ÖNEMLİ BİR TAVİZ BELGESİ: EK PROTOKOL (2)

Dünkü yazımda ek protokolün ne tür sıkıntılara sebep olduğuna ve de yakın zamanda olacağın değiniyorduk, şimdi konumuza devam edelim:

Hatırlarsanız, geçtiğimiz mayıs ayında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından, KKTC'de 1974 öncesinde Rumlara ait malları kullananlar hakkında tazminat ve tahliye talebiyle davalar açılmıştı ve celpnamelerinin gönderilmesinin ardından, bu çağrılara uymayan Kıbrıslı Türkler hakkında "İnterpol'den arama" ya da "Avrupa tutuklama emri" çıkarılmıştı.

Ek Protokolün imzalanması ile Güney'den "Kıbrıs Cumhuriyeti" pasaportu alanlar gibi, KKTC vatandaşı olarak kalanlar da, kendilerini sahip oldukları mülklerle ilgili hukuki tartışmaların içinde bulacaklar. Yani Kıbrıs Türk'ü otomatik olarak mahkum edilmiş olacak.

Her ne kadar deklarasyonla belirtilse bile AB sürecinde, yakın zamanda veto kozuyla Türkiye'nin havaalanları ve limanları Rum uçaklarına ve gemilerine açılacak. KKTC'nin temelleri dinamitlenecek. Kuzey Kıbrıs artık tabela devlet haline gelecek. Kıbrıs Türkleri Rum'un insafına terk edilecek.

Belgede, Ankara Anlaşması'nın, Kurucu Anlaşmayla belirlenen bölgede geçerli olacağı belirtiliyor. AB daha önceki belgelerinde, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni, "Kıbrıs'ın tamamında egemen" olarak kabul ettiği için, Kıbrıs Rum kesiminin sınırları Kıbrıs Cumhuriyeti ismiyle otomatik olarak Kıbrıs adasının tamamı olarak kabul edilmiş oluyor.

Güney Rum Kesiminin AB üyesi olması ve de ek protokolde taraf olarak Türkiye tarafından onaylanması ile Kıbrıs sorunu sadece Türkiye ile Rum kesimi arasında bir problem değil, muhatabımız AB olmuş oluyor.

Dolayısıyla KKTC'deki Türk askeri varlığı otomatikman AB topraklarında işgalci durumuna düşecek ve yine AB süreci baskısıyla askerimiz geri çektirilecek. KKTC'deki Türkiye'den gelen vatandaşlarımız da geri dönmesi için baskı uygulanacak.

Türkiye Rum kesimini tanımayla beraber, Kıbrıs davasından vazgeçmiş oluyor ve de bütün haklarını bırakıyor. Bunun neticesinde Rum kesiminden açılan davalar daha da artacak ve Türkiye, daha önceki davalarda olduğu gibi ağır tazminat davalarına mahkum edilecek.

Gerek ekonomik ve gerekse siyasi gücü eline alacak olan Rumlar, Türkiye'nin garantörlüğünün de ortadan kalkmasıyla beraber AB'yi de arkalarına alarak Kıbrıs'ı Giritleştirmek için ellerinden geleni yapacaklar. 1974 öncesi yarıda kalan katliamlarına devam edecekler.

Bu sefer Türkiye'nin müdahalesine de müsaade edilmeyecek. Böyle bir şey olmaz diyenlere Kerkük'te ve Tel Afer'de olanları hatırlatırım. Dünyanın gözü önünde Bosna'da, Irak'ta, Afganistan'da ve Filistin'de olanları lütfen unutmayın. 1974 öncesi Türkiye'nin garantörlüğüne rağmen yapılan Rum katliamlarını hatırlayın.

AKP'nin AB, ABD ve IMF talimatlı politikalarından dolayı artık Kıbrıs Davası diye bir davamız kalmadı.

"Sırtımızda kambur" denildi, "verelim kurtulalım" denildi, "AB sürecinde önümüzde engel" denildi ve sonunda bir hayal uğruna Kıbrıs Rum Kesimi'nin ekmeğine yağ sürüldü.

Unutmayalım ki Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in ifadesiyle "Kıbrıs yavru vatan değil, vatandır". Kıbrıs konum itibariyle stratejik bir noktadadır. Türkiye'nin Akdeniz'e açılan kapısı ve Anadolu'nun güvenliğinin teminatıdır.

Kıbrıs'a hakim olan Anadolu'ya ve Ortadoğu'ya hakim olur. Bu sebeple "Kıbrıs Davası"nı basit bir dava olarak görmek siyasi acziyetin ifadesidir.

Bu stratejik konumundan dolayı Kıbrıs üzerinde sadece Rum'un, Yunan'ın değil, AB ülkelerinin, ABD'nin ve de İsrail'in hesapları vardır. Bu kadar ilginin odak noktası olan Kıbrıs konusunda Türk siyasetinin "ver-kurtul" mantığına sahip olması ne kadar acıdır.

Sayın Başbakanımız, Ege, Patrikhane, Ruhban Okulu, Pontus meselesi gibi mevzuların da aynı Kıbrıs meselesi gibi çözüleceğini ifade etmektedir.

Bizler de "eyvah, yandık" diyoruz.

Birileri size Mondros, Sevr gibi başarılı(!) anlaşmalar yapılacağını söylese siz ne derdiniz?

İşte öyle bir şey.