Türkiye - Avrupa Birliği ilişkilerinin sık tartışıldığı şu günlerde dillerden düşmeyen kavram "tren kazası".Bu kavram, özellikle son bir yıldır sıklıkla kullanılmakla birlikte; Rumlara, AKP hükümetinin söz verdiği üzere liman ve havaalanlarının açılması konusunda daha çok dile getirilmeye başlandı. Kimileri Türkiye- AB ilişkilerinde şiddetli bir "tren kazası" öngörürken, kimileri de trenin yavaşlamasından bahsediyor. Tren edebiyatının Türkiye- AB ilişkilerinin merkezine yerleştirildiği bir ortamda, en etkili benzetmeyi İngiliz Financial Times gazetesi yaptı: Tren kazası değil, tren enkazı!Gazete, Kıbrıs Rum Kesimi'nin 2004'te AB'ye kabul edilmesi ile bir "tren enkazının" beklendiği değerlendirmesinde bulundu.Tren kazası benzetmesindense, tren enkazı ve hatta Türkiye enkazı benzetmesinin daha gerçekçi olduğunu belirtelim. Çünkü tren kazası, eşitler arasında gerçekleşebilecek bir eylem olmakla birlikte, sonuçta ortaya çıkan hasar da karşılıklıdır. Yani, eğer iddia edildiği gibi Türkiye ile AB arasında bir tren kazası olacaksa, en az Türkiye kadar AB'nin de hasar görmesi gerekmekte. Fakat bugünkü ilişki mantığında böyle bir kaza gerçekleşirse ve hatta kazaya gerek kalmadan mevcut durumun devamında bile tek hasar gören Türkiye oluyor. AB ile ilişkilerimizde her zaman olduğu gibi yine tek taraflı bir hasar söz konusu. Önceki gün AB'nin en önemli iki devleti Fransa ve Almanya'nın liderleri, AB üyeliği konusunda Türkiye'ye 18 ay süre verilmesi konusunda anlaştı. Yani bu ne demek?Türkiye'nin AB'ye üye olup olmayacağına 18 ay sonra karar verilecek!Hani Türkiye'nin AB üyeliği garantiydi!Hani Türkiye AB ile müzakereler başlamıştı!Hani Türkiye ile üyelik süreci başlamıştı!Demek ki bütün bunlar gerçeği yansıtmıyor. Türkiye'nin AB ile ilgili bütün ilişkileri koca bir yalan üzerine bina edilmiş. Merkel ve Chirac da bu yalan üzerinden Türkiye'yi istedikleri gibi köşeye sıkıştırabiliyorlar. Sadece Merkel ve Chirac mı? Hayır! İtalya lideri Prodi de aynı düşünceye sahip olduğunu ifade etti. Burada sorulması gereken en temel soru şu olmalı:Neden 18 ay?Öyle ya, Merkel ve Chirac Türkiye'nin üyelik kaderinin belirlenmesi için 18 ay süre verilmesini istedi. Bu 18 ay sonunda Türkiye, Rumları tanıyacak, liman ve havaalanlarını açacak.Dikkat edin, 6 ay değil, 8 ay değil, 12 ay değil, 18 ay!Sebebi çok açık. Türkiye, büyük ihtimalle 12 ay sonra seçime girecek. Yani Türkiye seçim sath-ı mailine girmiş bulunuyor. Böyle bir süreçte, en önemli müttefikleri olan, bir dediklerini iki etmeyen AKP hükümetini zor durumda bırakmak istemezler. İşte bu yüzden 18 ay bekleyecekler ve müttefikleri AKP'nin en az hasarla seçimden çıkmasına kendi çaplarında bir katkı sağlayacaklar. Bu arada AKP hükümetinin AB'ye rest çeken bir kahraman olarak kendini millete pazarlamasına da göz yumacaklar.Yani tezgah Türk milletine kuruluyor. AKP hükümetinin AB uğruna Türkiye'ye indirdiği darbeler milletin gözünden kaçırılmak isteniyor. Fakat artık çok geç ve millet eskisi gibi bu tip tuzaklara gelmiyor. Türk halkı, Türkiye'nin AB ile ilişkilerde nasıl enkaz haline geldiğini ve bu süreçte Türkiye treninin duvara tosladığını çok net bir şekilde görüyor artık.