"Kürselleşme, ulusal devletleri geçersiz kılacaktır" tezi, ilk ileri sürüldüğü zamanlarda, bazı sosyal bilimciler şöyle demişlerdir: "Bu gerçekleşirse, yani ulus devletler, ulusal ekonomi politikalarını terk ederlerse, çok yakında uluslararası sermayenin elinde bir kukla olurlar. Hükümetlerinden özgürlük isteyen o ülkenin halkları, hükümetlerine özgürlük isteme noktasına gelirler". Şimdi, kafamızı iki elimizin arasına alıp bir düşünelim. Türkiye, bugün bu durumda değil mi? Bir bakanın bir sözü ile dövizin ve borsanın, sanayide allak bullak olmasını aklınız alıyor, mantığınız kabul ediyor mu? Buna inanan zavallı hükümet üyeleri de, gerçekten döviz ve borsanın kendi sözlerinden etkilendiği gerekçesiyle, bazen üzülüyor, bazen da gururlanıyorlar. Hele hükümet üyelerinin, piyasalar elindeymiş gibi, piyasaları yatıştırmak için toplantı yapmaları, beyanatlar vermeleri var ya... Tam bir komedi. Emin olun, piyasalarla oynayan spekülatörler, bu duruma kıs kıs gülüyorlardır. Olmaz böyle şey. Hükümet, yapılması gerekenleri uzmanlara değil, halka sorsa, böyle komik duruma inanın düşmez.
Spekülatörlerine elinde kukla olursanız, sizi oynatacak bir el mutlaka bulunur. Mühim olan kukla olmamaktır. Sermaye piyasasını dış müdahale ederek açık hale getiren hükümetler, kukla olmaktan asla kurtulamazlar. Dünya Bankası baş iktisatçısı Joseph Stiglitz, sermaye piyasasının serbestleştirilmesinin doğuracağı acı olayları şöyle özetler: "Teoriye göre bunun ülkeye sermaye girişini hızlandırması gerekiyor. Gerçekteyse, sıcak para operasyonlarıyla dışarıya büyük çapta sermaye çıkışına neden oluyor. Ülkenin rezervleri kuruyor. O zaman IMF devreyi giriyor, ülkeye, spekülatörlere güven vermek gerekçesiyle faizleri artırması için baskı yapıyor. Ülke de spekülatörlere kaptırdığı kendi fonlarını geri alabilmek için fahiş faiz ödemeyi kabulleniyor. Bu uygulamayla ülkenin varlıklarının değeri düşüyor, sanayi çöküyor ve ulusal servet talan ediliyor". İşte, Türkiye de bu hali yaşıyor. Bu duruma düşmemenin bir tek yolu var: Sermaye piyasasını ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin kontrol altına almak. Bundan başka yapılanlar, boş ve komik uygulamalardır.
Bilkent Üniversitesi'nin verdiği fahri doktorluk ünvanını almak için Türkiye'ye gelen Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel, hükümet üyelerimize bir dizi nasihatta bulundu. Yapılanlara bakılırsa, bu nasihatlar, bir kulaktan girmiş, diğerinden çıkmış. Havel, "Özelleştirme ile ekonomik sorunların çözülmediğini, bundan 10 yıl önce ülke ekonomisine ilişkin bazı görüşleri olduğunu, ancak ekonomistlerin daha doğrusunu bileceğini düşünerek, bu görüşlerinde ısrarlı davranmadığını, şimdi ise pişmanlık duyduğunu anlattı. Daha sonra küresel ekonomiye değinenen Havel, şöyle dedi: "Elektronik posta yoluyla dolaşan para miktarı tüm ülkelerin devlet bankalarındaki rezervlerine eşittir. Gerçek alış veriş geriye itildi. Zamanımızda bir değer üretilmeden, hissi senetlerinin bilgisayar üzerinden satılmasıyla para kazanılıyor". Gerçek alış verişte, mal gider, para gelirdi. Şimdi ortada, Havel'in dediği gibi, mal yok paralar gidip geliyor. Sermaye piyasasını dış müdahalelere açık hale getiren ülkelerin, paraları ve servetleri uçuyor.
Son dalgalanmadan sonra Kemal Derviş başkanlığında toplanan bankalar yeni bir karar almışlar. Bankalar da artık , döviz piyasasına girecek, döviz satıp, döviz alacaklar. Amaç, Tahtakale'yi tek döviz piyasası olmaktan çıkarmak, döviz fiyatının çok az döviz miktarda dövizin, çok az sayıdaki alıcı ve satıcı arasında oluşmasını önlemek. Bu tedbir yeterli mi. Bizce yeterli değil. Çünkü dövizle oynayan, yabancı bankalar ve onların yerli spekülatörleridir. Para bir değişim aracı olmaktan çıkar, mal gibi serbest piyasa şartları içerisinde alınıp satılırsa, bu dalgalanmanın önüne geçmek mümkün olmaz. Çare, mal karşılığı paranın akışını sağlamaktır, daha doğrusu gerçek ticarete dönmektir. Bunun yolu da, küresel ekonominin bir şubesi olmaktan değil, ulusal ekonomi politikaları uygulamaktan geçer. Aksi halde şeytan çarpmış gibi, krizle yatar, panikle kalkarız. Ne olduğumuzu, neyi, niçin yaptığımızı dahi bilmez bir halde dolaşırız.
Spekülatörlerine elinde kukla olursanız, sizi oynatacak bir el mutlaka bulunur. Mühim olan kukla olmamaktır. Sermaye piyasasını dış müdahale ederek açık hale getiren hükümetler, kukla olmaktan asla kurtulamazlar. Dünya Bankası baş iktisatçısı Joseph Stiglitz, sermaye piyasasının serbestleştirilmesinin doğuracağı acı olayları şöyle özetler: "Teoriye göre bunun ülkeye sermaye girişini hızlandırması gerekiyor. Gerçekteyse, sıcak para operasyonlarıyla dışarıya büyük çapta sermaye çıkışına neden oluyor. Ülkenin rezervleri kuruyor. O zaman IMF devreyi giriyor, ülkeye, spekülatörlere güven vermek gerekçesiyle faizleri artırması için baskı yapıyor. Ülke de spekülatörlere kaptırdığı kendi fonlarını geri alabilmek için fahiş faiz ödemeyi kabulleniyor. Bu uygulamayla ülkenin varlıklarının değeri düşüyor, sanayi çöküyor ve ulusal servet talan ediliyor". İşte, Türkiye de bu hali yaşıyor. Bu duruma düşmemenin bir tek yolu var: Sermaye piyasasını ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin kontrol altına almak. Bundan başka yapılanlar, boş ve komik uygulamalardır.
Bilkent Üniversitesi'nin verdiği fahri doktorluk ünvanını almak için Türkiye'ye gelen Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel, hükümet üyelerimize bir dizi nasihatta bulundu. Yapılanlara bakılırsa, bu nasihatlar, bir kulaktan girmiş, diğerinden çıkmış. Havel, "Özelleştirme ile ekonomik sorunların çözülmediğini, bundan 10 yıl önce ülke ekonomisine ilişkin bazı görüşleri olduğunu, ancak ekonomistlerin daha doğrusunu bileceğini düşünerek, bu görüşlerinde ısrarlı davranmadığını, şimdi ise pişmanlık duyduğunu anlattı. Daha sonra küresel ekonomiye değinenen Havel, şöyle dedi: "Elektronik posta yoluyla dolaşan para miktarı tüm ülkelerin devlet bankalarındaki rezervlerine eşittir. Gerçek alış veriş geriye itildi. Zamanımızda bir değer üretilmeden, hissi senetlerinin bilgisayar üzerinden satılmasıyla para kazanılıyor". Gerçek alış verişte, mal gider, para gelirdi. Şimdi ortada, Havel'in dediği gibi, mal yok paralar gidip geliyor. Sermaye piyasasını dış müdahalelere açık hale getiren ülkelerin, paraları ve servetleri uçuyor.
Son dalgalanmadan sonra Kemal Derviş başkanlığında toplanan bankalar yeni bir karar almışlar. Bankalar da artık , döviz piyasasına girecek, döviz satıp, döviz alacaklar. Amaç, Tahtakale'yi tek döviz piyasası olmaktan çıkarmak, döviz fiyatının çok az döviz miktarda dövizin, çok az sayıdaki alıcı ve satıcı arasında oluşmasını önlemek. Bu tedbir yeterli mi. Bizce yeterli değil. Çünkü dövizle oynayan, yabancı bankalar ve onların yerli spekülatörleridir. Para bir değişim aracı olmaktan çıkar, mal gibi serbest piyasa şartları içerisinde alınıp satılırsa, bu dalgalanmanın önüne geçmek mümkün olmaz. Çare, mal karşılığı paranın akışını sağlamaktır, daha doğrusu gerçek ticarete dönmektir. Bunun yolu da, küresel ekonominin bir şubesi olmaktan değil, ulusal ekonomi politikaları uygulamaktan geçer. Aksi halde şeytan çarpmış gibi, krizle yatar, panikle kalkarız. Ne olduğumuzu, neyi, niçin yaptığımızı dahi bilmez bir halde dolaşırız.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018