2010 yılından itibaren merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamız, 'Türkiye karanlık bir sürece giriyor, zifiri bir karanlığa doğru gidiyor' uyarılarını her fırsatta dile getirdi.
Yanılmıyorsam 2014'ten sonra da, 'Türkiye zifiri karanlıkta' diyerek gelişen olayları, sonrasında oluşacak ortamı ve bu zifiri karanlıktan çıkışın ancak birlik-beraberlikle başarılabileceğini, ekonomik bağımsızlığımızı ilan ederek bu zifiri karanlığı aydınlığa dönüştürebileceğimizi hep anlattı.
Ama maalesef ne siyaset ve ne de halkımız bu uyarıları dikkate almadı. Devlet ve millet olarak siyasi, itikadi, ekonomik, sosyal, kültürel ve de ahlaki olarak zifiri karanlıkta olduğumuz artık inkar edilemeyecek bir gerçek.
Halkın durumu ortada. 1980'leri 'günde 20 kişi öldürülüyordu' diye anlatırız. Bugünkü, cinayet ve intihar vakalarını koyun ortaya! Karşınıza günlük en az 25 ölüm vakası çıkar.
Siyaset dünyasında da durum aynı. İddialar vahim. Kurumlar, koltuklar zan altında. Devletin itibarı zedelendi. Herkes birbirini suçluyor.
Ama nereye kadar? Ortaya çıkan tablo iktidarın sorunu olmaktan çıkmıştır, Türkiye'nin sorunudur. Bu tablo kimleri memnun ediyor? Bunları iyi düşünmemiz lazım.
Unutmayın ki! Tarihte kurulan Türk Devletleri hiçbir zaman dışarıdan yıkılmamış, yıkamamışlardır. Ama içeriye soktukları mezhep, ırk ayrılıkları, mal, makam, şöhret ihtirasları ile devletler yıkılmıştır.
Ne yapılması lazım?
BTP Lideri Hüseyin Baş'ın şu mesajı çok manidardır. Sayın Baş; "Yolda taş olmaya değil, yolla birleşmeye bak. Gün gelir bütün çakıllar temizlenir yoldan. Kenardan izlemek kalır taşlara."
Sırf siyasi tercih ve kavgalardan ötürü hiç kimse Türkiye'nin önüne taş olmaya kalkmasın. Birlik olmamız lazım. Yoldaki taşları el birliği ile kaldırmamız lazım.
Ama ortaya çıkan veya çıkartılmayan bunca şeye, 'eyvallah mı' diyelim, kayıtsız mı kalalım, diyen olabilir.
Hayır. Bu noktada başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm yetkili kişi ve kurumlar kanunların verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanıp, kurumları, koltukları ve de devletimizi zan altından kurtarmalıdır.
Bakın! Mekke'nin Fethinden sonra soylu ve zengin bir ailenin kızı hırsızlık yapar. Olay devlet başkanına (Hz. Peygambere) ulaşır. Kanunun hükmü bellidir.
O zengin aile, kanunun uygulanmaması için aracı koyarlar. Aracı Hz. Zeyd'dir. Hz. Zeyd (r.a) Peygamberimize gelerek, o ailenin (kabilenin) isteğini ifade eder.
Peygamberimiz; "Sen kötülükleri önlemek üzere Allah'ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affı hakkında mı benimle konuşuyorsun?
Sizden önceki insanları helak eden, ancak onların içlerinden şerefli ve soylu birisi hırsızlık ettiği zaman onu cezasız bırakmaları, içlerinden fakir ve zayıf biri hırsızlık edince de onun hakkında ceza uygulamaları idi.
Vallahi, hırsızlığı sabit olan Mahzun kabilesinden Fatıma değil, kızım Fatıma bile olsa, ayrım yapmaz ve cezasını verirdim!" diyor.
İşte bugün Sayın Cumhurbaşkanımız, Peygamberimizin (s.a.a.v) bu duruşunu ortaya koyup, 'oğlum Bilal bile olsa kanun ne diyorsa o olacak' dediğinde bu karanlık bir anda aydınlığa dönüşecek, ülkemiz üzerinde hedefleri olanların hevesleri kursaklarında kalacaktır.
O Müftü camilere alınmamalı
Cahil, desen bu kadar uzun cümle kuramaz. Ahmak, desen bu kadar uzun konuşamaz. Deli, desen o maaşı alamaz. O zaman nedir? Ya misyonerdir, ya da misyonerlerin oltasına takılmış kendi itikadını ateşe atan bir zavallı.
Evet, bir müftüden bahsediyorum. Geçtiğimiz Cuma günü yaptığı vaazda bir Müslüman'ın kullanmayacağı cümleleri kurdu.
Osmanlı'nın yıkılışına Selanik'ten göç edenlerin sebep olduğunu iddia eden bu zavallı, "Yüzde 90'ı Selanik göçmeni ve Sabetayist. Ne demek Sabetayist? Müslümanlığa girmiş gözüken Yahudiler. Aslında Müslüman değil."
"Bunlar dünyanın neresinde olursa, şu an ses çıkarmadıklarına bakmayın, İstanbul'da Gezi olaylarında otellerinde insanları barındıran kimdi? Gene Yahudiler idi. Şu an birisi bir takımın başında. Bunlar gücü, kuvveti eline geçirdiği zaman size de aynısını yaparlar."
Mübadele yıllarındaki Müslümanların % 90'ı tekfir ediliyor. Dile getiremese de asıl hedefi Atatürk. Ülkemizin en önde gelen ailesini suçluyor, hedef gösteriyor, tekfir ediyor, zan altında bırakıyor.
Bu zavallı aslında kendini tekfir etmiştir. Yaptığı münafıklıktır, fasıklıktır, zan altında bırakmaktır, tarihe iftiradır, bölücülüktür.
Derhal görevden alınıp, Türkiye huzurunda tövbe edene kadar camilere alınmamalıdır.
Peygamberimiz ne diyordu? "Her kim kardeşine "kâfir" derse, bu söz nedeniyle küfür, ikisinden birisine döner."
Usame b. Zeyd anlatıyor: "Resûlullah (s.a.a.v) bizi bazı kabilelere gönderdi. Onlar da gelişimizi haber aldıkları için kaçtılar.
Kaçanlar birini yakalayınca, 'Lâ ilahe illâllah' dedi. Fakat kendisini öldürdük. Döndüğümüzde bu olayı Peygamber'e (s.a.a.v) aynen anlattım.
Hz. Peygamber (s.a.a.v); 'Kıyamet gününde o adamın söylediği bu tevhit kelimesinin kıymet ve büyüklüğünden dolayı sana kim yardımcı olacak?' dedi.
Ben: 'Ey Allah'ın Resulü, o adam, bunu ölümden korktuğu için söyledi,' diye cevap verdim.
Hz. Peygamber (s.a.a.v); 'Kalbini yarıp baktın mı ki, bunu başka bir sebepten dolayı söylemiş olduğunu bilesin! Kıyamet gününde 'Lâ ilâhe illallah' kelimesinin karşısında kim, senin yardımcın olacak?' buyurdu.
Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki, 'keşke Müslümanlığa o günden sonra girmiş olsaydım' dedim."
Ölçü ortadayken bu kişiler hangi inancın temsilcileridir?
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024