"Dağ başında bir evim olsa da insanlardan uzak, basit bir hayat yaşasam" diye düşündüğü anları olmuştur kimi insanın . Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, böyle düşünen insanların sayısı gün geçtikce çoğalmaktadır. Etrafına bakınca sahte bakışlar, sahte gülüşler, sahte ilişkiler, o kadar çoğaldı ki kendini kalabalıklar arasında yalnız hissetmektedir insan denilen varlık.
Kalabalıklar arasında kendini yalnız hissetmek kadar acı; acı olduğu kadar da tarifi imkansız bir şey var mı bilmiyorum. Kendine yabancı, çevresine yabancı, meçhule giden bir yolcu misali... Birileri, "Durun, buralar çıkmaz sokak" deyinceye kadar devam edecek, uçsuz bucaksız bir yolculuk...
Hikaye edilir ki: ârif bir zat, bir meclise girer. Bir anda kalp gözü açılıverir. Bir de ne görsün! İçerisi hayvan suretine bürünmüş insanlarla dolu vaziyette: kediler, köpekler, yılanlar, sırtlanlar, tilkiler... daha niceleri. Hemen dışarı çıkar. Dışarıda bıraktığı atını da içeri getirir. İçeridekiler ârifin yüzüne şaşkın şaşkın bakmaya başlarlar. Sonra da, "Bre adam utanmıyor musun, atını içeri almaya?" diye azarlarlar. Nereden bilebilirlerdi ki onlara kalp gözü ile baktığını? Onlar anlamasalar da dilinden hikmetli sözler dökülüverir:
"Ben sizi karakter yapınıza göre görüyorum. Suretiniz her ne kadar insan gibi görünse de, sizin her biriniz karakter (huy) olarak bir hayvana benziyorsunuz; kimi kafasında bin bir türlü düşmanlıkla yılana benziyor. Kimi türlü türlü kurnazlıkla adeta bir tilki. Daha niceleri..."
İnsan gönüldür gönül
İşte insan bünyesindeki bu suret, gönül uyuşmazlığı sebebiyledir. Bilge insan Prof. Dr. Haydar Baş bu gerçeğe şöyle dikkat çeker; "İnanıyorum ki dünyadaki bütün problemler içerisinde problemin başlangıcını insanın kendisi teşkil etmektedir. Çünkü insan iç dünyasında, içerisinde bulunduğu toplumun gölgesini taşır. Bir toplumda gündeme gelen siyasi, toplumsal, ahlaki, hukuki problemler; mevcut iyilikler, hastalıklar, toplumsal dayanışma, birbirini sayma ve koruma, gıybet, anarşi, kavga, barış ve huzur vs. hep insanın ruh hali ile doğrudan ilgili durumdadır..."
Sayın Baş'ın, toplumsal olayların çekirdeği olan insana dair şu tespiti ise meselenin özünü ve mihenk noktasını ortaya koyuyor: "İnsan gönüldür gönül"
Yüce Allah (cc) Tin suresinde, "Gerçekten biz insanı, en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu (yapması gerekenleri yapmamasından dolayı) aşağıların en aşağısına çevirdik. Ancak iman edip yararlı işler yapanlar müstesna! Onlar için bitip tükenmeyen bir ecir vardır."(4.5.6. ayetler)... buyurmak suretiyle, yaratılan insanın "insan" olabilmesi için mutlaka "salih amel" kabilinden işler yapması gerektiğine işaret etmiştir.
Her gördüğün ben-i ademi insan sanma,
İnsan içinde; insan görünen nice hayvanlar vardır.
sözü meseleye ışık tutması açısından çok manidardır.
Yaratılış gerçeğinden uzaklaştıkça insan kendinden uzaklaştı. Kendinden kaçış, insanı kendine yabancılaştırdı. Merkezinde sadece "ben" olan bir hüviyete büründü. Gördüğü duyduğu sadece hep kendi egosu olduğu için insan denen varlık, kalabalıklar içerisinde yalnız kaldı, kendi eştiği kuyuda boğulur oldu.
Kendinden kaçan insanın karmaşık duygular içerisinde "boğuluyorum imdat" sancıları had safhada. Ama nafile... Duyuramazsın sesini! Sen sadece kendi kendini duyduğun gördüğün için, sen de başkasını duyamadığın için, senin de duyulmaman mukadderdir. İnsanı çıldırtan bu yalnızlık kendini bilinceye kadar devam eder;
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice kuru emektir.
Eğer kendini bilirsen; kendini bilmek seni öyle bir noktaya götürür ki, işte o zaman maksat hasıl olur. Hz. Peygamber'in (sav) "Kendini (nefsini) bilen Rabbini bilir!" sırrına erersin. Veysel Karani Hz. Ömer'e sorar:
"Ya Ömer Allah'ı bilir misin?" Hz. Ömer cevaben, "Evet". Veysel Karani": "Öyleyse başka bir şey bilmene gerek yok" der ve yine sorar:
"Ya Ömer Allah seni biliyor mu?". Hz. Ömer: "Evet". Veysel Karani: "Öyleyse seni kimsenin bilmesine gerek yok" diye sözünü tamamlar.
Ey insan, işte sen, Rabbinden başka bir şey bilmek ve Rabbinden başka kimseye kendini bildirmek ihtiyacı hissetmediğin zaman o yalnızlık biter. Kalabalıklar içinde konumunu bilirsin. Boğulmaktan kurtulursun.
SA?DUYU / Uğur KEPEKÇİ
Kalabalıklar arasında kendini yalnız hissetmek kadar acı; acı olduğu kadar da tarifi imkansız bir şey var mı bilmiyorum. Kendine yabancı, çevresine yabancı, meçhule giden bir yolcu misali... Birileri, "Durun, buralar çıkmaz sokak" deyinceye kadar devam edecek, uçsuz bucaksız bir yolculuk...
Hikaye edilir ki: ârif bir zat, bir meclise girer. Bir anda kalp gözü açılıverir. Bir de ne görsün! İçerisi hayvan suretine bürünmüş insanlarla dolu vaziyette: kediler, köpekler, yılanlar, sırtlanlar, tilkiler... daha niceleri. Hemen dışarı çıkar. Dışarıda bıraktığı atını da içeri getirir. İçeridekiler ârifin yüzüne şaşkın şaşkın bakmaya başlarlar. Sonra da, "Bre adam utanmıyor musun, atını içeri almaya?" diye azarlarlar. Nereden bilebilirlerdi ki onlara kalp gözü ile baktığını? Onlar anlamasalar da dilinden hikmetli sözler dökülüverir:
"Ben sizi karakter yapınıza göre görüyorum. Suretiniz her ne kadar insan gibi görünse de, sizin her biriniz karakter (huy) olarak bir hayvana benziyorsunuz; kimi kafasında bin bir türlü düşmanlıkla yılana benziyor. Kimi türlü türlü kurnazlıkla adeta bir tilki. Daha niceleri..."
İnsan gönüldür gönül
İşte insan bünyesindeki bu suret, gönül uyuşmazlığı sebebiyledir. Bilge insan Prof. Dr. Haydar Baş bu gerçeğe şöyle dikkat çeker; "İnanıyorum ki dünyadaki bütün problemler içerisinde problemin başlangıcını insanın kendisi teşkil etmektedir. Çünkü insan iç dünyasında, içerisinde bulunduğu toplumun gölgesini taşır. Bir toplumda gündeme gelen siyasi, toplumsal, ahlaki, hukuki problemler; mevcut iyilikler, hastalıklar, toplumsal dayanışma, birbirini sayma ve koruma, gıybet, anarşi, kavga, barış ve huzur vs. hep insanın ruh hali ile doğrudan ilgili durumdadır..."
Sayın Baş'ın, toplumsal olayların çekirdeği olan insana dair şu tespiti ise meselenin özünü ve mihenk noktasını ortaya koyuyor: "İnsan gönüldür gönül"
Yüce Allah (cc) Tin suresinde, "Gerçekten biz insanı, en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu (yapması gerekenleri yapmamasından dolayı) aşağıların en aşağısına çevirdik. Ancak iman edip yararlı işler yapanlar müstesna! Onlar için bitip tükenmeyen bir ecir vardır."(4.5.6. ayetler)... buyurmak suretiyle, yaratılan insanın "insan" olabilmesi için mutlaka "salih amel" kabilinden işler yapması gerektiğine işaret etmiştir.
Her gördüğün ben-i ademi insan sanma,
İnsan içinde; insan görünen nice hayvanlar vardır.
sözü meseleye ışık tutması açısından çok manidardır.
Yaratılış gerçeğinden uzaklaştıkça insan kendinden uzaklaştı. Kendinden kaçış, insanı kendine yabancılaştırdı. Merkezinde sadece "ben" olan bir hüviyete büründü. Gördüğü duyduğu sadece hep kendi egosu olduğu için insan denen varlık, kalabalıklar içerisinde yalnız kaldı, kendi eştiği kuyuda boğulur oldu.
Kendinden kaçan insanın karmaşık duygular içerisinde "boğuluyorum imdat" sancıları had safhada. Ama nafile... Duyuramazsın sesini! Sen sadece kendi kendini duyduğun gördüğün için, sen de başkasını duyamadığın için, senin de duyulmaman mukadderdir. İnsanı çıldırtan bu yalnızlık kendini bilinceye kadar devam eder;
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice kuru emektir.
Eğer kendini bilirsen; kendini bilmek seni öyle bir noktaya götürür ki, işte o zaman maksat hasıl olur. Hz. Peygamber'in (sav) "Kendini (nefsini) bilen Rabbini bilir!" sırrına erersin. Veysel Karani Hz. Ömer'e sorar:
"Ya Ömer Allah'ı bilir misin?" Hz. Ömer cevaben, "Evet". Veysel Karani": "Öyleyse başka bir şey bilmene gerek yok" der ve yine sorar:
"Ya Ömer Allah seni biliyor mu?". Hz. Ömer: "Evet". Veysel Karani: "Öyleyse seni kimsenin bilmesine gerek yok" diye sözünü tamamlar.
Ey insan, işte sen, Rabbinden başka bir şey bilmek ve Rabbinden başka kimseye kendini bildirmek ihtiyacı hissetmediğin zaman o yalnızlık biter. Kalabalıklar içinde konumunu bilirsin. Boğulmaktan kurtulursun.
SA?DUYU / Uğur KEPEKÇİ
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012