Kızgın güneşin karşısında kalmış kar yığını gibi erim erim eriyoruz.
Maddi kaynaklarımız eriyor, manevi kazanımlarımız, birikimlerimiz, hassasiyetlerimiz eriyor.
Şair demiş ya:
“Evvel yârin sevgilisi ben idim
Şimdi uzaklardan bakan ben oldum.”
Bu coğrafyanın sahipleri, bilmem kaç nesil geriye doğru dedeleri bu topraklarda yatan torunlar, dedelerinin mezarları ile birlikte topraklarını da kaybediyorlar.
Dedelerinin mezarlarının bulunduğu topraklarla beraber kaybettikleri daha önemli bir şey daha var; o da bu konudaki hassasiyetleri.
“Satılmışsa ne olmuş, alanlar kamyona mı doldurup götürecekler, topraklar yine burada…” tarzındaki umursamazlık, aymazlık ve ahmaklık toprak kaybından daha önemli kayıplar ne yazık ki.
Basiret körlüğü o kadar ilerlemiş ki, İsrail-Filistin arasındaki gelişmelerden ibret almıyorlar, İsrail ayağına yer ettikten sonra nasıl çayır biçer gibi Filistinlileri biçip kendi adamlarına yer açtığını, onların evlerini içindekilerle beraber yok edip gelecek olan Yahudilere yeni şehirler inşa ettiğini bile idrak edemiyorlar.
Erime çift yönlü, hatta çok yönlü devam ediyor.
Maddi kayıplar belki bir gün tekrar yerine gelir ama, eriyen hassasiyetler, suya düşmüş şeker gibi dağılıp giden ürpertiler, dünya yansa bir bağ otu yanmayacak derecede yaylaya dönen yürekler…
Yıllarca mihrabı işgal etmiş, yıllarca kürsülerden güya millete nasihat etmiş koca adamlara sayın Gülen’in; “Amerika dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır, şurada burada ondan habersiz hiçbir iş yapılamaz…” sözlerini hatırlatıyoruz, adam hiç tınmıyor, hiç ürpermiyor, kılı bile kıpırdamıyor.
Bu sözler bir Müslümanın ağzından çıkacak sözler midir, bu sözleri sarf edenler haşa Amerika’yı ilahlaştırmış olmuyor mu? Kendilerini takip edenlere; “sakın ha, Amerika’ya karşı gelmeyin, aklınızdan bile geçirmeyin, milyonlarca kardeşinizi katletmiş bile olsa ona karşı kaşlarınızı çatmayın” demiş olmuyorlar mı?
Satılan topraklar, satılan kurumlar belki bir gün geriye alınabilir ama eritilen ürpertiler, yok olan hassasiyetler, düşmanına aşık bir anlayış, nasıl ve ne zaman tedavi edilebilir?
Zaten toprak satışlarının hızlanması, madenlerin yabancılara verilmesi, özelleştirme adı altında devlet kurumlarının bir bir elden çıkarılması bu, düşmanını seven bir neslin yetişmesinden sonra olmadı mı?
Maddi kaynaklarımız eriyor, manevi kazanımlarımız, birikimlerimiz, hassasiyetlerimiz eriyor.
Şair demiş ya:
“Evvel yârin sevgilisi ben idim
Şimdi uzaklardan bakan ben oldum.”
Bu coğrafyanın sahipleri, bilmem kaç nesil geriye doğru dedeleri bu topraklarda yatan torunlar, dedelerinin mezarları ile birlikte topraklarını da kaybediyorlar.
Dedelerinin mezarlarının bulunduğu topraklarla beraber kaybettikleri daha önemli bir şey daha var; o da bu konudaki hassasiyetleri.
“Satılmışsa ne olmuş, alanlar kamyona mı doldurup götürecekler, topraklar yine burada…” tarzındaki umursamazlık, aymazlık ve ahmaklık toprak kaybından daha önemli kayıplar ne yazık ki.
Basiret körlüğü o kadar ilerlemiş ki, İsrail-Filistin arasındaki gelişmelerden ibret almıyorlar, İsrail ayağına yer ettikten sonra nasıl çayır biçer gibi Filistinlileri biçip kendi adamlarına yer açtığını, onların evlerini içindekilerle beraber yok edip gelecek olan Yahudilere yeni şehirler inşa ettiğini bile idrak edemiyorlar.
Erime çift yönlü, hatta çok yönlü devam ediyor.
Maddi kayıplar belki bir gün tekrar yerine gelir ama, eriyen hassasiyetler, suya düşmüş şeker gibi dağılıp giden ürpertiler, dünya yansa bir bağ otu yanmayacak derecede yaylaya dönen yürekler…
Yıllarca mihrabı işgal etmiş, yıllarca kürsülerden güya millete nasihat etmiş koca adamlara sayın Gülen’in; “Amerika dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır, şurada burada ondan habersiz hiçbir iş yapılamaz…” sözlerini hatırlatıyoruz, adam hiç tınmıyor, hiç ürpermiyor, kılı bile kıpırdamıyor.
Bu sözler bir Müslümanın ağzından çıkacak sözler midir, bu sözleri sarf edenler haşa Amerika’yı ilahlaştırmış olmuyor mu? Kendilerini takip edenlere; “sakın ha, Amerika’ya karşı gelmeyin, aklınızdan bile geçirmeyin, milyonlarca kardeşinizi katletmiş bile olsa ona karşı kaşlarınızı çatmayın” demiş olmuyorlar mı?
Satılan topraklar, satılan kurumlar belki bir gün geriye alınabilir ama eritilen ürpertiler, yok olan hassasiyetler, düşmanına aşık bir anlayış, nasıl ve ne zaman tedavi edilebilir?
Zaten toprak satışlarının hızlanması, madenlerin yabancılara verilmesi, özelleştirme adı altında devlet kurumlarının bir bir elden çıkarılması bu, düşmanını seven bir neslin yetişmesinden sonra olmadı mı?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- ‘İçi nasırlanmış elleri de yaz’ / 05.07.2025
- Kalemim elemime tercüman olabilseydi / 03.07.2025
- Ne olur? / 20.06.2025
- "Ben garip eşim garip/ Eşim yoldaşım garip" / 19.06.2025
- “Adana’da Ağustosta bulamadım yazımı Ağrı gibi başı duman kar ararsan işte ben” / 05.06.2025
- Emeklinin emeklemesi bile hayal oldu / 04.06.2025
- Olmuyor hacım olmuyor / 03.06.2025
- Mutlu musunuz? / 23.05.2025
- Bir gram güven bir kilo altından pahalı / 22.05.2025
- Gençlik Bayramında gençliğin hali / 20.05.2025
- Kalemim elemime tercüman olabilseydi / 03.07.2025
- Ne olur? / 20.06.2025
- "Ben garip eşim garip/ Eşim yoldaşım garip" / 19.06.2025
- “Adana’da Ağustosta bulamadım yazımı Ağrı gibi başı duman kar ararsan işte ben” / 05.06.2025
- Emeklinin emeklemesi bile hayal oldu / 04.06.2025
- Olmuyor hacım olmuyor / 03.06.2025
- Mutlu musunuz? / 23.05.2025
- Bir gram güven bir kilo altından pahalı / 22.05.2025
- Gençlik Bayramında gençliğin hali / 20.05.2025