"Dudaklarımızda kan ve ateşe gülen bir gülüşle
Yürüdük ölümü kıskandıran bir yürüyüşle!
Düştük te bağrına toprağın, adımız 'Vatan' oldu,
Geçtik yardan ve serden ülkü denilen düşle
Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle!"
(Mehmet Emin ALPER)
Kısacık bir kıssamız var önce:
İhtiyar Adam, bir ahbabını ziyaret için gelir şehre. Ertesi gün etrafı gezip tanımak üzere çıkar. Hayli dolanır ve yorulur. Bir çay bahçesine oturur soluklanmak için...
Çay içer, dinlenir.
Yakınındaki masada oturanlarla diyalog kurar. Hal hatır sorar, ziyarete geldiğini anlatır. Muhabbet koyulaşınca; "Bu memleketin, erenleri, evliyaları nerede otururlar?" diye sorar. Masadakiler, tarif ederler, fakat yabancı olduğu için anlayamaz. "İyisi biz seni götürelim" derler. Birlikte kalkıp yürürler. Vara vara bir türbenin önüne gelirler. "İşte!" derler, "Sorduğun evliya burada yatar." Yaşlı Adam önce türbeye sonra kendisini oraya getirenlere bakar; "Ben, bu dünyada yaşayan dirilerden bahsetmiştim. Yaşayanlardan, biliyorsanız onların oturdukları yeri gösterin bana, ayrıca bunlara 'ölü diriler' derler!" Der. Şaşırırlar, ne demek istediğini anlayamazlar."
(Mahmut Emin'den alıntı).
Çoğunluk, hatta "İki kişiden biri", etraflarındaki "diri ölüler"le oyalanırken biz işimize bakalım!
Unutulan kavramları hatırlayıp hatırlatmaya çalışalım...
Unutulan kavramlara, "Bana ne?" diyemem; "Başka işin yok mu?" diyenlere ise "Sana ne?" demekle başlayalım...
Geçtiğimiz günlerde "ayıp" kavramına değinmiştim.
Ayıp kavramını, ihtişamına binaen bir daha vurgulayacağım.
Çocukluğunda, "ayıp" kavramını hissederek büyüyüp yaşamış birisinden toplumu rahatsız edecek bir davranış, görülebilir mi?
Ahlakî kurallarının günahtan sonra, ikincisi olan ayıbı bilerek büyüyen bir çocuktan/kişiden topluma ters düşen bir davranış beklenebilir mi?
Şahsen son günlerde; "Sana ne?" mukabelesini sıkça kullanıyorum ve gariptir ki muhatapları genellikle; "Bana ne?" diye kolaycılığı tercih eden korkaklar, yalancılar, mürailer, ikiyüzlüler...
İsrailiyat dini kıssalar dinleyerek; emanete sadakati vurgulayıp, can ve bedenimizin bize emanet olduğunu, dolayısıyla sağlığımıza dikkat etmenin de sevap olduğunu duyarak büyüdük! Hatta Firavun'a dişlerini temizlerken emaneti korumak için zahmet edip sevap kazanmasın diye, insanlık tarihinin en mükemmel dişlerinin nasip edildiğini de dinleyip ezberledik!
Can emanetini korumak maskesiyle üretilmiş bahane ve sebeplerle korkaklığa, ürkekliğe, nemelazımcılığa, aymazlığa kılıflar aranır yıllardır hatta asırlardır!
Tonton Özal'lı dönemde, uzun bir seyahatte; aklım kesti keseli ülkenin en zengin üç ailesinden biri olarak bilinen ailelerden birinin şirketler ceosu ile sohbetimiz hatta sert bir münakaşamız olmuş ve o zat tarafından Başbakan Özal'a şikayet edilmiştim!
Adamın large/geniş mezhepli davranışlarına, vatansız, milli kimliksiz duruşuna hamasî ve millî sloganlarla mukabele ediyorduk. Sohbet ateşlenmiş-alevlenmiş ve bir yerde Adam; "Toprak benim, Vatan sizin, buyurun savaşın!" demişti!
"Senin toprağından, mal-mülkünden bana ne ulan?" diye tepki vermiştim, o da; "Senin vatanından bana ne?" diye pişkince mukabele etmişti! Yazık ki ona bile; "Benim Vatanımdan sana ne ulan?" diyememiştim! Hâlâ diyemem!
Benzer karakterler, hepimizin çevremizde epeyce maalesef!
"Vatanı siz mi kurtaracaksınız?" diyorlar; "Evet!" demeden önce; "Sana ne?" diyoruz çünkü biliyoruz ki onlar; vatandan, devletten, bağımsızlıktan, cumhuriyetten, dinden-mezhepten, laiklikten söz açıldığında; "Bana ne?" deyip kenara çekilen eyyamcı mürailerdir!
Çünkü onlar, kendilerinden başka hiç kimseyi düşünmeyen hatta "Önce milletim, sonra istiklalim, sonra bayrağım, sonra vatanım, sonra devletim, sonra ben..." şeklinde düşünen idealistlere; "aptal" diyecek kadar ruhsuz, karaktersiz, renksiz, onursuz, menfaatperest çıkarcı kişilerdir!
Çünkü onlar; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir!" tarifli dindaşlığı; "Bana lazım olan komşuma haramdır!" eyyamcılığı ile te'vil ve tahrip eden toplumsal HIV virüsleri, sakallılar, cübbeliler, fesli pespayelerdir!
Çünkü onlar; "Lânet olsun o namaz kılanlara/duâ edenlere ki, Namazlarından/duâlarından gaflet içindedir onlar! Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar." (Mâûn, 4-5-6) tarifli Mâûn mücrimleri esfel-i safilînlerdir!
Çünkü onlar; "Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer" diyen vatansızlardan, imansız soysuzlardandırlar!
Ve gariptir; onlar bize; "Sana ne?" dedikçe, biz onlar hakkında bile; "Bana ne?" diyemeyenlerdeniz, diyemeyeceklerdeniz!
Onlar da ayıkıncaya kadar, onlar da kafalarına akıl koyuncaya kadar uyarmaya, ikaza ve Hz. Peygamber (s.a.a.)'in; "Nûh'un Gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen helâk olur" diye tarif buyurdukları "Ehl-i Beyt Gemisi"ne davete devam edeceğiz...
Tevhidin merkezine Ehl-i Beyt'i koyup dinde birliği sağlayarak millî birliği kurmaya uğraşacağız.
Çünkü bu Vatan Bizim.
Çünkü bu Devlet bizim.
Çünkü dalgalanan bu Bayrak ve onun gölgesinde her gün beş vakit inleyen Ezan-ı Muhammedi bizim.
Millet bölünmesin, Vatan parçalanmasın, Bayrak inmesin, Ezan dinmesin diye can veren Şühedâ bizim.
Bu millî ve manevî değerlerimiz hakkında asla; "Bana ne?" diyemeyiz Allah korusun.
Bu değerlerimizle ilgili; "Sana ne?" diyen mürailerin, mürtedlerin, münafıkların ise ağızlarını kulaklarına kadar yırtarız!
Hey! Korkmayın! Biz varız, hayattayız!
Bilin ve emin olun ki;
Biz; sizin ödünüzü patlatan terör ve teröristin korkulu rüyalarıyız!
Çünkü biz; Gönül Adam'ın Sevgi Süvarileriyiz!
Çünkü biz; "Türkoğlu Türk" Kuvay-ı Milliyecileriz..
Biz; Haçlı Batının görevlendirdiğini bildiğimiz Dinler Arası Diyalogcuların, Medeniyetler Arası İttifakçıların, mezhep taassubu ile nifak çıkaran münafıkların, işbirlikçilerin, mürailerin kâbuslarıyız, kara-basanlarıyız!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" Vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Yürüdük ölümü kıskandıran bir yürüyüşle!
Düştük te bağrına toprağın, adımız 'Vatan' oldu,
Geçtik yardan ve serden ülkü denilen düşle
Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle!"
(Mehmet Emin ALPER)
Kısacık bir kıssamız var önce:
İhtiyar Adam, bir ahbabını ziyaret için gelir şehre. Ertesi gün etrafı gezip tanımak üzere çıkar. Hayli dolanır ve yorulur. Bir çay bahçesine oturur soluklanmak için...
Çay içer, dinlenir.
Yakınındaki masada oturanlarla diyalog kurar. Hal hatır sorar, ziyarete geldiğini anlatır. Muhabbet koyulaşınca; "Bu memleketin, erenleri, evliyaları nerede otururlar?" diye sorar. Masadakiler, tarif ederler, fakat yabancı olduğu için anlayamaz. "İyisi biz seni götürelim" derler. Birlikte kalkıp yürürler. Vara vara bir türbenin önüne gelirler. "İşte!" derler, "Sorduğun evliya burada yatar." Yaşlı Adam önce türbeye sonra kendisini oraya getirenlere bakar; "Ben, bu dünyada yaşayan dirilerden bahsetmiştim. Yaşayanlardan, biliyorsanız onların oturdukları yeri gösterin bana, ayrıca bunlara 'ölü diriler' derler!" Der. Şaşırırlar, ne demek istediğini anlayamazlar."
(Mahmut Emin'den alıntı).
Çoğunluk, hatta "İki kişiden biri", etraflarındaki "diri ölüler"le oyalanırken biz işimize bakalım!
Unutulan kavramları hatırlayıp hatırlatmaya çalışalım...
Unutulan kavramlara, "Bana ne?" diyemem; "Başka işin yok mu?" diyenlere ise "Sana ne?" demekle başlayalım...
Geçtiğimiz günlerde "ayıp" kavramına değinmiştim.
Ayıp kavramını, ihtişamına binaen bir daha vurgulayacağım.
Çocukluğunda, "ayıp" kavramını hissederek büyüyüp yaşamış birisinden toplumu rahatsız edecek bir davranış, görülebilir mi?
Ahlakî kurallarının günahtan sonra, ikincisi olan ayıbı bilerek büyüyen bir çocuktan/kişiden topluma ters düşen bir davranış beklenebilir mi?
Şahsen son günlerde; "Sana ne?" mukabelesini sıkça kullanıyorum ve gariptir ki muhatapları genellikle; "Bana ne?" diye kolaycılığı tercih eden korkaklar, yalancılar, mürailer, ikiyüzlüler...
İsrailiyat dini kıssalar dinleyerek; emanete sadakati vurgulayıp, can ve bedenimizin bize emanet olduğunu, dolayısıyla sağlığımıza dikkat etmenin de sevap olduğunu duyarak büyüdük! Hatta Firavun'a dişlerini temizlerken emaneti korumak için zahmet edip sevap kazanmasın diye, insanlık tarihinin en mükemmel dişlerinin nasip edildiğini de dinleyip ezberledik!
Can emanetini korumak maskesiyle üretilmiş bahane ve sebeplerle korkaklığa, ürkekliğe, nemelazımcılığa, aymazlığa kılıflar aranır yıllardır hatta asırlardır!
Tonton Özal'lı dönemde, uzun bir seyahatte; aklım kesti keseli ülkenin en zengin üç ailesinden biri olarak bilinen ailelerden birinin şirketler ceosu ile sohbetimiz hatta sert bir münakaşamız olmuş ve o zat tarafından Başbakan Özal'a şikayet edilmiştim!
Adamın large/geniş mezhepli davranışlarına, vatansız, milli kimliksiz duruşuna hamasî ve millî sloganlarla mukabele ediyorduk. Sohbet ateşlenmiş-alevlenmiş ve bir yerde Adam; "Toprak benim, Vatan sizin, buyurun savaşın!" demişti!
"Senin toprağından, mal-mülkünden bana ne ulan?" diye tepki vermiştim, o da; "Senin vatanından bana ne?" diye pişkince mukabele etmişti! Yazık ki ona bile; "Benim Vatanımdan sana ne ulan?" diyememiştim! Hâlâ diyemem!
Benzer karakterler, hepimizin çevremizde epeyce maalesef!
"Vatanı siz mi kurtaracaksınız?" diyorlar; "Evet!" demeden önce; "Sana ne?" diyoruz çünkü biliyoruz ki onlar; vatandan, devletten, bağımsızlıktan, cumhuriyetten, dinden-mezhepten, laiklikten söz açıldığında; "Bana ne?" deyip kenara çekilen eyyamcı mürailerdir!
Çünkü onlar, kendilerinden başka hiç kimseyi düşünmeyen hatta "Önce milletim, sonra istiklalim, sonra bayrağım, sonra vatanım, sonra devletim, sonra ben..." şeklinde düşünen idealistlere; "aptal" diyecek kadar ruhsuz, karaktersiz, renksiz, onursuz, menfaatperest çıkarcı kişilerdir!
Çünkü onlar; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir!" tarifli dindaşlığı; "Bana lazım olan komşuma haramdır!" eyyamcılığı ile te'vil ve tahrip eden toplumsal HIV virüsleri, sakallılar, cübbeliler, fesli pespayelerdir!
Çünkü onlar; "Lânet olsun o namaz kılanlara/duâ edenlere ki, Namazlarından/duâlarından gaflet içindedir onlar! Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar." (Mâûn, 4-5-6) tarifli Mâûn mücrimleri esfel-i safilînlerdir!
Çünkü onlar; "Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer" diyen vatansızlardan, imansız soysuzlardandırlar!
Ve gariptir; onlar bize; "Sana ne?" dedikçe, biz onlar hakkında bile; "Bana ne?" diyemeyenlerdeniz, diyemeyeceklerdeniz!
Onlar da ayıkıncaya kadar, onlar da kafalarına akıl koyuncaya kadar uyarmaya, ikaza ve Hz. Peygamber (s.a.a.)'in; "Nûh'un Gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen helâk olur" diye tarif buyurdukları "Ehl-i Beyt Gemisi"ne davete devam edeceğiz...
Tevhidin merkezine Ehl-i Beyt'i koyup dinde birliği sağlayarak millî birliği kurmaya uğraşacağız.
Çünkü bu Vatan Bizim.
Çünkü bu Devlet bizim.
Çünkü dalgalanan bu Bayrak ve onun gölgesinde her gün beş vakit inleyen Ezan-ı Muhammedi bizim.
Millet bölünmesin, Vatan parçalanmasın, Bayrak inmesin, Ezan dinmesin diye can veren Şühedâ bizim.
Bu millî ve manevî değerlerimiz hakkında asla; "Bana ne?" diyemeyiz Allah korusun.
Bu değerlerimizle ilgili; "Sana ne?" diyen mürailerin, mürtedlerin, münafıkların ise ağızlarını kulaklarına kadar yırtarız!
Hey! Korkmayın! Biz varız, hayattayız!
Bilin ve emin olun ki;
Biz; sizin ödünüzü patlatan terör ve teröristin korkulu rüyalarıyız!
Çünkü biz; Gönül Adam'ın Sevgi Süvarileriyiz!
Çünkü biz; "Türkoğlu Türk" Kuvay-ı Milliyecileriz..
Biz; Haçlı Batının görevlendirdiğini bildiğimiz Dinler Arası Diyalogcuların, Medeniyetler Arası İttifakçıların, mezhep taassubu ile nifak çıkaran münafıkların, işbirlikçilerin, mürailerin kâbuslarıyız, kara-basanlarıyız!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" Vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017