Okurlarımdan "Yine Uludağ'ı yazmışsın…" diye olumlu ve hicveden tepkiler alıyorum.
Haklılar. Açlık, kıtlık, sefalet, üç kalem pirzola hikâyeleri dururken kim ilgilenir Uludağ'ın derelerine karışıp yamaçlarından aşağı akan oteller bölgesinin kanalizasyonu ve atık suları ile? Kim ilgilenir endemik bitkisi, sadece Uludağ'a has senaver, köknar ağaçları, Apollo kelebeği ve ardıçları ile?
Varsın çöp çukuru açıp üstünü toprakla örtsünler, varsın ağaçları kesilip otel yapılsın… Siyasi rantla kurban edilsin…
Kapadokya'da hunharca katledilen kayaların eşkıyalarca öldürülen köylülerden bir farkı yok. O manzarayı görünce dehşete düştüm. Mücevher değerindeki yerlerin nasıl böyle hoyratça, bilgisizce ve her türlü korumadan yoksun bırakılarak katledilmesine akıl-sır erdiremedim…
Oysa devletin varlığını vatandaşın hissedeceği yer vergi daireleri ve icra memurları değil, sokağa çıktığında duyumsayacağı düzen, onu korumak üzere alınan tedbirlerdir. Yanlışlara anında müdahil olmayan tek adam rejimi demek ki sorunlara ulaşmakta başarılı olamıyor.
Bizim gibi hayatının yarısı Uludağ kırlarında geçmiş olanlar bugün kan ağlıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalından başka kimsenin değinmediği Uludağ panoraması, halkın ancak yüzde birine ulaşmış ve onlarında "vah vah" diyenlerin onda birinin ilgisini çekmiştir. Tıpkı Kapadokya'da olanlar gibi…
Bazen düşünüyorum, atalarımızın kanları ile sulayıp vatan yaptıkları bu topraklara gerçekten layık mıyız diye… Çünkü bu dönemde ülkenin kendi ayağına sıktığı kurşun sadece bir tane değil. Yürüyemez, kıpırdayamaz hale gelmişiz.
***
Programa çıkan eski orman genel müdürü dahil Uludağ'ın varlık sebebini birkaç kelime ile sınırlayıp dünya konektöründeki yerini ifade etmekte maalesef yetersiz kaldılar. Mimarlar odası başkanı hanımefendinin girişimleri ile yapıldığı anlaşılan programda Dağ-der gibi Uludağ'ın köylerinin umut bağladığı bir dernek bile bilimsel verileri ortaya koyamadı.
Hiç kimse Uludağ'ın Alpinetum Kuşağındaki öneminden, dünyada sadece Uludağ'da görülebilen ve koleksiyonerlerin binlerce dolar dökerek avlamaya çalıştığı Apollo kelebeğinden bahsetmedi. Uludağ'dan süzülen suların şişelenip Avrupa ve Arap ülkelerine pazarlanmasından da söz etmediler.
Uludağ'ın bir zamanlar simgesi olan ve dünya habitatında koruma altında olan Sakallı Akbaba'dan da bahsedilmedi.
Buz devrinin Türkiye'deki izlerinin bulunduğu Uludağ sadece kayak, tatil, otel konsepti ve yaşam kaynağımız olan su rezervi ile değerlendirildi. Oysa Uludağ'ın Türkiye'deki buzul devrinin izlerini taşıyan kuzey yamaçlarındaki oluşumlardan hiç bahsedilmedi. Buzul devrinden kalma gölleri olan Kilimli Göl, Buzlu Göl ve Aynalı Göl dediğimiz zirve gölleri hiç gündeme gelmedi.
Dünya Milli Parkları arasında parmakla gösterilen ve Mayer sınıflandırılması olarak bildiğimiz pek çok Türk bilim adamının kabul ettiği Alpinetum Kuşağının yükseldikçe en belirgin izlenebildiği Uludağ zonları ne yazık ki bitki örtüsü ile birlikte yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Anlayamadığımız bir başka konu da Milli Park olmak o kadar zor ve kabulü imkânsız bir konu iken, cerrah olmuş bir doktoru ilkyardım uzmanı haline getirmekle eş değer bir karar alınmış olmasıdır. Sanırım dünya milli park çevrelerinde de bu kararımıza kahkahalarla gülenler ve kendi milli parklarının değeri arttığı için ellerini ovuşturanlar çıkacaktır.
Tıpkı Göreme'de olduğu gibi…
GÜMÇED'le çalıştığımız dönemde İznik gölündeki kirlenmeye dikkat çekmiş, başta Cargill olmak üzere göl kıyısına kurulan sanayi tesislerinin bir gün susuz kalacak Bursa ve çevresinin su ihtiyacını karşılayacağını belirterek göl suyunu kullanmalarına karşı çıkma cesaretini göstermiştik. Ancak o yıllarda da siyasi erk her zaman olduğu gibi gücünü bu müesseselerden yana kullanarak bugün İznik Gölü'nün yok olmasına giden kilometre taşlarını döşemişlerdi.
Maalesef ki, Bursa geçen zaman içinde gölü ile, dağı ile, ovasının yok olması ile her türlü çevre felaketinden nasibini almış, sesini insanoğlunun geleceğine duyuramayan 'doğa'sı can çekişmenin en uç noktasına gelmiştir.
Çocuklarını seven ancak gelecekteki ihtiyaçlarını korumaktan ebeveynlerle dolu idarecilerimiz oldukça yaşamı korumak adına hiçbir şey yapmamaya, Uludağ derelerine kadar ulaşan kanalizasyon atıklarının ana şebekeye karıştığı bir Bursa'da yaşamaya devam edecekler, bir zamanlar musluktan içilen suyu yerine şişe suyu kullanmaya kendilerini alıştıracaklardır.
Umarız, Bursa'nın varlık nedeni olan ve Bursa'nın yaşanabilir bir yer olması için korunması gereken Uludağ'da yanlıştan dönülmesi mümkün olur.
Yoksa vay geldi başımıza…
- Bir öğün, üç tabak yemek… / 13.05.2025
- Zirvede olmak… / 09.05.2025
- Bir saldırının düşündürdükleri… / 06.05.2025
- Yörükler… / 02.05.2025
- Bir 23 Nisan yazısı… / 23.04.2025
- Zalimler unutulur, mazlumlar anılır… / 18.04.2025
- Dost… / 15.04.2025
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025