Bir 15 Temmuz'u daha geride bıraktık. Beklenildiği üzere en çarpıcı cümleleri Sayın Erdoğan ve kurmayları kurdu. FETÖ lanetlendi. Hatta Malazgirt, Çanakkale neyse 15 Temmuz da odur, bile dendi.
Şimdi zor sorular soralım! FETÖ'nün sahibinin ABD olduğunu bilmeyen var mı?
15 Temmuz'un proje ve organizatörünün CIA olduğunu bilmeyen var mı?
15 Temmuz'un Büyük Ortadoğu Projesinin ayaklarından biri olduğunu bilmeyen var mı?
Bakın! 15 Temmuz'u anlamak için tarihimizi çok iyi bilmemiz ve kavramamız lazım. Anlatayım;
Nasıl ki, Türk milletinin şahlanışı milli ve manevi değerlerine sahip çıkması ile olduysa aynı değerlerden uzaklaşması da sürünmesine ve de çöküşüne sebep olmuştur.
Milletimiz bu çöküşleri, yine bu değerlere sahip çıkan liderlerle tekrar dirilişe çevirmiş ve günümüze kadar Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti'ni getirmişlerdir.
Geçen yıl çok sık, bu yıl ise aralıklarla duyduğumuz beka sorunu, bu topraklara daha ilk girdiğimiz gün başlamıştır. Yani bugün, 'beka beka' diyenlerin kastı Türk milleti ve devletinin bekası değil, kendilerinin gelecekleridir.
Eğer gerçekten 'beka' kavramının mahiyetini idrak edebilseydiler bugün bu halde olmazdık.
Haçlı batı, bugünkü tabirle emperyalistler, Anadolu'ya girişimizi ve bu coğrafyayı yurt edinişimizi asla kabullenmedi ve kabullenmeyecektirler de.
Diğer taraftan bu coğrafyada bazen eğilsek de, yorulsak da nasıl ayakta kaldığımızın şifrelerini Haçlı emperyalistler çok iyi analiz etmiş ve çözmüşlerdir.
Bu analizleri neticesinde emperyalistler, bu coğrafyayı ele geçirmek ve Müslümanları toptan yok etmek için artık silah yerine milli ve manevi değerlerimizi hedef almaları gerektiğini anlamışlar, İslam'da zaaf bulamayınca Müslümanların zaaflarını çok iyi analiz ederek, birçok proje ortaya koymuşlar, içimizden kendilerine has adamlar, cemaatler, tarikatlar, siyasi ve sosyal yapılar oluşturmuşlardı.
2020'den geriye baktığımızda emperyalistlerin gerek ülkemiz ve gerekse İslam coğrafyasında hedeflerinin çoğuna ulaştıklarını görüyorum.
Bunu nasıl başardılar, sorusuna ülkemiz açısından bakalım.
1943, 1946, 1948'de atılan imzalar ve de 50'den sonra nasıl Amerikancı olduğumuz kayıtlıdır. Özal dönemiyle bu Amerikancılığımız zirveye doğru harekete geçmiş, AKP ile zirveye bayraklarını çakmışlardır.
Gidelim 2002'ye. AKP kazanmıştı ama Sayın Erdoğan yasaklıydı. O gün medya, Sayın Erdoğan'ın ABD Savunma Bakan Yardımcısı Dr. Paul Wolfowitz'e yazdığı mektubu gündem ediyordu.
Mektup çok ilginçti! İktidar partisinin genel başkanı mektubunda, samimiyetini (ABD'ye) ispatlamak için kendisine bir şans verilmesini istiyor. Daha vahim olan ise ülkemizdeki bir parti başkanının, yine ülkemiz genelkurmay başkanı ile görüşmek için yabancı bir devletten aracılık istemesidir. Malumunuz Erdoğan'ın daha sonra yasakları kalktı ve Siirt'ten vekil seçildi, başbakan oldu.
Ya sonra?
BOP başladı. Meclis'e o tezkere geldi. "Tezkereye hayır, demek bana hayır demektir" denildi.
Hatta bu tezkere geçmezse memur maaşlarını ödeyemeyiz, bile denildi. Tezkere geçmedi.
Ama Meclis'e rağmen hükümet ülkemiz hava sahasını açarak yüz binlerce Müslüman'ın katliamına sebep oldu. Irak yerle bir edildi.
Tabi teşekkür mahiyetinde itiraflar da geliyordu. Örneğin, ABD Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz: "Biz, Irak'a müdahale konusunda tereddüt ediyorduk, Tayyip Erdoğan bize cesaret verdi" diyordu.
Başkan Bush ise Erdoğan'a "Sen ne harika bir adamsın" demişti.
Hemen ardından resmi adı, "Davut Boynuz'u" olan o madalya gelmişti.
Tabi itiraflar içerden de yapılıyordu. Örneğin Sayın Erdoğan; "Küresel sorunlarla mücadelede dünyanın ABD'ye ihtiyacı olduğunu; Türkiye ile ABD'nin temel hedeflerinin örtüştüğünü" diğer ifade ile varlığımızın devamı için ABD'ye mecburuz, diyordu.
Yine o yıllarda Abdullah Gül, dışişleri bakanı sıfatı ile ABD'nin dışişleri eski bakanı ve CIA ajanı Colin Powell ile 9 maddelik bir anlaşma imzaladığını açıklamıştı. Detay isteyenlere "Her şeyi anlatamam. Gizli o kadar çok şey var ki" diye cevap vermişti.
O dokuz madde daha sonra medyaya düşmüştü. Bugün yaşadığımız sorunların hepsini o 9 maddeye çok rahat sığdırabiliriz.
Netice olarak ülkemizi yönetenler, kendilerini eleştirenleri, 'hain, bölücü, terörist' ilan etmeyi bırakarak, gerçek düşmanlarımıza karşı milletimizi bir bilek, bir yürek yapma gayretine girmelidirler.
Bu gayrete girerler mi? Hayır. Sadece iktidar partisi değil, Meclis'teki bütün partiler siyasetlerini ayrıştırıcı, itici, öteleyici söylem ve icraatlar üzerine kurmuşlardır.
Oysa BTP'nin merhum Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş siyasetteki 18 yılını, "önce insan, önce devlet, önce vatan, birlik, kardeşlik" söylem ve projeleri üzerine kurdu. Şimdi o bayrak Hüseyin Baş Bey'in elinde. Görene ne mutlu…
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024