Şu anda Filistin'de yaşananlar bir insanlık suçu, bir savaş suçu… Normal bir savaş olmanın çok ötesindedir. Ama İsrail bunu bilinçli olarak yapmakta. Bölgenin esas sahibi olan Filistinlilerin göç ettirilmesi, demografik yapısının değiştirilmesi; İsrail'in bölgede varoluşuna gittiğimiz zaman, ilk günden beri uyguladıkları ana politika.
Şunu çok net görelim; burada mesele, Gazze meselesi değil. Olaya bir bütün olarak bakmazsak, ciddi anlamda yanılırız. Esas amaç bölgenin tamamını karıştırmaktır.
11 Ocak 2009 tarihinde Prof. Dr. Haydar Baş hocamın önderliğinde Yeni Mesaj tarafından "Filistin ve Ortadoğu'nun Geleceği Sempozyumu" düzenlenmişti. Hocamın sempozyumdaki konuşmasından alıntılar yaparak olayı kısaca özetlemek istiyorum.
Hocamız hep şunu ifade ediyor; Filistin toprakları uzun zamandan beri iki farklı medeniyetin, dinin, siyasetin, kültürün mücadele ettiği ve kanların döküldüğü bir toprak parçası haline gelmiştir. 1916 yılından sonra İngilizlerin Yahudileri yavaş yavaş Filistin topraklarına yerleştirmeleri, Yahudilerin bu coğrafyayı vatan edinmesine sebep teşkil etmiştir. Sonrasında kavga başlamış ve Filistin coğrafyası, çatışma merkezi haline gelmiştir. Daha sonra İsrail 'bu coğrafya bizim vatani asliyemizdir' görüşünü benimseyerek bölgede yayılma politikasını başlatmıştır. 1947'de İsrail hukuki ve siyasi varlığı BM tarafından kabul edildikten sonra alınan kararla Filistin topraklarının %55 - 56'sı Yahudilere, %44 - 45'i Araplara tahsis edilmiş; 1916'dan sonra yapılan göçlerle beraber oradaki nüfusa göre buna karar verilmiştir. O günden itibaren İsrail devamlı olarak bölgedeki Filistinli vatandaşların göç etmesini sağlamaya çalışmıştır. Savaşlar bir sebeptir; ama dünyada esas sınırları belirleyen savaşlar değil göçlerdir.
1948'de İsrail resmen bağımsız devlet olduktan sonra, asıl mülk sahibi olan Filistinlileri bölgeden çıkarma hesapları yapmaya başlamış, Filistin topraklarının %23'ünü daha işgal ederek BM kararındaki oranını %78'e çıkartmış ve 1949'daki Arap – İsrail Savaşı sonucunda 800 bin Filistinlinin vatan-ı cüda etmesine sebep olmuştur.
1967'deki savaş sonrası İsrail aldığı başarı ile alanlarını daha da genişletmiştir. BM, 22 Kasım 1967 tarihli kararı ile İsrail'in Batı Şeria, Gazze ve Kudüs'ün işgal ettiği bölümlerden çekilmesini önermiştir. Fakat İsrail BM'e üye olmasına rağmen hem bu kararı uygulamamış hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kabul etmemiş ve yoluna devam etmiştir.
BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın "ABD'nin Suriye'de 22, Türkiye'de 16 üssü var" açıklamasını hatırlayalım. ABD'nin Ortadoğu'da, yani yeraltı kaynaklarının yoğun olduğu bölgede güç sahibi olabilmek için her zaman burada ayağını basacağı bir toprağa ihtiyacı var. İşte burada ABD, ayağını basacağı toprak olarak İsrail'i seçmiştir. 1916 yılında İngiltere tarafından başlanan proje budur.
Dolayısıyla şimdi siz o günden beri milli ve dini bir duruş ortaya koymazsanız, İsrail ile 1996'da Sayın Necmettin Erbakan'ın başkanlığındaki anlaşmaları yaparsanız, daha sonra bu kadar geçmişe rağmen bunları görmeyip bu adamlarla görüşmeyi devam ettirirseniz; o zaman bugün "Ya ne oluyoruz? İsrail ne yapıyor?" diyemezsiniz.
1996'da anlaşma yapacaklar, 'one minute' diyecekler; ama yine de İsrail'le her türlü birlikteliğe devam edecekler. Siz de gidip bunu yapan iktidara oy vereceksiniz. Böyle bir şey yok.
Onların amacı, İran ve Türkiye'yi işin içine çekmek. Bu oyuna gelmemek ve bu işi bir bölge savaşı haline getirmemek lazım.
Yapılacak şey çok nettir. Tüm İslam âlemi yıllar önce Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın önerdiği gibi Kudüs'ü 'İslam âleminin başkenti' olarak ilan edecek, "Bu bizim ortak alanımızdır" diyecek ve başta İbrahim Anlaşması olmak üzere tüm anlaşmaları reddedecek; yani "Bu bölgede biz de varız" diyecek.
Ben şu an başkaldıralım diyorum ama bu o kadar kolay değil; yıllardan beri gelen bir süreç var. Burada vatandaşıma seslenmek istiyorum "Artık uyanın". Eğer biz bu bölgede lider ülke olmaz; Prof. Dr. Haydar Baş'a ait Milli Ekonomi Modeli'ni uygulayarak ekonomi, askeri, teknoloji, sanayi olarak tek başımıza durmayı başaramaz; tek başımıza yaşayacak bir kompozisyon, bir anatomi ortaya koyamaz ve onun, bunun piyonu ya da yamağı konumunda olur isek bizi bu bölgede rahat bırakmazlar. İnşallah milletimiz bunu ayıkır da bu şekilde düşünen insanları önümüze getirir. Yoksa vay halimize.
Biz ya yok oluruz ya lider oluruz; başka şansımız yok. Çünkü bizim tarihimiz de bunu gösteriyor. Uzun lafı kısası bir lider ülke olmak zorundayız. Özelde Filistin sorununun, genelde Ortadoğu sorununun çözümü milli değerlerine bağlı, ekonomik bağımsızlığını tam olarak sağlamış, güçlü, dünyada söz sahibi bir Türkiye Cumhuriyeti'dir.
İşte bu nedenle de bu 29 Ekim'i her zamankinden daha coşkulu kutlamamız şarttır. Cumhuriyetimizin 100. Yılı Kutlu olsun.
- Türkiye'nin zenginliği ve özelleştirme tartışmaları / 29.11.2024
- 10 Kasım’da Anıtkabir’e akın / 21.11.2024
- Ne için "Vakit tamam”? / 20.11.2024
- Gardırop Atatürkçülüğü / 19.11.2024
- Doğu Akdeniz’de güç dengesi / 16.11.2024
- Kıbrıs, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesidir / 15.11.2024
- Türkiye küresel dengeyi etkileyecek potansiyele sahiptir / 14.11.2024
- Milli Ekonomi Modeli ve ABD seçimleri / 13.11.2024
- Trump’ın geri dönüşü ve ABD’nin küresel oyundaki yeni dönemi / 12.11.2024