Atatürk'ten sonra iktidara gelenler ve bugün iktidarda olanlar, Atatürk adına dernek, vakıf kuranlar, Atatürk çizgisinde siyaset yaptığını iddia edenler Atatürk'ü milletimizden sakladılar.
Maalesef gerçek bu. Ama bu gerçeğinde planlı olduğunu düşünüyorum.
Haliyle meydanı boş bulan İngiliz, Vatikan ve yeşil sermaye İslamcıları (!) Atatürk'e, kendi profillerini çizdiler.
Sadece onlar mı? Hayır. Atatürkçüyüm, diyenlerde Atatürk'e, kendi profillerini çizdiler.
İşte o profillleri, Merhum Prof. Dr. Haydar Baş, Hoş Geldin Atatürk eseriyle sildi attı. Adeta babasının gölgesi olan BTP Lideri Hüseyin Baş'ta, 'Atatürk'e dinsiz diyen dinsizdir' diyerek planlı bu oyunu bozup milletimizle, Atatürk'ü buluşturmaya devam ediyor.
Oysa Atatürk'ün manevi kimliği hakkında belgeli, görselli, resmi kayıtlardan derlenen binlerce eser yazılmış.
Ama yukarıda bahsettiğim malum anlayışlar bunları milletimize anlatmadıkları için malum güruh bir anlamda insanımızın imanı ile oynamıştır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a.v) ne demişti? "Kim, bir adamı ey kâfir diye çağırır veya ona ey Allah'ın düşmanı derse, o adam da böyle değilse, bu söz, söyleyenin kendisine döner." (Buhari, Edeb 44; Müslim, İman 112)
Merhum Prof. Dr. Haydar Baş, 'Atatürk 7 yaşında Kuran öğrenmiş, 8 yaşında hafız olmuştur', dediğinde birileri çıldırmış, bilgisiz insanlarımız ise pek inanmamıştı.
Nasılını ise ilahiyatçı Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı'nın cümleleriyle aktarayım:
'Her şeyden evvel, bir kimsenin dini duyguları ve dinî kültürü ile içinde doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı aile muhiti ve okul arasında çok sıkı bir alaka vardır.
Bu noktadan hareketle Atatürk'ün hayatına baktığımızda, son derece önemli bir manzara ile karşılaşırız.
Bir kere o, devrinin din kültürüne oldukça üst seviyede sahip Müslüman ve mütedeyyin (dindar) bir anadan-babadan dünyaya gelmiş biridir ve ilk dini bilgilerini de onlardan, bilhassa annesinden almış ve onun tarafından yetiştirilmiştir.
Annesi Zübeyde Hanım onu, geleneklere uygun olarak ilahilerle, yani Amin Alayı ile mahalle mektebine başlatmıştır.
İlköğrenimini gördüğü Şemsi Efendi Mektebi ve daha sonra devam ettiği Selanik Mülkiye Rüştiyesi, devrinin şartları içinde ciddi dinî bilgiler veren öğretim kuruluşlarıydı.
Hatta daha sonra girdiği Selanik Askeri Rüştiyesi de, Manastır Askeri İdadisi de programlarında aynı ciddiyet ve seviyede din kültürü veren müesseselerdi.
Esasen Atatürk'ün din kültürünün seviyesini görmek ve göstermek için onun bu sahayla ilgili olarak tetkik ettiği Caetani'nin İslam Tarihi, Corci Zeydan'ın Medeniyet-i İslamiyet Tarihi gibi bugün ancak bu sahanın mütehassıslarınca takip olunabilen eserleri söylemek bile kafidir.
Onun bu sahadaki vukufu öylesine sağlamdır ki, daha sonra liseler için yazdırdığı tarih kitaplarının "İslam Tarihi" bölümünü, bizzat kendisi kaleme almıştır.
Ayrıca onun, Kur'an-ı Kerim'i tercüme ve tefsir edebilecek kadar Arapça bilgisine sahip olduğu da bilinmektedir. Görülüyor ki, Atatürk'ün dinî kültürü gerek seviye, gerek mahiyeti itibarıyla dikkati çekecek derecede ileridir…
Atatürk inanmış bir insandı
"Bunun böyle olması da tabiidir. Çünkü milletlerin tarihinde 'büyük' sıfatını kazanmış önderler ve kahramanların hepsi de mensup oldukları milletin sahip olduğu maddi ve manevi bütün değerleri ile bütünleşmenin sırrını yakalamış ve bunları, hayatlarında, bizatihi tecelli ettirebilmiş insanlardır.
Atatürk de tarihin kaydettiği büyük insanların ön saflarında yer aldığına göre, özellikle milletimizi asırlardır yoğurmuş, ruh ve şekil vermiş manevi değerlerin en önemli unsurlarından biri olan dinimizle bütünleşmiş ve ona olan inancını, hayatının her safhasında vicdanının en mutena yerinde muhafaza etmiştir.(Fığlalı, 1999; 236-237.)"
Bu gerçekler bilinmesine rağmen bazı kimseler onu "dinsiz" olarak göstermekte ısrarcı davranmaktadır.
Bunlara göre o, Millî Mücadele esnasında İslam'dan ve kimi hocalardan yararlanmış ama asıl amacı Türk ulusunun yaşamından dini çıkarıp atmak olmuştur.
Bu görüşler dayanaktan yoksundur. Eldeki bilgi ve belgeler bunun aksini göstermektedir. Örneğin düşman yurttan kovulduktan sonra 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması esnasında TBMM'de yaptığı tarihî konuşmasında şöyle demektedir:
"Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür. Tanrısal inançların belirtilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devirde ele alınabilir. İlk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir insanlığın erginlik ve olgunluk devridir.
İnsanlık, birinci devrede tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle ilgilenilmesini gerektirir.
Allah, kulları gereken olgunluk noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla ilgilenmeyi Tanrı olmanın gereği saymıştır. Onlara, Hz. Adem Alehisselam'dan itibaren bilinen veya bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir.
Fakat Peygamberimiz aracılığı ile en son dini hakikatleri ve uygarlığı verdikten sonra, artık insanlıkla birtakım aracılar koyarak ilişki kurmayı gerekli görmemiştir.
İnsanlığın kavrama düzeyi, aydınlanması ve olgunlaşması; her kulun doğrudan doğruya tanrısal ilhamlarla ilişki kurma yeteneğine ulaştığını kabul buyurmuştur. Ve bu sebepledir ki, Cenab-ı Peygamber, son peygamber olmuştur. Ve kitabı, en eksiksiz kitaptır (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. I, 1989, 288).
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a.v) ne demişti? "Kim, bir adamı ey kâfir diye çağırır veya ona ey Allah'ın düşmanı derse, o adam da böyle değilse, bu söz, söyleyenin kendisine döner." (Buhari, Edeb 44; Müslim, İman 112)
Atatürk'e laf edenlerden uzak durun. Çünkü onlar, sizi ateşe çağırıyor.
- Allah'ın dininde renkten renge girip kaypaklık etmeyin / 20.06.2025
- Bizim ünlülerin vicdanı yok mu? / 19.06.2025
- MOSSAD’ın Afganlı ajanları ve Türkiye / 18.06.2025
- İran, İsrail ve biz / 16.06.2025
- Bugün İslam Dini ‘kemale’ erdi / 15.06.2025
- İran uyanacak ve uyandıracak mı? / 14.06.2025
- Bakan Şimşek’ten korkutan açıklama: ‘En kötüyü geride bıraktık’ / 13.06.2025
- Gerçekler ve yalanlar / 12.06.2025
- MHP’de gömlek değiştirdi / 11.06.2025