Artık bir top yazısı yazmak galiba farz oldu. "Avşar kızı" sanını kullanmaya meraklı bir "sanatçı" sahnede ay-yıldızlı balonu tekmeleyince hakkında şikâyet vâki oldu. Yıllar önce üç kâğıtla "Türkiye güzellik kraliçesi" ünvanını almış, hile yaptığı anlaşılınca da tacı geri alınmıştı.
Emniyetin kapısında soru soran gazetecilere sinirlendi, "Size ne?" dedi. Çıkışta ifadesi alındığı için daha rahattı. "Bir türlü gelemedim" dedi, "Zamanım yoktu, anca bir zaman bulabildim de ifade verdim".
Ben emniyetin, hazırlık soruşturmasında böyle randevu ile ifade aldığını bilmiyordum.
Bir süre önce de Kuşadası esnafı "ay-yıldızlı tişört" yapıp sattığı için mahkemelik olmuş ve ceza almıştı.
Şimdi Avşar kızının; hiç olmazsa ay-yıldızı gömlek motifi olarak göğsüne giydiği için mahkûm olan Kuşadalı'larla arasındaki farka bakacağım. Ay-yıldızı tekmeleyen için kovuşturmaya yer olmadığı kararı alınırsa Kuşadalı'ların da herhalde itiraz hakkı doğacaktır.
Öte yandan aşağı yukarı yirmi gündür milletçe bir topun peşine takıldık gidiyoruz.
Meğer ne kadar çok bayrak varmış! Her galibiyetten sonra vatan kırmızı beyazlı ay-yıldıza bürünüyor.
Allah rahmet eylesin, aşağı yukarı yüz yıl kadar önce büyük Türkçü, Sakarya'da kendisi dahil son neferine kadar şehit olan Giresun 42'inci Gönüllü Alayının Komutanı Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Alpaslan, 1921'de Türk Yurdu'nda yayınlanan "Trabzon Havalisinde Oturanlar Laz mı Türk mü?" isimli meşhur makalesinde "Ülkemizi rengimize boyayalım" demişti.
Çin ve Japonya maçlarından sonra baktım, gerçekten bütün ülke kırmızı beyaz olmuş.
Şimdi pişmiş aşa su katmanın tam sırasıdır, şu soruları soralım: 1) Millî bayramlarda bile asılmayan bayraklar bir maç için mi sandıklardan çıkarılacaktı; 2) Televizyon programcıları maçlardan sonra neden özellikle Hatay ve Diyarbakır bürolarına "Orada da bayrak asıldı mı" diye soruyorlardı? Şüpheleri mi vardı? Herhalde o şehirlerden ekrana yansıyan görüntülerdeki coşkudan utanmışlardır.
Toplum mühendisleri şapkaları ve külahlarını önlerine koyup düşünmelidirler. Çeyiz sandıklarından çıkarılan naftalinli bayraklar, gücün ve yenilmezliğin, galibiyetin, övünmenin, duyguda birleşmenin sembolüdür. Vatanın dört bir yanında, Karadeniz'de, Hatay'da, Tunceli'de, Edirne'de, İzmir'de dalgalanan bayraklar ayrı ayrı mozaik parçalarının önüne geçip birleştirici olmuştur. Kültür zenginliği safsatası ile hoş gösterilmeye çalışılan mozaik mensupları maçlardaki güç ve kuvvet gösterisinden sonra farklılıklarını unutarak "Türklük" üst yapısının koruyucu şemsiyesi altında birleşmeyi tercih etmişlerdir.
Devlet de böyledir. Kuvvetli olduğun sürece azınlık ırkçılığı baş kaldıramaz. Zaafa düştüğün, adaletten uzaklaştığın zaman ayrılık ve aykırılıklar, iç ve dıştan saldırmalar başlar.
Bu kadar uzun girizgâhtan sonra biraz da futboldan bahsedelim mi?
Yarın Senegal maçı var. Yanlış yapmazsak hiç endişe etmeyin biz bu Afrikalıları yeneriz. Maç; Fransa liginde oynayan Senegallilerle, İtalya liginde oynayan Türkler arasında. Son sekizde İtalya ve Fransa yok ama Senegal ve Türkiye var.
Millî takım teknik direktörleri dünyanın her ülkesinde senede aşağı yukarı on-on iki maçta görev yaparlar. Ellerine hazır takım gelir. Allame-i cihan olsalar kötü futbolculardan dünya şampiyonu yaratamazlar. Bunun tersi de geçerlidir. Direktör üçüncü sınıf olsa, futbolcular iyi ise hiçbir zaman standartlarının altına düşmez, kötü oynamazlar.
Şenol Güneş de yapabileceğinin en iyisini yaptı. Avrupa'da gittikleri takımlarda oynayamasalar bile Galatasaray'ın Avrupa şampiyonu olmuş takımını sahaya sürdü. Kore ve Japonya'da mücadele eden takım sekiz Galatasaraylı ve Rüştü, Alpay, Yıldıray'dan ibarettir.
Eğrisi doğrusuna denk geldi, Avrupa'da kadroya giremeyen topçular kendilerini ispatlamak için bu maçları bir onur meselesi yaptılar. Hele son sekizde İtalya'nın olmaması yüzünden bundan sonra kazanılacak her maç futbolcuların İtalya'daki antrenörlerine yollayacakları mesaj olacak, prim ve para olarak kendilerine geri dönecektir. Bir istisna ile.....
Dört maçtır sahada hayalet gibi gezen Hakan Şükür artık futbolu bıraksın mı dersiniz?