Türkiye'yi yıllardır AB'nin kapısında beklettiler. "Bizi AB'ye alacaklar" yalanıyla her konuda taviz üstüne taviz verdiler. İktidarıyla muhalefetiyle partiler AB'ye girmeyi hep "stratejik hedef" olarak kabul ettiler ve parti programlarında da bunu açıkça belirttiler.
Türkiye'de iktidar ya da muhalefet fark etmez Meclis içinde olabilmek, okyanus ötesi icazetinin yanında Brüksel icazetine endekslendi.
Türkiye'nin siyaseti her konuda AB'nin dayattıklarına tam teslim olarak hareket etmesine rağmen, AB hiçbir konuda Türkiye'nin menfaatine bir milim hareket etmedi.
Son yaşanan Ege ve Doğu Akdeniz krizlerinde de açıkça görüyoruz ki, AB, Türkiye'ye asla dost değil; haksız olduğu halde Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin yanında; haklı olmasına rağmen Türkiye'nin karşısında…
1-2 Ekim tarihlerinde gerçekleşen AB Liderler Zirvesi'nde AB'nin Türkiye'ye karşı maskesi bir kez daha düşmüş durumda… AB ülkelerinin liderleri zirvede yaptıkları konuşmalarda Türkiye aleyhinde çok sert ifadeler kullandılar.
Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz:
* "Türkiye'ye karşı sert bir tavır alınması gerekiyor."
* "AB, nihayet Cumhurbaşkanı Erdoğan'a kırmızı çizgiler göstermeli."
* "AB, Türkiye'ye yaptırım uygulaması gerekiyor."
* "Halihazırda donmuş durumda olan Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerinin sonlandırılması gerekiyor."
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron:
* "Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile dayanışma müzakerelere açık değil."
* "Bir AB üyesi devlet saldırıya uğrarsa, tehdit edilirse, karasularına saygı gösterilmezse, Avrupalılar olarak dayanışma göstermek bizim görevimizdir."
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen:
* "Zirveden Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ne destek mesajı çıkacağına inanıyorum."
* "İki seçenek bulunuyor: Ya gerilim daha da tırmanır, ki biz bunu istemiyoruz. Ya da gerilim azalır ve biz yapıcı bir ilişkiye doğru ilerleriz, ki biz bunu istiyoruz."
* "Her iki durum için de AB'nin elinde uygun araçlar bulunmaktadır."
Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis:
* "Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de yaptığı provokasyonların durması gerekiyor."
* "Bir şey kesin: Tek taraflı hareketler ya da abartılı söylemler olsun, Türkiye'nin provokasyonları daha fazla tolere edilemez."
AB Konseyi Başkanı Charles Michel:
* "Zirveden sonraki iki hafta Türkiye için kritik önem taşıyor."
* "Türkiye meselesi Aralık ayındaki zirvede yeniden gündeme gelecek."
* "Çift stratejimiz var. Siyasi diyaloğa bir şans tanımak istiyoruz. Diğer taraftan da değerlerimiz ve Yunanistan'la Kıbrıs'a destek konusundaki kararlılığımızı ifade ettik."
* "Eğer Türkiye bizimle daha olumlu bir gündeme girmek istiyorsa, biz de Türkiye'yle daha olumlu bir gündeme sahip olmaya hazırız."
* "Daha fazla istikrar istiyoruz. Daha fazla öngörülebilirlik istiyoruz. Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın egemenlik haklarını savunmak ve korumak için tamamen dayanışma içindeyiz."
Dikkat ederseniz, AB'nin liderleri büyük bir çoğunlukla Türkiye'ye sopa gösteriyor. Buldukları her fırsatta Türkiye'ye nefretlerini kusuyorlar. AB'nin Türkiye'ye yönelik politikası olan "havuç-sopa" yönteminde, sopa oldukça büyük, havuç ise küçücük…
AB zirvesinde yaptırımlara karşı Türkiye'yi savunduğu ifade edilen Almanya Başbakanı Merkel ise işin havuç kısmında… Merkel de konuşmasında şunları söyledi:
* "Kıbrıs ve Yunanistan'ın haklarını korurken aynı zamanda Türkiye ile yapıcı bir ilişki istiyoruz. Soruna barışçı çözüm bulunmasında kararlıyız."
* "Doğu Akdeniz ve Ege'deki gerginliğin çözülmesi gerekiyor. Burada diplomasi önemli bir rol oynuyor."
* "Tüm zorluklara karşın AB'nin Türkiye ile yapıcı bir ilişki geliştirmesinde büyük çıkarı bulunmaktadır."
Merkel'in açıklaması Türk basın-medyasında Türkiye'yi savundu şeklinde servis edilse de, ilk cümleden de anlaşıldığı üzere Merkel bütün diplomasiyi, iyi ilişkileri, "Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin haklarının korunması" şartına bağlıyor.
Zaten en başta bu şartı dayattığınız zaman, diğer ifadelerin de hiçbir önemi kalmıyor.
AB Zirvesi devam ederken Birleşmiş Milletler (BM) çok önemli bir karar aldı. BM Türkiye ile Libya arasındaki deniz sınırı anlaşmasını onayladı. Onaylanan tescil belgesinde, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in Türkiye ile Libya arasındaki deniz sınırı anlaşmasını onayladığı belirtildi. Belgede şu ifadelere yer verildi:
"BM Genel Sekreteri, aşağıdaki uluslararası anlaşmanın Birleşmiş Milletler Şartı'nın 102. Maddesi uyarınca onaylamıştır. Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında Akdeniz'de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin Mutabakat Muhtırası (eklerle birlikte)."
AB ülkelerinin tamamı BM'ye üye ve BM tescil ediyor ki, bu anlaşma meşrudur.
Bugüne kadar Yunanistan'ın attığı adımlar hukuk dışı ve geyrimeşru olmasına rağmen AB hep Yunan'ın yanında oldu. BM'nin kararına rağmen yine Yunan'ın yanında olmaya devam etti. AB açıkça şunu söylüyor: "Biz Türkiye'ye düşmanız, bu noktada ne BM tanırız, ne oluslararası toplum, ne de hukuk…"
Şimdi soruyorum, Türkiye'nin böyle bir AB'de ne işi var?
Verdiğimiz bunca taviz bizi AB'ye yaklaştırmadı, AB'ye köle yaptı.
Bir an önce ayıkmalıyız ve Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllardır ifade ettiği "Ne AB, ne ABD tek çözüm Bağımsız Türkiye" gerçeğine geç de olsa artık gelmeliyiz. AB kapısında onlarca yıldır çok şey kaybettik, artık kaybedecek bir saniyemiz yok, bir çakılımız da yok.
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024