İki bin on altı yılının baharına çıktığımız, yazına merhaba dediğimiz şu zaman diliminde bu ülkede yaşamaya çalışan hemen herkes Türk dilinin şaheseri olan bu cinasları ya mırıldanıyor ya da duyduğu her yerde hemen kulak kabartıyor:
Yaradan var yaradan var
Yeri göğü Yaradan var
Tabip yaram elleme
Bende her yaradan var
Yara sızlar yara sızlar
Ok değmiş yara sızlar
Yaralının halinden
Ne bilsin yarasızlar.
Türk insanı zaten öteden beri dertlidir, tarih boyunca hep gadre uğramıştır, haksızlığa uğramıştır, sürekli dişinden-tırnağından artırarak müstekbirlerin, yönetici kadronun saray mutfağına kuş sütü yetiştirmek zorunda bırakılmıştır.
Anadolu insanı öteden beri hep hasret içindedir, ya gurbettedir ya da gurbet yolu gözlemektedir, ya askerdedir ya da asker yolu beklemektedir:
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Şu yemen elleri ne de yamandır
Ah o yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir.
Anadolu'nun bağrındaki anaların elleri bağrındadır hep, gözleri sürekli yollardadır ya yardan ya da oğuldan haber beklemektedir ve Anadolu'nun anaları yüz yıllar boyunca yardan gelen mektubu okşayarak ağlamışlardır, okşayarak hasret gidermişlerdir, köyde-kentte bir okuyan bulana kadar.
İlk emri "oku" olan bir kitaba inanmış olan Müslüman kadın, yüz yıllar boyu gurbetteki eşinden, oğlundan gelen mektubu dahi okuyamayacak kadar cahil bırakılmıştır hem de din adına.
Anadolu coğrafyasında yaşayan gençler, gelinler, nişanlılar ne yazık ki yönetici kadronun aymazlıklarının, gafletlerinin faturalarını canları ile, can yoldaşlarının kurban olmaları ile ödemişlerdir ve hala ödemektedirler.
Halk edebiyatımızda, aşık tarzı edebiyatımızda o yüzdendir ki "ağıt türü" yaygındır ve dünya edebiyatında eşine rastlanamayan eserler verilmiştir ve elbette bunun bir sebebi vardır; "dert söyletir insanı."
Eledim eledim höllük eledim
Aynalı beşikte canan bebek beledim
Büyüttüm besledim asker eyledim
Gitti de gelmedi canan buna ne çare
Yandı ciğerim de canan buna ne çare
Bir güzel simadır aklımı alan
Aşkın sevdasını canan serime salan
Bizi kınamasın ehl-i din olan
Gitti de gelmedi canan buna ne çare
Yandı ciğerim de canan buna ne çare.
Dertlidir insanımız, dertlidir analarımız, dertlidir nişanlısının yolunu bekleyen nişanlı kızlarımız, dertlidir babasının yolunu bekleyerek bebek büyüten gelinlerimiz ve onun için bir eli beşik sallarken bir eli bağrındadır ve kulağı da gelecek sestedir.
Anadolu anaları için yüzyıllar boyu süren o gurbet yolu bekleme, hasret çekme ve "yine mi gurbetten kara haber var" endişesi değiş midir?
Ne yazık ki hayır.
Bugün de analar dertlidir, genç gönüller yaralıdır, genç gelinler kınaları solmadan ne yazık ki yönetici kadronun aymazlıkları ve gafletleri yüzünden dul kalmaktadırlar.
O yüzdendir ki yüz yıllar önce yakılan ağıtlar, dertli türküler bugün de güncelliklerini korumaktadırlar ve bugün de en çok dinlenenler arasındadırlar.
Anadolu coğrafyasını vatan tutmuş olan Müslüman Türk milleti için pek fazla değişen bir şey yoktur, yine aldatılmaktadır, yine fakir sofrasından lokmalar artırarak, zeytinler artırarak saraydakilere kuş sütü yetiştirmek zorundandır, yine ezilmektedir ve yine gurbetten gelen kara haberlere üzülüp durmaktadır.
Evet, Türk insanı dün olduğu gibi bugün de ne yazık ki bin bir türlü yara içinde kıvranıp durmaktadır ve her defasında tuttuğu dal elinde kalmakta, güvendiği dağlara kar yağmaktadır.
Yaradan var yaradan var
Yeri göğü Yaradan var
Tabip yaram elleme
Bende her yaradan var
Yara sızlar yara sızlar
Ok değmiş yara sızlar
Yaralının halinden
Ne bilsin yarasızlar.
Türk insanı zaten öteden beri dertlidir, tarih boyunca hep gadre uğramıştır, haksızlığa uğramıştır, sürekli dişinden-tırnağından artırarak müstekbirlerin, yönetici kadronun saray mutfağına kuş sütü yetiştirmek zorunda bırakılmıştır.
Anadolu insanı öteden beri hep hasret içindedir, ya gurbettedir ya da gurbet yolu gözlemektedir, ya askerdedir ya da asker yolu beklemektedir:
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Şu yemen elleri ne de yamandır
Ah o yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir.
Anadolu'nun bağrındaki anaların elleri bağrındadır hep, gözleri sürekli yollardadır ya yardan ya da oğuldan haber beklemektedir ve Anadolu'nun anaları yüz yıllar boyunca yardan gelen mektubu okşayarak ağlamışlardır, okşayarak hasret gidermişlerdir, köyde-kentte bir okuyan bulana kadar.
İlk emri "oku" olan bir kitaba inanmış olan Müslüman kadın, yüz yıllar boyu gurbetteki eşinden, oğlundan gelen mektubu dahi okuyamayacak kadar cahil bırakılmıştır hem de din adına.
Anadolu coğrafyasında yaşayan gençler, gelinler, nişanlılar ne yazık ki yönetici kadronun aymazlıklarının, gafletlerinin faturalarını canları ile, can yoldaşlarının kurban olmaları ile ödemişlerdir ve hala ödemektedirler.
Halk edebiyatımızda, aşık tarzı edebiyatımızda o yüzdendir ki "ağıt türü" yaygındır ve dünya edebiyatında eşine rastlanamayan eserler verilmiştir ve elbette bunun bir sebebi vardır; "dert söyletir insanı."
Eledim eledim höllük eledim
Aynalı beşikte canan bebek beledim
Büyüttüm besledim asker eyledim
Gitti de gelmedi canan buna ne çare
Yandı ciğerim de canan buna ne çare
Bir güzel simadır aklımı alan
Aşkın sevdasını canan serime salan
Bizi kınamasın ehl-i din olan
Gitti de gelmedi canan buna ne çare
Yandı ciğerim de canan buna ne çare.
Dertlidir insanımız, dertlidir analarımız, dertlidir nişanlısının yolunu bekleyen nişanlı kızlarımız, dertlidir babasının yolunu bekleyerek bebek büyüten gelinlerimiz ve onun için bir eli beşik sallarken bir eli bağrındadır ve kulağı da gelecek sestedir.
Anadolu anaları için yüzyıllar boyu süren o gurbet yolu bekleme, hasret çekme ve "yine mi gurbetten kara haber var" endişesi değiş midir?
Ne yazık ki hayır.
Bugün de analar dertlidir, genç gönüller yaralıdır, genç gelinler kınaları solmadan ne yazık ki yönetici kadronun aymazlıkları ve gafletleri yüzünden dul kalmaktadırlar.
O yüzdendir ki yüz yıllar önce yakılan ağıtlar, dertli türküler bugün de güncelliklerini korumaktadırlar ve bugün de en çok dinlenenler arasındadırlar.
Anadolu coğrafyasını vatan tutmuş olan Müslüman Türk milleti için pek fazla değişen bir şey yoktur, yine aldatılmaktadır, yine fakir sofrasından lokmalar artırarak, zeytinler artırarak saraydakilere kuş sütü yetiştirmek zorundandır, yine ezilmektedir ve yine gurbetten gelen kara haberlere üzülüp durmaktadır.
Evet, Türk insanı dün olduğu gibi bugün de ne yazık ki bin bir türlü yara içinde kıvranıp durmaktadır ve her defasında tuttuğu dal elinde kalmakta, güvendiği dağlara kar yağmaktadır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Bozulmamış ne kaldı? / 05.05.2025
- Aç bırakanlar ağlamayı da yasaklıyorlar / 02.05.2025
- Gözenin başında kim var? / 01.05.2025
- Nasıl oluyor da oluyor? / 30.04.2025
- Kiminin başı döner açlıktan kiminin başı çıkmaz balçıktan / 29.04.2025
- Gelsin / 25.04.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Aç bırakanlar ağlamayı da yasaklıyorlar / 02.05.2025
- Gözenin başında kim var? / 01.05.2025
- Nasıl oluyor da oluyor? / 30.04.2025
- Kiminin başı döner açlıktan kiminin başı çıkmaz balçıktan / 29.04.2025
- Gelsin / 25.04.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025