Çeyrek asırdır A'raf'ta da olsa; can, mal ve namus emniyetiyle donanmış Kıbrıs Türkü bugün bir kader tercihine çıkıyor.
"Ya Annan, ya Denktaş" tercihine savrulmuş seçimde ada halkı, ya Annan'a "evet" diyecek ve kendi "kıyametini" yaşayacak, ya da Denktaş'a "elveda" ederek en azından "huzurunu" kaybedecek.
Aslında "Ya Annan ya Denktaş" denkleminin kendisi bile tek başına inciticidir ve ülkenin geldiği yeri göstermesi açısından anlamlıdır. Ancak bugün bizi üzen bu formül, önümüzdeki seçimde "ya Yorgo, ya Yorgo" gibi bir utançla karşımıza çıkabilir.
Kıyamet dediğimiz şey, Kıbrıs Türkünün tarih sahnesinden silinmesidir. Kim hangi kelime oyununu oynarsa oynasın, adanın Rumlaşmasıdır.
Adanın Rum kontrolüne girmesinin taşıdığı derin acıları, çok uzağa gitmeden oy verecek her Kıbrıs Türkü dedesinden değil, babasından öğrenebilir.
'74 öncesini unutmamak, Rum'un Türk'ü ikinci sınıf bile kabul etmediği o günleri hafızalarda taze tutmak, barış harekatından oluk oluk akan keramet kıssalarını hatırlamak, "çok şeyi" fazlasıyla anlatmaya yetecektir.
Gemi azıya alanlar bu seçimlerin ardından "bir millet nasıl ifsad edilir" üzerine cilt cilt psikoloji kitapları yazabilirler. Ancak bu kitabı-defteri geldiği yere göndermek hâlâ ve bugün Kıbrıs Türkünün avuçlarının içindedir.
Kim neyi, nasıl göstermeye çalışırsa çalışsın gün, olaylara bir tarih perspektifi derinliğinden bakma günüdür.
Kısa, küçük, kadük ve çıkar kavramları bugünün hesabı içinde yer alamaz. Geniş düşünme, büyük düşünme ve en önemlisi ulvi düşünmenin vaktidir bugün.
İdarecilerimiz bunu kamilen hak etmeseler de bugün, o gündür.
Birilerine, bir yerlere kızarak hareket edemeyiz. Unutmayalım ki o yanlışlar da, toplam savaşın bir parçası, bu halkın iradesini ifsad etmenin bir başka yoludur.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın "zor günler" için yaptığı anlamlı bir tasvir ve söz vardır. Hatırlatalım:
"Köprüden geçerken kavga edilmez. Öncelik, salimen kıyının öte yakasına geçmededir. Bunu yapalım, ardından otururuz ve samimiyetle konuşuruz. Kim nerede, nasıl yanlış yaptı? Eteklerimizdekini döker ve işin içine 'el'i katmadan, kendi aramızda derdimizi hallederiz."
İşte Kıbrıs Türk milleti, bugün o kritik imtihanı da verecektir.
Bilineni tekrar da olsa öneminden hareketle yineleyelim; büyük sınavın telafisi olmayacaktır.
Bağımsızlık elden gittikten sonra bir daha kazanılamayabilir. Para gelir, mülk gelir ama hürriyet bir kere kanat çırparsa, dönüşü hiç olmayabilir.
Kaldı ki Rum'un, AB'nin bir "mutluluk ülkesi" olarak gösterilmesi ne kadar doğrudur?
Tamah ettiğimiz Avrupa, parası olan ama bir mutsuz ve yalnızlar coğrafyası değil midir?
Batı medeniyetinin çatırdamadığını mı zannediyorsunuz? Bir zulüm ve gözyaşı kültürü olan Batı, bugün kendisini sorgulamaktan bile aciz, hayatının son demini yaşayan yaşlı bir kadından başka bir şey midir?
Tarihin hiç bir döneminde dünya bu kadar kan ve gözyaşı içinde kalmamış, adaletsizlik bu kadar "kural" haline gelmemiştir. Bunun sebebi tabii ki Batı dünyasıdır. Önümüze bir hedef olarak konulan ve "evet" dersek, kendilerine suç ortağı olacağımız Batı dünyası...
Bu insanlar hiç unutmayalım, çok değil daha 50 yıl önce 2. Dünya Savaşında birbirlerini "para" uğruna boğazlamış ve 70 milyon insanın kanına girmişlerdir.
Kıbrıs Türkünü, kurda kuşa teslim edip "ara dönemin" katığı yapmayalım.
Bakınız Türk basınında çıkan Rum goygoycularının şu satırları bile tek başına "uyanmak" için yeter.
"Artık çözüm zamanı geldi. Tabii ki zorluklar yaşanacak. Atatürk zamanında, 1. Dünya Savaş sonrasında, siyasi çözüme imza atan Türkiye'ye 10 binlerce göçmen geldiğini unutmayalım. Bence Kıbrıslılar göçten korkmasınlar...
Kıbrıs'ın Avrupa Birliği yolunun açılmasını isteriz. 1. Dünya Savaşı sonrasında, siyasi çözüme varabilmek için Atatürk'ün, Batı Trakya'yı, Batum'u ve nihayet Musul-Kerkük 'ü Türkiye Cumhuriyeti hudutları dışında bırakmaya rıza gösterdiğini unutmayalım."
Evet işte Kıbrıs Türk halkı için seçimin, AB'nin anlamı budur. Adayı Rum'a teslim etmek ve Kıbrıs Türk halkını eğer Rumlaşmayacaksa, Anadolu'ya göç ettirmek.
Derler ki: Afrika'da bir kelebeğin kanat çırpışı, Atlas Okyanusu'nda fırtınaya sebep olabilir.
Bırakalım Kıbrıs'ı "Hala Sultan"ın evlatları, niçin bütün bir insanlığın kanat çırpan kelebekleri olmasın?
"Ya Annan, ya Denktaş" tercihine savrulmuş seçimde ada halkı, ya Annan'a "evet" diyecek ve kendi "kıyametini" yaşayacak, ya da Denktaş'a "elveda" ederek en azından "huzurunu" kaybedecek.
Aslında "Ya Annan ya Denktaş" denkleminin kendisi bile tek başına inciticidir ve ülkenin geldiği yeri göstermesi açısından anlamlıdır. Ancak bugün bizi üzen bu formül, önümüzdeki seçimde "ya Yorgo, ya Yorgo" gibi bir utançla karşımıza çıkabilir.
Kıyamet dediğimiz şey, Kıbrıs Türkünün tarih sahnesinden silinmesidir. Kim hangi kelime oyununu oynarsa oynasın, adanın Rumlaşmasıdır.
Adanın Rum kontrolüne girmesinin taşıdığı derin acıları, çok uzağa gitmeden oy verecek her Kıbrıs Türkü dedesinden değil, babasından öğrenebilir.
'74 öncesini unutmamak, Rum'un Türk'ü ikinci sınıf bile kabul etmediği o günleri hafızalarda taze tutmak, barış harekatından oluk oluk akan keramet kıssalarını hatırlamak, "çok şeyi" fazlasıyla anlatmaya yetecektir.
Gemi azıya alanlar bu seçimlerin ardından "bir millet nasıl ifsad edilir" üzerine cilt cilt psikoloji kitapları yazabilirler. Ancak bu kitabı-defteri geldiği yere göndermek hâlâ ve bugün Kıbrıs Türkünün avuçlarının içindedir.
Kim neyi, nasıl göstermeye çalışırsa çalışsın gün, olaylara bir tarih perspektifi derinliğinden bakma günüdür.
Kısa, küçük, kadük ve çıkar kavramları bugünün hesabı içinde yer alamaz. Geniş düşünme, büyük düşünme ve en önemlisi ulvi düşünmenin vaktidir bugün.
İdarecilerimiz bunu kamilen hak etmeseler de bugün, o gündür.
Birilerine, bir yerlere kızarak hareket edemeyiz. Unutmayalım ki o yanlışlar da, toplam savaşın bir parçası, bu halkın iradesini ifsad etmenin bir başka yoludur.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın "zor günler" için yaptığı anlamlı bir tasvir ve söz vardır. Hatırlatalım:
"Köprüden geçerken kavga edilmez. Öncelik, salimen kıyının öte yakasına geçmededir. Bunu yapalım, ardından otururuz ve samimiyetle konuşuruz. Kim nerede, nasıl yanlış yaptı? Eteklerimizdekini döker ve işin içine 'el'i katmadan, kendi aramızda derdimizi hallederiz."
İşte Kıbrıs Türk milleti, bugün o kritik imtihanı da verecektir.
Bilineni tekrar da olsa öneminden hareketle yineleyelim; büyük sınavın telafisi olmayacaktır.
Bağımsızlık elden gittikten sonra bir daha kazanılamayabilir. Para gelir, mülk gelir ama hürriyet bir kere kanat çırparsa, dönüşü hiç olmayabilir.
Kaldı ki Rum'un, AB'nin bir "mutluluk ülkesi" olarak gösterilmesi ne kadar doğrudur?
Tamah ettiğimiz Avrupa, parası olan ama bir mutsuz ve yalnızlar coğrafyası değil midir?
Batı medeniyetinin çatırdamadığını mı zannediyorsunuz? Bir zulüm ve gözyaşı kültürü olan Batı, bugün kendisini sorgulamaktan bile aciz, hayatının son demini yaşayan yaşlı bir kadından başka bir şey midir?
Tarihin hiç bir döneminde dünya bu kadar kan ve gözyaşı içinde kalmamış, adaletsizlik bu kadar "kural" haline gelmemiştir. Bunun sebebi tabii ki Batı dünyasıdır. Önümüze bir hedef olarak konulan ve "evet" dersek, kendilerine suç ortağı olacağımız Batı dünyası...
Bu insanlar hiç unutmayalım, çok değil daha 50 yıl önce 2. Dünya Savaşında birbirlerini "para" uğruna boğazlamış ve 70 milyon insanın kanına girmişlerdir.
Kıbrıs Türkünü, kurda kuşa teslim edip "ara dönemin" katığı yapmayalım.
Bakınız Türk basınında çıkan Rum goygoycularının şu satırları bile tek başına "uyanmak" için yeter.
"Artık çözüm zamanı geldi. Tabii ki zorluklar yaşanacak. Atatürk zamanında, 1. Dünya Savaş sonrasında, siyasi çözüme imza atan Türkiye'ye 10 binlerce göçmen geldiğini unutmayalım. Bence Kıbrıslılar göçten korkmasınlar...
Kıbrıs'ın Avrupa Birliği yolunun açılmasını isteriz. 1. Dünya Savaşı sonrasında, siyasi çözüme varabilmek için Atatürk'ün, Batı Trakya'yı, Batum'u ve nihayet Musul-Kerkük 'ü Türkiye Cumhuriyeti hudutları dışında bırakmaya rıza gösterdiğini unutmayalım."
Evet işte Kıbrıs Türk halkı için seçimin, AB'nin anlamı budur. Adayı Rum'a teslim etmek ve Kıbrıs Türk halkını eğer Rumlaşmayacaksa, Anadolu'ya göç ettirmek.
Derler ki: Afrika'da bir kelebeğin kanat çırpışı, Atlas Okyanusu'nda fırtınaya sebep olabilir.
Bırakalım Kıbrıs'ı "Hala Sultan"ın evlatları, niçin bütün bir insanlığın kanat çırpan kelebekleri olmasın?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021