İktidarların nasıl bir muhalefet lideri arzuladığına ilişkin düşünürken, strateji geliştirme yöntemlerinden biri olan bütüncül yaklaşımı esas almak gerekir. Bu çerçevede Sayın Erdoğan'ın iktidarını sürdürme biçimi, zaman zaman toplumun belli kesimlerini ötekileştirerek, zaman zaman da muhalefeti itibarsızlaştırarak şekillenmektedir. Bu, siyasal meşruiyetin tahkimine dönük bilinçli bir tercihtir.
Muhalefetin yönetme ehliyetine sahip olmadığı algısını oluşturmak, iktidar açısından son derece işlevsel bir sonuç doğurmaktadır. Basit bir örnekle izah edecek olursak: Bir insan bir kafeye girdiğinde, eğer içeride kavga, gürültü hâkimse, o kafenin kahvesi daha güzel dahi olsa, insanlar huzurlu olanı tercih eder. Bu bakış açısıyla, CHP başta olmak üzere muhalefet partileri içerisindeki belirsizlikler, doğrudan iktidarın hanesine yazılmaktadır.
Nitekim Kılıçdaroğlu'nun kongre günü sarf ettiği "arkamdan hançerlendim" ifadesi, siyaseten son derece önemli bir enformasyon sunmuştur. Sayın Erdoğan gibi siyaseti iyi bilen bir lider için bu cümle âdeta bir fırsat penceresi olmuştur. Bu andan itibaren CHP'nin iç yapısı sürekli olarak kaşınmış, bu da sorunları gün yüzüne çıkaran bir tetikleyiciye dönüşmüştür.
Şu an yürüyen kongre iptali davasına dair hukukçular arasında ciddi görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Bazı hukukçular, kongrede usulsüzlük olsa dahi bu durumun Kılıçdaroğlu'nun görevine dönüşü gerektirmeyeceğini, yalnızca yeni bir kurultayın yapılmasının isteneceğini ifade etmektedir. Diğer bazı hukukçular ise "butlan" varsa, yani kongre geçersiz sayılırsa, doğal olarak görevin de Kılıçdaroğlu'na iade edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Öte yandan, bu konudaki ikinci davanın ceza mahkemesine taşınmasıyla birlikte hukuki boyutta yeni bir evreye geçilmiştir. Delegelere para verildiği iddiası gündemdedir. Ancak burada da tartışmalı bir durum vardır: Delegeler kamu görevlisi midir? Eğer kamu görevlisi sayılırlarsa, mesele "rüşvet" kapsamına girerek ağır ceza mahkemesinin konusu olur. Sayılmazlarsa dosya iade edilir. Bu da hukuken hâlâ netlik kazanamamış bir alanın varlığına işaret eder.
Muhalefetin kontrol altına alınma gayreti sadece CHP ile sınırlı olmadığı da açıktır. Ümit Özdağ örneği ya da Hüseyin Baş'a yönelik yargı süreçleri, muhalefetin diğer aktörlerine yönelik benzer stratejilerin yürütüldüğünü göstermektedir. Özdağ hakkında verilen cezayla ilgili süreç hâlâ istinaf aşamasındadır. Hukuki süreç keyfi biçimde uzatılabilir; istenirse bir haftada sonuçlandırılır, istenirse yıllarca bekletilir. Nitekim merhum Prof. Dr. Haydar Baş'a yönelik benzer bir durum yaşanmış, beraat kararı ancak vefatından kısa süre önce verilmişti. Bu süre zarfında siyaset yapma hakkı fiilen engellenmişti.
Yeni bir gelişme olarak Sayın Muharrem İnce'nin CHP'ye katılması sonrası Memleket Partisi'nin kendisini feshetmemesi de dikkat çekicidir. Bu tablo, akıllara "yedekte bir siyasi araç mı tutuluyor?" sorusunu getirmektedir. Geçmişte Mustafa Sarıgül, partisinin tüzel kişiliğini feshederek CHP'ye geçmişti. Ancak bugün Memleket Partisi hâlâ aktif durumda. Bu, olası bir "yedek senaryo" için hazırda tutulduğu yönünde yorumlara yol açmaktadır. Sosyal medyada "Ekim Partisi" gibi isimlendirmelerle bu spekülasyonlar dolaşıma girmiştir. "Ekim" isminin, Ekrem İmamoğlu'nun adından türetildiği iddia edilmektedir. Bu parti yapısı bir geçiş kanalı olarak mı planlanmaktadır? Henüz net olmamakla birlikte, muhalefet içinde alternatif bir yapı inşa edilmeye çalışıldığı yönünde işaretler mevcuttur.
Muharrem İnce'nin Memleket Partisi üyelerine "CHP'ye geçin" çağrısı yapması, buna karşı çıkan kesimlerin hâlâ parti çatısı altında kalma ısrarı da bu denklemde göz ardı edilmemelidir. Bu bağlamda siyasi tablo, bir satranç tahtasına benzemektedir. Her aktör, bir sonraki hamlesini kollamakta ve pozisyonunu bu doğrultuda inşa etmeye çalışmaktadır.
AHKÂM-I HATİME
CHP'nin iç tartışmaları, sadece bir partinin kendi geleceğini ilgilendirmemekte; aynı zamanda Türkiye'de muhalefetin bütünlüğü, inandırıcılığı ve demokratik muhalefet kapasitesi açısından da belirleyici olmaktadır. Bu süreçte yaşanan hukuki ve siyasi hamleler, yalnızca bugünü değil, yarının muhalefet mimarisini de şekillendirmektedir.
Burada asıl mesele, sadece kimin genel başkan olduğu değil; hangi zeminde ve hangi yöntemlerle siyaset yapılacağıdır. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve tutarlılık ilkeleri rehber edinilmeden, toplumsal güvenin yeniden inşa edilmesi mümkün değildir. CHP ve diğer muhalefet partileri, ancak bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmaları hâlinde iktidar alternatifine dönüşebilirler.
Muhalefetin yönetme ehliyetine sahip olmadığı algısını oluşturmak, iktidar açısından son derece işlevsel bir sonuç doğurmaktadır. Basit bir örnekle izah edecek olursak: Bir insan bir kafeye girdiğinde, eğer içeride kavga, gürültü hâkimse, o kafenin kahvesi daha güzel dahi olsa, insanlar huzurlu olanı tercih eder. Bu bakış açısıyla, CHP başta olmak üzere muhalefet partileri içerisindeki belirsizlikler, doğrudan iktidarın hanesine yazılmaktadır.
Nitekim Kılıçdaroğlu'nun kongre günü sarf ettiği "arkamdan hançerlendim" ifadesi, siyaseten son derece önemli bir enformasyon sunmuştur. Sayın Erdoğan gibi siyaseti iyi bilen bir lider için bu cümle âdeta bir fırsat penceresi olmuştur. Bu andan itibaren CHP'nin iç yapısı sürekli olarak kaşınmış, bu da sorunları gün yüzüne çıkaran bir tetikleyiciye dönüşmüştür.
Şu an yürüyen kongre iptali davasına dair hukukçular arasında ciddi görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Bazı hukukçular, kongrede usulsüzlük olsa dahi bu durumun Kılıçdaroğlu'nun görevine dönüşü gerektirmeyeceğini, yalnızca yeni bir kurultayın yapılmasının isteneceğini ifade etmektedir. Diğer bazı hukukçular ise "butlan" varsa, yani kongre geçersiz sayılırsa, doğal olarak görevin de Kılıçdaroğlu'na iade edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Öte yandan, bu konudaki ikinci davanın ceza mahkemesine taşınmasıyla birlikte hukuki boyutta yeni bir evreye geçilmiştir. Delegelere para verildiği iddiası gündemdedir. Ancak burada da tartışmalı bir durum vardır: Delegeler kamu görevlisi midir? Eğer kamu görevlisi sayılırlarsa, mesele "rüşvet" kapsamına girerek ağır ceza mahkemesinin konusu olur. Sayılmazlarsa dosya iade edilir. Bu da hukuken hâlâ netlik kazanamamış bir alanın varlığına işaret eder.
Muhalefetin kontrol altına alınma gayreti sadece CHP ile sınırlı olmadığı da açıktır. Ümit Özdağ örneği ya da Hüseyin Baş'a yönelik yargı süreçleri, muhalefetin diğer aktörlerine yönelik benzer stratejilerin yürütüldüğünü göstermektedir. Özdağ hakkında verilen cezayla ilgili süreç hâlâ istinaf aşamasındadır. Hukuki süreç keyfi biçimde uzatılabilir; istenirse bir haftada sonuçlandırılır, istenirse yıllarca bekletilir. Nitekim merhum Prof. Dr. Haydar Baş'a yönelik benzer bir durum yaşanmış, beraat kararı ancak vefatından kısa süre önce verilmişti. Bu süre zarfında siyaset yapma hakkı fiilen engellenmişti.
Yeni bir gelişme olarak Sayın Muharrem İnce'nin CHP'ye katılması sonrası Memleket Partisi'nin kendisini feshetmemesi de dikkat çekicidir. Bu tablo, akıllara "yedekte bir siyasi araç mı tutuluyor?" sorusunu getirmektedir. Geçmişte Mustafa Sarıgül, partisinin tüzel kişiliğini feshederek CHP'ye geçmişti. Ancak bugün Memleket Partisi hâlâ aktif durumda. Bu, olası bir "yedek senaryo" için hazırda tutulduğu yönünde yorumlara yol açmaktadır. Sosyal medyada "Ekim Partisi" gibi isimlendirmelerle bu spekülasyonlar dolaşıma girmiştir. "Ekim" isminin, Ekrem İmamoğlu'nun adından türetildiği iddia edilmektedir. Bu parti yapısı bir geçiş kanalı olarak mı planlanmaktadır? Henüz net olmamakla birlikte, muhalefet içinde alternatif bir yapı inşa edilmeye çalışıldığı yönünde işaretler mevcuttur.
Muharrem İnce'nin Memleket Partisi üyelerine "CHP'ye geçin" çağrısı yapması, buna karşı çıkan kesimlerin hâlâ parti çatısı altında kalma ısrarı da bu denklemde göz ardı edilmemelidir. Bu bağlamda siyasi tablo, bir satranç tahtasına benzemektedir. Her aktör, bir sonraki hamlesini kollamakta ve pozisyonunu bu doğrultuda inşa etmeye çalışmaktadır.
AHKÂM-I HATİME
CHP'nin iç tartışmaları, sadece bir partinin kendi geleceğini ilgilendirmemekte; aynı zamanda Türkiye'de muhalefetin bütünlüğü, inandırıcılığı ve demokratik muhalefet kapasitesi açısından da belirleyici olmaktadır. Bu süreçte yaşanan hukuki ve siyasi hamleler, yalnızca bugünü değil, yarının muhalefet mimarisini de şekillendirmektedir.
Burada asıl mesele, sadece kimin genel başkan olduğu değil; hangi zeminde ve hangi yöntemlerle siyaset yapılacağıdır. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve tutarlılık ilkeleri rehber edinilmeden, toplumsal güvenin yeniden inşa edilmesi mümkün değildir. CHP ve diğer muhalefet partileri, ancak bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmaları hâlinde iktidar alternatifine dönüşebilirler.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- CHP, Kılıçdaroğlu ve muhalefetin itibarsızlaştırılması üzerine satranç hamleleri / 28.06.2025
- Ortadoğu’da ve Türkiye’de çözüm bu topraklardadır / 27.06.2025
- Zeytin, maden, yasa: Kimin için? / 26.06.2025
- ASALA – PKK ortaklığı, Talat Paşa ve güncel siyasi bağlantılar / 25.06.2025
- Kürecik, NATO ve Türkiye / 24.06.2025
- “Hedef Türkiye” söylemi: Gerçek mi, algı mı? / 23.06.2025
- KCK açıklamasından İran krizine Orta Doğu’nun yeni haritası / 22.06.2025
- Üç öküz masalından terörsüz Türkiye’ye / 21.06.2025
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025
- Ortadoğu’daki güç gösterisi / 19.06.2025
- Ortadoğu’da ve Türkiye’de çözüm bu topraklardadır / 27.06.2025
- Zeytin, maden, yasa: Kimin için? / 26.06.2025
- ASALA – PKK ortaklığı, Talat Paşa ve güncel siyasi bağlantılar / 25.06.2025
- Kürecik, NATO ve Türkiye / 24.06.2025
- “Hedef Türkiye” söylemi: Gerçek mi, algı mı? / 23.06.2025
- KCK açıklamasından İran krizine Orta Doğu’nun yeni haritası / 22.06.2025
- Üç öküz masalından terörsüz Türkiye’ye / 21.06.2025
- İran-Türkiye gerilimi üzerinden büyük oyuna dikkat! / 20.06.2025
- Ortadoğu’daki güç gösterisi / 19.06.2025