye'nin yetiştirdiği "mümtaz" deprem uzmanlarından biri. Önceki akşam Meltev TV'de Muharrem Bayraktar'ın hazırlayıp sunduğu Diyalog programındaydı... Ahmet Ercan, rakamları dile getirerek, depremde kaybettiğimiz her vatan evladının Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi'ne 1.2 milyon dolara malolduğunu söyledi. Öyle ya, 17 Ağustos depreminin maliyeti 25 milyar dolardı. Resmi rakamlara göre, 16 bin 899 kişinin yaşamını yitirdiği bir felaketti bu. Bilanço, resmi olmayan rakamlarla 50 bin can kaybına kadar çıkıyor. Nitekim, Prof. Ercan'ın aktardığına göre, Rus deprem uzmanları hala can kaybının 45 bin olduğunda ısrar ediyor.
Türkiye, ölülerini sayamıyor mu yoksa imajı kurtarmak için mi 'felaket bilançosu' düşük gösteriliyor? Bu bir tartışma konusu. Belki de her ikisi de doğru.
Biz İstanbullular olarak, depremin şiddeti ve yeri konusunda bilgi verildiğinde, kulak kesiliyoruz ama iş "binaları güçlendirmeye, sağlam bina yapmaya" gelince, meselenin ciddiyetini kulak ardı ediyoruz! Mesele bu kadar basit... Gerçi bu bir imkan meselesi. Aynı zamanda da "bir umursama" sorunu. Maddi gücün olacak ki, sağlam bina yapasın! Gücün yoksa, oturup takdir-i ilahiyi beklemekten öte yapacağın bir şey de yok!
Bu işi üstlenmesi gereken Hazine ise, maşallah, faizcilere çalışıyor. Son 5 yılda faize giden meblağ, 130 milyar dolar. Aynı süre içinde sağlığa 2.5 milyar dolar, eğitime ise 19 milyar dolar harcamışız. 130 milyar dolarla neler yapılmaz ki? Depreme dayanıklı bir binanın maliyeti 20 bin dolar. 1 milyon konut için gerekli para 20 milyar dolar... İstanbul'u kurtarmak için gerekli olan sağlam konut sayısı ise 200 bin...
Yine Prof. Ercan'ın verdiği bilgiye göre, en kötü ihtimale göre hazırlanan senaryoya göre, İstanbul'da bir deprem olması halinde 100 bin insanımız hayatını yitirecek. Her 100 İstanbulludan biri hayata veda edecek! Bu kadar 'can'ı emniyet altına almanın bedeli ise 4 milyar dolar... Türkiye'nin bir yılda faize ödediği paranın 9'da biri...
Bu paraya kıyılmadığı için, muhtemel bir depremde bunu 100 milyar dolar olarak ödeyeceğiz.
Peki Hükümet yetkilileri bunun farkında değil mi? Elbette farkındalar... Ama Türkiye'ye giydirdikleri deli gömleği yani körolası IMF programı onların da elini kolunu bağlıyor. Bu programa göre, faize nihayetsiz para vermek serbest ama SSK'lının ve Bağ-Kur'lunun ilaç bedelini ödemek yasak!
Durum bu olunca, vatandaş tarafından Ankara'ya gönderilen şahıslar, temsil ettikleri fertleri ölüme terketmekten öte birşey yapamıyorlar!
Sözler havada kaldı
Hükümetin vatandaşına yaklaşım tarzı bu olunca, bırakın siz gelecek ile ilgili önlem almaya, geçmiş felaketin izleri bile henüz silinmiş değil. Yaklaşık 50 bin kişi hala prefabrik konutlarda yaşıyor. Devlet, depremzedeye verdiği sözü tutmadı, iki yıl önce bitirilmesi gereken kalıcı konutlar, 'kalıcı umutlar'a dönüştü. 94 bin konutun yıkıldığı deprem sonrası, sadece 35 bin kalıcı konut yapıldı. Tamamlanan kalıcı konutlara yerleşenlerin büyük bir kısmı altyapı sorunlarından ve ulaşım zorluğundan şikayetçi. Yani perişan durumdalar...
Barınma ile ilgili sorunların bir başka yüzü ise depremde hasar gören binalarla ilgili süreçte kendini gösteriyor. Uzmanlara göre, onarımı zamanında tamamlanamayan çok sayıdaki orta hasarlı bina, aradan geçen süre içinde ağır hasarlı duruma geldi. Deprem bölgesinde orta hasarlı raporu verilen 59 bin konutun ancak yarısı zamanında onarıldı. Diğer yarısının ise durumu belirsiz.
Sorumlular şimdi nerede?
Peki ya sorumlular? Deprem sonrası kamu vicdanını rahatlatmak için atılması gereken en önemli adım "Deprem öldürmez, bina öldürür" anlayışından yola çıkarak belirlenen sorumluların cezalandırılma süreciydi. Uzmanlar, 17 Ağustos'un hemen ardından, Kuzey Anadolu fay hattında böyle bir depremin uzun süredir beklendiğini söylerken, aslında çok önemli bir gerçeğe işaret ediyorlardı.
Madem ki böyle bir deprem bekleniyordu en azından yerel bazda neden hiç önlem alınmamıştı? Beklenen bir depremin gerçekleşmesiyle onbinlerce insan neden yaşamını yitirmişti? Kimdi bu felaketin acı bilançosunun sorumluları? O günden sonra artık yapılacak birşey yoktu, sorumlulardan yargı yoluyla hesap sormaktan başka...
17 Ağustos'tan bugüne, sanıklarının büyük bir kısmını müteahhitler ile yerel yönetim çalışanlarının oluşturduğu 3 bin 500'e yakın dava açıldı. Üç bini aşkın savcılık soruşturması başlatılırken, bunların çok az bir kısmı dava aşamasına gelebildi. Hiçbir belediye başkanı sanık sandalyesine oturmadı.
Devlet ise sadece vatandaşların açtığı tazminat davalarında sanık olabildi. Yıkımlardan birinci derecede sorumlu tutulan müteahhitler bulunamadı, bulunanlar da serbest bırakıldı. Ayrıca davaların görüldüğü bölgelerde mahkeme binalarının da enkaza dönüşmüş olması yargı sürecini uzatan bir başka sorun olarak hak arayanların karşısına çıktı.
Bu sarsıntı son değil
17 Ağustos felaketi üçüncü yılını doldururken, herkesin tekrarladığı bir gerçek var ki, o da Türkiye'nin deprem kuşağı üzerinde olduğu ve bu sarsıntının son olmayacağı. Özellikle İstanbul merkezli bir Marmara depremi, uzmanların sürekli uyarısını yaptığı, kapıda bekleyen bir tehlike. Depremin üçüncü yılına bir kaç gün kala İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın sözleri, yaşanan bu felaketten ders alınıp alınmadığı sorusunu yanıtlayacak nitelikte: "İstanbul henüz depreme hazır değil. Ancak finans ve hukuk desteğiyle birlikte yetki desteği de olursa, bir yıl içinde hazır hale gelir."
Gürtuna'nın, İstanbul'u depreme hazırlamak için hükümetten istediklerinin listesi de üç yıldır dillendirilen sözlerle aynı: "Kanunlar afete yönelik olarak tekrar gözden geçirilmeli. Kamu binaları acilen güçlendirilmeli. Hastane ve okullar, stratejik öneme sahip binalar acilen gözden geçirilmeli. Vatandaşlara binalarını güçlendirmeleri için kredi sağlanmalı..."
Bunlar yalın gerçekler ama kimse kılını kıpırdatmıyor. Ama deprem gelince, devleti idare eden herkes ayağa kalkacak ama maalesef böyle bir durumda vatandaş kalkamayacak!
Recep Bahar / diğer yazıları
- ABD harika bir ekonomiye mi sahip? / 14.08.2018
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016