Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak dün Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı'nı açıkladı.
Çok sayıda sektör temsilcisinin katıldığı toplantıda Sayın Albayrak, dengelenme sürecinin başladığını belirterek, "Son dönemde kurdaki hareketlilik geride bırakıldı. Şimdiki amacımız kur dalgalanmalarının olumsuz etki yarattığı fiyatlanmalarda dengelenmeyi sağlamaktır. Belirsizlik sebebiyle fiyatlandırmalarda tahminler baz alınmıştır. Kurdaki volatile (oynaklık) sonrası fiyatlarda normalleşme sürecine giriyoruz" ifadelerini kullandı.
Programda dikkat çekilen husular şunlar:
• Herkes taşın altına elini koyacak.
• Tüm firmalar ürün fiyatlarına asgari yüzde 10 indirim yapacak.
• Bu indirimler belirli bir logo ile belirtilecek.
• Sene sonu, yapılan indirimlere ek bir indirim daha yapılacak.
• Sene sonuna kadar elektrik ve doğalgaza zam yapılmayacak.
• 1 Ağustos'tan itibaren bankalar kredi faizlerinde yüzde 10 indirim yapacak.
• Hal yasasında değişiklik yapılacak. Komisyonculuk kaldırılacak.
• Stokçulukla etkin mücadele edilecek.
Bakan Albayrak, daha önce Kızılcahamam'da yaptığı konuşmada da, bütçe disiplininde yeni dönemde çok sıkı ve tavizsiz bir politika izleneceğini dile getirerek, "Bütçe disiplininde taviz yok" ifadelerini kullanmıştı, yatırımların ihracatı artırmaya ve cari açığa düşürmeye kanalize edileceğini de belirtmişti.
Soru şu: Alınan bu önlemler yaşadığımız ekonomik hastalığı tedavi edecek mi, dertlerimize bir çare olacak mı?
TÜİK'in son açıkladığı enflasyon rakamı tüketici fiyatlarında yüzde 24,52, üretici fiyatlarında ise yüzde 46,15 idi. Merkez Bankası'nın son açıkladığı politika faizi ise yüzde 24 idi.Dolar kuru ise geçen yıl 3,42 TL seviyesindeyken, şu anda 6,15'ler seviyesinde dolaşıyor.
Üretim için kullandığımız hammadde ve enerji ithalatla sağlanıyor. Ve her bir girdi 1 yıl içinde yüzde 100'ler seviyesinde artış gösterdi. Yani Türkiye'de var olan enflasyon talep enflasyonu değil, Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllardır altını çizdiği gibi maliyet enflasyonudur.
Dolayısıyla maliyetleri düşürme konusunda bir adım atmadan, sadece raflardaki ürün fiyatlarına indirim baskısı uygulayarak, güncel ifadesiyle nihai ürün fiyatlarında elimizi taşın altına koyarak bir çıkış yolu bulabilmek mümkün değildir.
Belki kısmen bir düşüş sağlanabilir ama ardından bu yay etkisi yapar.
Doların artış sürecinde hemen hemen bütün ürün ve hizmetlere ciddi zamlar yapıldı ve bu zamlar tam olarak enflasyon rakamlarına da yansımadı.
Bu kadar zam yapılmasına rağmen, yapılan denetlemelerde ciddi bir fırsatçılık gözlemlenmedi. Dikkat ederseniz Ticaret Bakanlığı, döviz kaynaklı maliyet artışı iddiasıyla fiyatlarını artıran işletmelere yönelik 3,974 firmada toplam 69,200 ürünün denetlendiğini, sadece 114 firmadan savunma talep edildiğini açıkladı.
Demek ki yapılan zamların neredeyse tamamına yakını makul bulundu. Neden? Çünkü firmalar artan maliyet fiyatlarını kalem kalem denetçilerin önüne koyduklarında denetçiler diyecek bir şey bulamıyor.
Şimdi bu maliyet kaynaklı zamlardan yüzde 10 feragat isteniyor. Tüm maliyet unsurlarında ortalama yüzde 10 azalma olmazsa fiyatlarda bu indirim nasıl yapılabilecek?
Yüzde 10'luk bir indirimin oluşturacağı ek maliyet devreye girdiğinde, işveren, sanayici bu ek maliyeti kaldırabilmek için nerelerde tasarruf edecek? İşçi sayısını mı azaltacak, kayıtdışına mı yönelecek, vergilerden mi kaçıracak, iflas mı edecek?
Maliyetleri azaltıcı önlem almadan bir tedbir, başka yerden patlak verecektir.
Dikkat ederseniz, uluslar arası kuruluşların Türkiye ile ilgili büyüme tahminlerinde 2018'in son çeyreğinde ve 2019 yılında sıfır büyüme ya da küçülme olacağı vurgulanmaktadır. Maliyetlerin daha da arttığı bir ekonomik ortamda, fiyat baskılaması büyüme rakamlarındaki bu olumsuz tabloyu daha da olumsuzlaştıracaktır.
Felaket tellallığı yapmak için bunları ifade etmiyorum, bilimsel bir vakıaya dikkat çekiyorum. Ve sonuç olarak da karanlığa bir ışık yakmak istiyorum.
Ülkemizde fiyatların normal seviyesine düşmesini, enflasyonun mimimuma inmesini istiyorsanız, bu, maliyetlerin mimimuma inmesinden geçer. Bunun da tek yolu kabul etseniz de etmeseniz de Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'dir.
Emek ve üretim karşılığı Milli Para devreye konulmalıdır ve bu para sıfır faizli kredilerle üreticiye verilmelidir. Yalnız, pazar yoksa üreticiye destek vermek onu batırmak demektir. Bu sebeple bu Milli Para sosyal devlet projeleriyle vatandaşın cebine de konularak iç pazar canlandırılmalıdır. Yerli hammadde ve enerji kaynakları devlet-millet ortaklığıyla devreye konularak tamamen yerli milli sanayiye geçiş sağlanmalıdır.
Tarım ve hayvancılık yine Milli Para ile desteklenmeli ve yüzde 100 yerli tarım ve hayvancılığa geçilmek zorundadır.
Ve Milli Ekonomi Modeli'nde detaylıca ifade edilen daha nice projeler…
4 milyar nüfusa hitap eden BRICS devletleri bu ve birçok projeyi Modelin sahibi Prof. Dr. Baş'a danışarak hayata geçirdiler ve ülkelerini zirveye taşıdılar.
Milli Ekonomi Modeli'ni ve Sahibini görmediğimiz her gün daha hızlı bir şekilde topyekün iflas anlamına gelen stagflasyona doğru gidiyoruz.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024