Türkiye, adeta uzantısı niteliğindeki Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyasına tali çözümler önermekten, dolaylı katkılarda bulunmaktan öte bir politika izlemiyor; ABD, AB, İngiltere,Fransa, İngiltere ve Rusya gibi güçlü ülkelerin otokontrolünde gelişen politikaların dümensuyunu takip ediyor.
Gürcistan'da gelişen Acaristan ve Abhaz sorunu karşısında Türk dış politikası etkin bir varlık gösteremedi.
Rusya'nın Çeçenistan'a karşı, Ermenistan'ın Dağlık Karabağ'a karşı, İsrail ve ABD'nin Filistin'e karşı uyguladığı şiddet politikalarında da aynı durum yaşanıyor.
Balkanlar'daki soydaşları için yeni yeni kulis faaliyeti yaparak, bölgedeki Müslümanların dertlerine çare aramaya koyulmayı prensip edinen Türkiye'nin, bu insani gayretleri de bölgede Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan'ın karşı kulisine takılıyor.
Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan mirasın sırf etnik ve kültürel açıdan düşünülmesi yetmiyor, O'nun uluslararası güç merkezi olma ülküsü ve coğrafi ideallari de iyi irdelenmeli.
Askeri, ekonomik ve siyasal güç olmanın yolu da buradan geçiyor.
Kendi bölgesi başta olmak üzere; global denklemde sözü geçen bir ülke olmak için bu kazanımlar esas teşkil ediyor.
Rusya Federasyonu, SSCB'nin mirasını koruyarak; Avrupa'nın lokomotif ülkeleri kendilerini eski sömürü imparatorluklarının devamı görerek; ABD ise, kendini bu ülkelerin çanak tuttuğu ekonomik düzlemlerde politika üreterek yeni ve etkin güç olma ülküsüyle besleniyor.
NATO, AGİT, ECO,WTO, BM, AK gibi uluslararası kurumların kurucu ve katılımcı üyeleri arasında yeralan Türkiye'nin, sırf küreselleşme adına bölgesel tercihlerinden vazgeçmesi kabul edilemez.
Önce ulusal politikalar, sonra uluslararası açılımlar; önce bölgesel güç kazanımı, ardından global güç olma.
Sıralama bu olduğu sürece zemin daha sağlam olacak.
Yurtta Sulh Cihanda Sulh şeklinde bir mefkureyle uygulanan dış politikanın, bölgesel unsurları gözardı etmesi elbette beklenemez.
Bu noktada Türk dış politikasının öncelikle kendi yakınındaki coğrafya ve o coğrafyada kendine etnik ve dini yönden yakın unsurları ele alması elzem.
Tarihi bilinç kadar, tarihi sorumluluk da bunu gerektiriyor.
Çeçenistan Rus, Acaristan Gürcü, Batı Trakya Yunan, Karabağ Ermenistan, Filistin İsrail inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemli bir öncelik.
En az Kıbrıs kadar, bu bölgeler gözönünde bulundurulmalı; ama Kıbrıs sorununun çözümü sürecindeki inisiyatifsiz politika da benimsenmemeli.
Yakın coğrafyadan uzak kaldıkça, daha çok başımız ağrıyacak.
Gürcistan'da gelişen Acaristan ve Abhaz sorunu karşısında Türk dış politikası etkin bir varlık gösteremedi.
Rusya'nın Çeçenistan'a karşı, Ermenistan'ın Dağlık Karabağ'a karşı, İsrail ve ABD'nin Filistin'e karşı uyguladığı şiddet politikalarında da aynı durum yaşanıyor.
Balkanlar'daki soydaşları için yeni yeni kulis faaliyeti yaparak, bölgedeki Müslümanların dertlerine çare aramaya koyulmayı prensip edinen Türkiye'nin, bu insani gayretleri de bölgede Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan'ın karşı kulisine takılıyor.
Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan mirasın sırf etnik ve kültürel açıdan düşünülmesi yetmiyor, O'nun uluslararası güç merkezi olma ülküsü ve coğrafi ideallari de iyi irdelenmeli.
Askeri, ekonomik ve siyasal güç olmanın yolu da buradan geçiyor.
Kendi bölgesi başta olmak üzere; global denklemde sözü geçen bir ülke olmak için bu kazanımlar esas teşkil ediyor.
Rusya Federasyonu, SSCB'nin mirasını koruyarak; Avrupa'nın lokomotif ülkeleri kendilerini eski sömürü imparatorluklarının devamı görerek; ABD ise, kendini bu ülkelerin çanak tuttuğu ekonomik düzlemlerde politika üreterek yeni ve etkin güç olma ülküsüyle besleniyor.
NATO, AGİT, ECO,WTO, BM, AK gibi uluslararası kurumların kurucu ve katılımcı üyeleri arasında yeralan Türkiye'nin, sırf küreselleşme adına bölgesel tercihlerinden vazgeçmesi kabul edilemez.
Önce ulusal politikalar, sonra uluslararası açılımlar; önce bölgesel güç kazanımı, ardından global güç olma.
Sıralama bu olduğu sürece zemin daha sağlam olacak.
Yurtta Sulh Cihanda Sulh şeklinde bir mefkureyle uygulanan dış politikanın, bölgesel unsurları gözardı etmesi elbette beklenemez.
Bu noktada Türk dış politikasının öncelikle kendi yakınındaki coğrafya ve o coğrafyada kendine etnik ve dini yönden yakın unsurları ele alması elzem.
Tarihi bilinç kadar, tarihi sorumluluk da bunu gerektiriyor.
Çeçenistan Rus, Acaristan Gürcü, Batı Trakya Yunan, Karabağ Ermenistan, Filistin İsrail inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemli bir öncelik.
En az Kıbrıs kadar, bu bölgeler gözönünde bulundurulmalı; ama Kıbrıs sorununun çözümü sürecindeki inisiyatifsiz politika da benimsenmemeli.
Yakın coğrafyadan uzak kaldıkça, daha çok başımız ağrıyacak.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005