'Ali'den izinsiz Sırat'tan geçilmez'
İbn-i Hacer, Savaik adlı eserinde diyor ki: "İbn-i Semmak şöyle rivayet eder: Ebu Bekir, Hz. Ali'ye (a.s.) dedi ki: Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle dediğini duydum: Ali'den (a.s.), yazılı bir vesika alamadıktan sonra, Sırat köprüsünden kimse geçemez"
09.12.2016 00:00:00
'A'raf Adamları' diye isimlendirilenler Ehl-i Beyt mensuplarıdır. Allah Teala buyuruyor ki: "Araf (Cennetle Cehennem arasındaki engel) üzerinde bir kısım kimseler var ki bunlar, cennetlik ve cehennemliklerden her birini simasından tanırlar." (A'raf/46).
Salebi, tefsirinde, İbn-i Abbas'a dayanan şu tahrici yapıyor: "A'raf, Sırat'ın yüksek bir yeridir. Orada Abbas, Hamza, Ali ve Ca'fer-i
Tayyar duracak. Kendilerini sevenleri yüzlerinin beyazlığından, sevmeyenleri ise yüzlerinin siyah oluşundan tanıyacaklardır."
Hakim de, Hz. Ali'ye (a.s.) isnaden aynı manada bir hadis tahric eder.
Selman Farisi diyor ki: "Resûlullah'tan (s.a.a) duydum, dedi ki: Ya Ali! Sen ve çocuklarından vasi olanlar, A'raf'ın üzerinde duracaksınız."
Bu hadisi teyid edecek bir hadisi de Darukutni, Savaik'in 9. bab 2. faslında şöyle tahric eder: "Ali (a.s.), Ömer'in kendisinden sonra halifeliğe layık gördüğü, kendisinin dışındaki beş kişiye der ki: Allah aşkına size soruyorum! İçinde, Peygamberin, kendisine şöyle hitap ettiği bir kimse var mı: 'Ya Ali! Sen kıyamet günü, cennetliklerle cehennemliklerin ayırıcısı olacaksın.' Onlar, 'Allah için hayır' derler." İbn-i Hacer diyor ki: "Bunun manası, İmam Ali Rıza'dan nakledilen şu manaya uygundur: Yani kıyamet günü, sen ya Ali, cehennem ateşine diyeceksin ki: İşte bu senin ve bu benim."
İbn-i Hacer, ayrıca şöyle diyor: "İbn-i Semmak şöyle rivayet eder: Ebu Bekir, Hz. Ali'ye (a.s.) der ki: Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle dediğini duydum: Ali'den (a.s.), yazılı bir vesika alamadıktan sonra, Sırat köprüsünden kimse geçemez."
Allah'ın, "Sıddık adamlar" diye tanımladığı kimseler de Ehl-i Beyt'tir. Ayet şöyle: "Mü'minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları sözlerde sadık çıktılar. Kimi şehit oluncaya kadar dövüşüp adağını ödedi. Kimi ise şehit olmayı bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler." (Ahzab/23).
İbn-i Hacer, Savaik'in 5. fasıl, 9. babında. Hz. Ali'nin (a.s.) vefatından bahsederken şu olayı zikrediyor: "Hz. Ali bir gün Kûfe Camii minberinde hutbe okurken kendisine adı geçen ayetin manasını sorarlar, der ki: Allah'ım gufran eyle, bu ayet benim ve amcam Hamza ile amcamın oğlu Ubeyde b. el-Haris b. el-Muttalib için indi. Ubeyde Bedir vakasında şehit olarak hedefine ulaştı. Hamza da Uhud vakasında şehit oldu ve adağını ödedi. Ben ise hâlâ (başını ve sakalınıı işaret ederek) o, şakinin bunu, kanla boyayacağı günü bekliyorum; bana bu
haberi habibim Ebu'l-Kasım (s.a.a) vermişti."
Ve Ehl-i Beyt, Cenabı Hakk'ın şöyle buyurduğu "tesbih adamları"dır: "Allah'ın yüceltilmesine ve kendi isminin, içinde anılmasına izin verdiği evler vardır. Bu evlerde kendisini sabah-akşam tesbih edip, namaz kılan kimseler vardır. Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten, ne ticaret ne de bir alışveriş onları alıkoymaz. Onlar, kalplerin gözlerin halden hale dönüp kıvrandığı günden (Kıyamet gününden) korkarlar." (Nur/36-37).
Mücahid ve Ya'kub b. Süfyan, tefsirlerinde, İbn-i Abbas'a dayanan şu olaya yer veriyorlar: "Dahiyye el-Kelbi, bir Cuma günü Şam'dan bir ticaret kafilesiyle dönmüştü, geldiğini bildirmek için tef çaldırmıştı. Tef sesi duyulunca, mescittekilerin çoğu, Hz. Peygamber'i (s.a.a) minberde hutbe okur halde bırakıp sesin geldiği tarafa koşuştular. Mescidde sadece Ali, Hasan, Hüseyin, Fâtıma, Selman, Ebuzer ve Mikdad kalmıştı. Bu olayı müteakip, Cuma suresindeki şu ayet-i kerime nazil oldu: 'Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde dağılarak o tarafa koşuştular ve seni (hutbede) ayakta bıraktılar.' Peygamber (s.a.a.) ise, çok üzülerek şöyle buyurdu: 'Allah Teâlâ, Cuma günü mescidin maruz kaldığı vaziyeti gördü. O içinde kalanlar olmasaydı, eminim ki Medine ateşlerle kavrulup üzerine Lut kavmine yağdığı gibi taş yağardı.' İşte bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimeyi (Nur/36-37) indirdi."
(Kur'an'da Ehl-i Beyt, Allame Abdulhüseyin Şerefuddin).
Salebi, tefsirinde, İbn-i Abbas'a dayanan şu tahrici yapıyor: "A'raf, Sırat'ın yüksek bir yeridir. Orada Abbas, Hamza, Ali ve Ca'fer-i
Tayyar duracak. Kendilerini sevenleri yüzlerinin beyazlığından, sevmeyenleri ise yüzlerinin siyah oluşundan tanıyacaklardır."
Hakim de, Hz. Ali'ye (a.s.) isnaden aynı manada bir hadis tahric eder.
Selman Farisi diyor ki: "Resûlullah'tan (s.a.a) duydum, dedi ki: Ya Ali! Sen ve çocuklarından vasi olanlar, A'raf'ın üzerinde duracaksınız."
Bu hadisi teyid edecek bir hadisi de Darukutni, Savaik'in 9. bab 2. faslında şöyle tahric eder: "Ali (a.s.), Ömer'in kendisinden sonra halifeliğe layık gördüğü, kendisinin dışındaki beş kişiye der ki: Allah aşkına size soruyorum! İçinde, Peygamberin, kendisine şöyle hitap ettiği bir kimse var mı: 'Ya Ali! Sen kıyamet günü, cennetliklerle cehennemliklerin ayırıcısı olacaksın.' Onlar, 'Allah için hayır' derler." İbn-i Hacer diyor ki: "Bunun manası, İmam Ali Rıza'dan nakledilen şu manaya uygundur: Yani kıyamet günü, sen ya Ali, cehennem ateşine diyeceksin ki: İşte bu senin ve bu benim."
İbn-i Hacer, ayrıca şöyle diyor: "İbn-i Semmak şöyle rivayet eder: Ebu Bekir, Hz. Ali'ye (a.s.) der ki: Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle dediğini duydum: Ali'den (a.s.), yazılı bir vesika alamadıktan sonra, Sırat köprüsünden kimse geçemez."
Allah'ın, "Sıddık adamlar" diye tanımladığı kimseler de Ehl-i Beyt'tir. Ayet şöyle: "Mü'minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları sözlerde sadık çıktılar. Kimi şehit oluncaya kadar dövüşüp adağını ödedi. Kimi ise şehit olmayı bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler." (Ahzab/23).
İbn-i Hacer, Savaik'in 5. fasıl, 9. babında. Hz. Ali'nin (a.s.) vefatından bahsederken şu olayı zikrediyor: "Hz. Ali bir gün Kûfe Camii minberinde hutbe okurken kendisine adı geçen ayetin manasını sorarlar, der ki: Allah'ım gufran eyle, bu ayet benim ve amcam Hamza ile amcamın oğlu Ubeyde b. el-Haris b. el-Muttalib için indi. Ubeyde Bedir vakasında şehit olarak hedefine ulaştı. Hamza da Uhud vakasında şehit oldu ve adağını ödedi. Ben ise hâlâ (başını ve sakalınıı işaret ederek) o, şakinin bunu, kanla boyayacağı günü bekliyorum; bana bu
haberi habibim Ebu'l-Kasım (s.a.a) vermişti."
Ve Ehl-i Beyt, Cenabı Hakk'ın şöyle buyurduğu "tesbih adamları"dır: "Allah'ın yüceltilmesine ve kendi isminin, içinde anılmasına izin verdiği evler vardır. Bu evlerde kendisini sabah-akşam tesbih edip, namaz kılan kimseler vardır. Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten, ne ticaret ne de bir alışveriş onları alıkoymaz. Onlar, kalplerin gözlerin halden hale dönüp kıvrandığı günden (Kıyamet gününden) korkarlar." (Nur/36-37).
Mücahid ve Ya'kub b. Süfyan, tefsirlerinde, İbn-i Abbas'a dayanan şu olaya yer veriyorlar: "Dahiyye el-Kelbi, bir Cuma günü Şam'dan bir ticaret kafilesiyle dönmüştü, geldiğini bildirmek için tef çaldırmıştı. Tef sesi duyulunca, mescittekilerin çoğu, Hz. Peygamber'i (s.a.a) minberde hutbe okur halde bırakıp sesin geldiği tarafa koşuştular. Mescidde sadece Ali, Hasan, Hüseyin, Fâtıma, Selman, Ebuzer ve Mikdad kalmıştı. Bu olayı müteakip, Cuma suresindeki şu ayet-i kerime nazil oldu: 'Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde dağılarak o tarafa koşuştular ve seni (hutbede) ayakta bıraktılar.' Peygamber (s.a.a.) ise, çok üzülerek şöyle buyurdu: 'Allah Teâlâ, Cuma günü mescidin maruz kaldığı vaziyeti gördü. O içinde kalanlar olmasaydı, eminim ki Medine ateşlerle kavrulup üzerine Lut kavmine yağdığı gibi taş yağardı.' İşte bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimeyi (Nur/36-37) indirdi."
(Kur'an'da Ehl-i Beyt, Allame Abdulhüseyin Şerefuddin).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.