Dünkü yazımıza "Demek ki" diye bir başlık atıp, ardından da Türkiye'nin iradesinin dışında cereyan eden ve gelişen olaylardan bazılarını hatırlatarak "birilerinin" hep iş başında olduğunu demeye getirerek sözü "bağımsızlık" meselesine getirmeye çalışmıştık.
Bugün de ülkemizin bir o kadar önemli bir başka gerçeğine temas etmek istiyorum. O da, ülkemizde resmi ve sivil bütün kurum ve kuruluşların tarihi bir devlet geleneği çerçevesinde oluşmadığı ve yerli yerine oturmadığı gerçeğidir.
Sanki, o birileri, bu hususta da devreye girmiş, devlet ve millet gerçeğini meydana getirecek bütün bu kurum ve kuruluşların ya eksik olmasını, ya sakat kalmasını ya da taşınamaz bir yük olmasını önceden planlamış ve gerçekleştirmiştir.
Aksi takdirde aynı devlet ve aynı millete ait kurumlar arasında bu kadar farklılık, bu kadar aykırılık ve bu kadar zıtlık olabilir mi? Hatta devletin ve milletin geleceğini bire bir ilgilendiren en ciddi konularda bile birinin evet dediğine diğeri hayır, birinin doğru dediğine diğeri yanlış, birinin dost dediğine diğeri düşman diyebilir mi?
Bir ülkenin geleceği, partiden-partiye, dernekten derneğe, kurumdan-kuruma, şahıstan-şahısa değişebilir mi? Hele bu ülke Türkiye olursa, bunun geleceğini çocuk oyuncağı gibi eline alanın inisiyatifine, acemiliğine, vurdumduymazlığına bırakılabilir mi?
Seçilmişler atanmışlara, atanmışlar seçilmişlere güvenmezse, bunlar, bir bütünün birbirini tamamlayan ana parçaları olmazsa; hatta, bunlar birbirlerini yıpratmaya, reddetmeye kalkışırlarsa, bu ülkenin hali nice olur?
İster seçilmiş, ister atanmış olsun; madem ki "mahkeme kadıya mülk olmaz"; herkes devletin yıllardır kendisine verdiği emaneti, yine devletin ve milletin adına, onun geleceği ve menfaatleri doğrultusunda kullanmak, değerlendirmek mecburiyet ve mükellefiyetinde değil midir?
Devlet, niçin devlet; millet niçin millettir? Meclis niçin Meclis, Hükümet niçin Hükümet, muhalefet niçin muhalefettir? Din niçin din, örf niçin örf, tarih niçin tarihtir?
Okul niçin okul, üniversite niçin üniversitedir? Öğretmen niçin, öğretmen, profesör niçin profesördür? Hastane niçin hastane, doktor niçin doktordur?
Mahkeme niçin mahkeme, hâkim niçin hâkimdir? Adalet niçin adalet, hukuk niçin hukuk, kanun niçin kanundur?
Ana niçin ana, baba niçin baba, evlat niçin evlat, kardeş niçin kardeştir?..
Toparlayalım isterseniz... Toprak niçin toprak? Su niçin su, hava niçin hava, güneş niçin güneştir?
Biraz daha toparlayalım... Bitki niçin bitki? Hayvan niçin hayvan, insan niçin insandır? Hayat niçin hayattır? Ölüm niçin ölümdür?..
Ve şimdi bütün seçilmişlere, bütün atanmışlara soralım: Seçilmiş niçin seçilmiş, atanmış niçin atanmıştır?
Dost kim, düşman kim; sormuyorum. Dost niçin dost, düşman niçin düşmandır? Bilmem, derdimi anlatabildim mi?..
Bugün de ülkemizin bir o kadar önemli bir başka gerçeğine temas etmek istiyorum. O da, ülkemizde resmi ve sivil bütün kurum ve kuruluşların tarihi bir devlet geleneği çerçevesinde oluşmadığı ve yerli yerine oturmadığı gerçeğidir.
Sanki, o birileri, bu hususta da devreye girmiş, devlet ve millet gerçeğini meydana getirecek bütün bu kurum ve kuruluşların ya eksik olmasını, ya sakat kalmasını ya da taşınamaz bir yük olmasını önceden planlamış ve gerçekleştirmiştir.
Aksi takdirde aynı devlet ve aynı millete ait kurumlar arasında bu kadar farklılık, bu kadar aykırılık ve bu kadar zıtlık olabilir mi? Hatta devletin ve milletin geleceğini bire bir ilgilendiren en ciddi konularda bile birinin evet dediğine diğeri hayır, birinin doğru dediğine diğeri yanlış, birinin dost dediğine diğeri düşman diyebilir mi?
Bir ülkenin geleceği, partiden-partiye, dernekten derneğe, kurumdan-kuruma, şahıstan-şahısa değişebilir mi? Hele bu ülke Türkiye olursa, bunun geleceğini çocuk oyuncağı gibi eline alanın inisiyatifine, acemiliğine, vurdumduymazlığına bırakılabilir mi?
Seçilmişler atanmışlara, atanmışlar seçilmişlere güvenmezse, bunlar, bir bütünün birbirini tamamlayan ana parçaları olmazsa; hatta, bunlar birbirlerini yıpratmaya, reddetmeye kalkışırlarsa, bu ülkenin hali nice olur?
İster seçilmiş, ister atanmış olsun; madem ki "mahkeme kadıya mülk olmaz"; herkes devletin yıllardır kendisine verdiği emaneti, yine devletin ve milletin adına, onun geleceği ve menfaatleri doğrultusunda kullanmak, değerlendirmek mecburiyet ve mükellefiyetinde değil midir?
Devlet, niçin devlet; millet niçin millettir? Meclis niçin Meclis, Hükümet niçin Hükümet, muhalefet niçin muhalefettir? Din niçin din, örf niçin örf, tarih niçin tarihtir?
Okul niçin okul, üniversite niçin üniversitedir? Öğretmen niçin, öğretmen, profesör niçin profesördür? Hastane niçin hastane, doktor niçin doktordur?
Mahkeme niçin mahkeme, hâkim niçin hâkimdir? Adalet niçin adalet, hukuk niçin hukuk, kanun niçin kanundur?
Ana niçin ana, baba niçin baba, evlat niçin evlat, kardeş niçin kardeştir?..
Toparlayalım isterseniz... Toprak niçin toprak? Su niçin su, hava niçin hava, güneş niçin güneştir?
Biraz daha toparlayalım... Bitki niçin bitki? Hayvan niçin hayvan, insan niçin insandır? Hayat niçin hayattır? Ölüm niçin ölümdür?..
Ve şimdi bütün seçilmişlere, bütün atanmışlara soralım: Seçilmiş niçin seçilmiş, atanmış niçin atanmıştır?
Dost kim, düşman kim; sormuyorum. Dost niçin dost, düşman niçin düşmandır? Bilmem, derdimi anlatabildim mi?..
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010