Dün birinci bölümde FETÖ zihniyetinin tarihine bir kısa giriş yaptık ve Atatürk dışından iktidar olanlar ve de siyaset sahnesine çıkanların bu zihniyete nasıl teslim olduklarını iddia ettik. Bugün devam edelim.
Beraber yürüdükleri yolda paylaşım anlaşmazlığına düştüler. Bu anlaşmazlık ve akabinde gerçekleşen olaylar sözde 'din' ortak paydasında buluşanların, ortak paydasının menfaat olduğunu ortaya koydu.
Arka planda yaşanan olaylar, restleşmeler 17-25 Aralık sızmalarıyla deşifre oldu. Artık eski dostlar, düşman olmuştu.
Bu düşmanlığa bir isim, bir sebep ve de başlangıç bulunup, halkın ikna edilmesi lazımdı.
Sebep olarak 'vatana ihanet' kavramı kabul gördü. Başlangıç olarak 17-25 Aralık belirlendi.
İsim olarak ise 15 Temmuz 2016'dan sonra başlayan 'Vatana sahip çıkma' eylemlerinde organizatörler, milyonlarca insana bu yapılanmayı FETÖ, (Fetullahçı Terör Örgütü) diye tanıttılar. Artık isimde konulmuştu. O halde durmak yok, yola devam!
Eski dost düşman olur mu?
Oysa bahsedilen örgüt içindeki kişi ve kişileri 40-50 yıldır hepsi tanıyordu. Adları da belliydi. Nurcu, deniliyordu, Işık Evleri' deniliyordu. Said Nursi deniliyordu, Fethullah Gülen, Sızıntı, Samanyolu, Zaman gibi onlarca isim ve toplanma alanları vardı.
Pennsylvania'daki papaz eğer 2010'dan önce ölseydi, AKP önderliğinde devlet cenaze meresimi yapılır, her ilimizde gıyabi cenaze namazları tertip edilir, (haşa) Allah dostu, diye uğurlanırdı.
İşin organizatörleri, milletimizin bu sorgulamayı yapmasının önüne geçtikleri gibi bizim gibi sorgulayanların seslerini de bastırmak için büyük gayret gösterdiler.
Bizler, gücümüzün yettiği kadar bu sorgulamayı ve de bahsedilen yapının hem ülkemizde, hem de başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere değişik coğrafyalarda hemen her alanda böylesine mükemmel (!) yapılanma bir cemaat, bir vaiz işi değildir, diyor ve asıl faili, görün çağrısı yapıyorduk.
Bir daha soralım; FETÖ maskesinin altına saklanan asıl terör örgütü ve organizatörleri kimdir?
Said Nursi, Fethullah Gülen, Nurculuk bu büyük oyunun neresindedir? Bu kişiler ve yapılanmaları oyun kurucular mıdır yoksa oyuncuları mıdır?
En önemlisi ise dünden bugüne bütün siyasilerin, bürokrasinin, emniyetin, istihbaratın ve de askerlerin asıl oyun kurucuyu çok iyi bilmelerine rağmen itiraf bile edemeyişleridir!
Ortadaki küresel oyunun amacı
Bu noktada yine bu zihniyetin tarihi seyrini, kimlerin kimlerle, neler yaptığını, nelere nasıl izin verdiklerini, aralarındaki ilişkileri kabaca anlatmaya çalışacağım.
Ama ilk önce şu iki tarihi tespiti çok iyi anlamamız lazım ki, ortadaki küresel oyunun amacını çözelim.
Bunu çözmek için Merhum Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın şu tespiti ana formülümüz olsun;
"Esasen dünyada çarpışan inançlardır. Siyasi sebepler, iktisadi sebepler bunun görünen kısımlarıdır. Asıl temelde olan mücadele inançlarımızdır.
Yahudilerin ve Protestan ABD'lilerin, kutsal kitap olarak Ahd-i Atik'i kabul ederler. Protestanların inancına göre Mesih'in gelmesi ve Hıristiyanların "Tanrı'nın Krallığını" kurabilmeleri Yahudilerin Arz-ı Mevud'a sahip olmalarına bağlıdır. Vatikan'da aynı inançtadır.
Bu rüzgâr (milli ve manevi kimlik kaybı) bu topraklardan gelmedi. Bu rüzgâr çok ötelerden geldi. Onlar şunun hesabını yaptılar. Biz bütün orduları bir araya getirdik, Türk milletinin sırtını yere getiremedik.
O halde bunlarda biz öz var, onu almalıyız ki bunların da bizden farkı olmasın, geriye sadece posaları kalsın. İşte bu dinlerarası diyalog, medeniyetler arası diyalog safsatası bundan sonra icat edildi.
Bizim Müslüman olan kimliğimizi Türklüğümüzü elimizden almak için başlatılan bir Haçlı seferberliğidir. Haçlı bizi meydanlarda mağlup edemedi. Şimdi kültür yoluyla, siyaset ve medeniyet yoluyla mağlup etmeye çalışıyor."
Bu bakış açısıyla Haçlı-emperyalist zihniyet nihai hedeflerini birinci dünya savaşında tam gerçekleştirmek üzereyken Mustafa Kemal Atatürk bu hedeflerini durdurdu.
Baron de Guy Rothschild'in itirafıyla, 'Atatürk yüzünden planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık', demişti.
2. Dünya Savaşından sonra dünya yeniden dizayn edilmeye başlandı. Bu dizaynda, Türkiye'nin stratejik önemini ve Türk Milletinin cesaret ve asaletini de herkes çok iyi biliyordu.
Emperyalist Haçlı, savaş ile giremedikleri Anadolu'ya başka planlarla girmeye karar verdiler. Böylece hem Türkiye'yi, kendi saflarında tutacaklar, hem de Türk Milletini kontrol edebileceklerdi. Diğer taraftan Rusya'ya karşı da en önemli koz olarak Türkiye'yi kullanacaklardı.
Bu planın siyasi adımları İnönü döneminde atılmaya başlandı. ABD, İsmet İnönü hükümeti ile diyaloglarını sıklaştırmaya başlamıştı. Askeri, eğitim yardımları, ekonomik anlaşmalar, İsrail'in tanınması, İncirlik üssü temelinin atılması, Marshall yardımları ile bir mesafe almıştılar.
Ama ABD, CHP hükümeti ve İsmet İnönü ile Türkiye'yi, Rusya'ya karşı, kendi yanına çekemeyeceğini, çekse bile Türk Milletinin buna razı olmayacağını çok iyi biliyordu.
Aynı mantık 90'larda da ortaya konuldu. Erbakan ile hedeflerine ulaşamayacaklarını anlayan ABD, Merhum Prof. Dr. Haydar Baş'a geldi. Baş Hocamız, 'Benim satılacak imanım, verilecek vatanım yoktur' diyerek onları gönderdi. Sonra kime gittiklerini biliyorsunuz! Yarın üçüncü bölüm…
- MHP’de gömlek değiştirdi / 11.06.2025
- Mafya dönemi bitti organize suçlar dönemi başladı / 09.06.2025
- Devlet bağımsız ise yargı da bağımsızdır / 08.06.2025
- Baba devlet / 07.06.2025
- Adalet varsa zulüm, zulüm varsa adalet yoktur / 06.06.2025
- Asıl kurban: Nefsin kurbanıdır / 05.06.2025
- İktidarın faizsiz ekonomi özlemi! / 04.06.2025
- Papa, İznik ve Vatikan’ın hedefi / 02.06.2025
- Her şey 31 Mart 2019’da mı başladı? / 01.06.2025