Tarih, sosyal bilimlerin, dolayısıyla ekonominin laboratuvarı niteliğinde bir kaynaktır. Onun için ekonomik sorunların çözümünde tarihe başvurmak bir zarurettir. Türkiye uzun yıllardır ekonomik sorunlar içerisinde yuvarlanıp gidiyor. Böyle olmasına rağmen Türkiye'yi idare edenler, ekonomi tarihimize dönüp bakmıyorlar. Dünya Bankası, IMF ve yabancı uzmanlara başvurdukları kadar ekonomi tarihimize baksalar, birçok ekonomik sorunun çözümünü orada bulacaklardır.
Atatürk'ün 63. ölüm yıldönümünü idrak ettik. Bekledik ki, bu vesile ile Atatürk'ün ekonomik görüşleri ve örnek uygulamaları gündeme gelir, yöneticilerimiz bundan bir ders çıkarırlar. Ama ne gezer. "Gaflet ve dalalet" perdesi gözleri kaplamış.
ANAP kurmayları, ekonominin tek elde toplanması için ekonomi bakanlığı kurulmasını teklif ediyorlar. ANAP kurmaylarına "sabah-ı şerifleriniz hayrolsun" demek lazım. Atatürk 2 Mayıs 1920'de 11 bakanlıktan oluşan bir hükümet kuruyor, bu bakanlıklardan biri İktisat Bakanlığı'dır. Bunca yıldan sonra ekonomi bakanlığını gündeme getirmek, ekonomi tarihimizi bilmemenin en iyi göstergesi olsa gerek. Atatürk'ün yıllar önce kurduğu bir bakanlığı, bugün yeniden ibdas etmek yeterli midir? Elbette değil. Aslolan Atatürk'ün ekonomik alanında yaptıklarını örnek almaktır.
Atatürk, ekonomist değildir, ama ekonominin önemini en iyi kavramış devlet adamlarından biri idi. Atatürk, İstiklal Savaşı'nın devam ettiği en kızgın günlerde savaş sonrası uygulaması gereken ekonomi politikasının hazırlanması için bir heyet kurmuştu. Zaman zaman kendisinin de çalışmalarına katıldığı bu heyet, faaliyetlerini Ankara garında bir vagon içerisinde yürütüyordu. Savaş içinde savaş sonrası uygulanacak ekonomi politikalarının hazırlığını yapan Atatürk, savaş biter bitmez 1. İzmir İktisat Kongresi'ni topladı. Söz konusu kongrenin açılışında yaptığı tesbitler bugün de gücelliğini ve önemini korumaktadır. Ülkeyi yönetenlerin asıl bu tesbitleri dikkate almaları gerekmektedir.
Atatürk, bu kongrede aynen şöyle diyordu: "Gerçekten Türk tarihi incelenirse, yükseliş ve çöküş nedenlerinin iktisat sorunlarından başka birşey olmadığı derhal anlaşılır. Tarihimizi dolduran zaferlerin yahut bozgunların tümü iktisat durumumuzla bağlantılı ve ilişkilidir. Yeni Türkiyemizi layık olduğu düzeye ulaştırabilmek için iktisadımıza birinci derecede önem vermek zorundayız. Zamanımız bir iktisat devrinden başka birşey değildir. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce iktisadını düşünmesin". Bu tesbitlerden hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Ekonomimizi çökertmek isteyenlerin ve onlarla işbirliği yapanların asıl hedefi ordumuzu, daha doğrusu güvenliğimizi ve bağımsızlığımızı tehlikeye atmaktır.
Atatürk'ten sonra birçok devlet adamı geldi ve geçti. Ama hiçbiri Atatürk'ün sağladığı ekonomik kalkınmayı sağlayamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti en hızlı kalkınmayı onun döneminde gerçekleştirmiştir, bu rekor kırılamamıştır. Örneğin, 1923-1938 yılları arasında Türk ekonomisi her yıl ortalama yüzde 7.4 oranında büyümüştür. 1923 yılında ABD doları 80 kuruştan işlem görüyordu. Türk lirası 78 yılda ABD doları karşısında 2 milyon kat değer kaybına uğradı. Ülkemizi bu utanç tablosuyla karşı karşıya bırakanların, 10 Kasım'da Atatürklü nutuklar atmasına kim inanır?
Maalesef bugün Türkiye, "Risk Kontrol" sarmalına sokulmuştur. Sömürgeci ülkelerin bu değişmez taktiğidir. Kontrol etmek istedikleri ülkeyi riske atarlar, ondan sonra da rahatça kontrol altına alırlar. Osmanlı Devleti, böyle bir sarmala alınarak tasfiye edildi. Şimdi Türkiye aynı sarmalın içinde. Bu sarmaldan kurtulmanın bir tek yolu var. O da Atatürk'ün uyguladığı milli ve bağımsız ekonomi politikalarını hayata geçirmektir. Aksi halde, bir ekonomi bakanı değil, bin ekonomi bakanı olsa, bu durum düzelmez. Asıl değişiklik ve yenilik zihniyette yapılmalıdır. Bundan başkası lâf ü güzaftır.
Atatürk'ün 63. ölüm yıldönümünü idrak ettik. Bekledik ki, bu vesile ile Atatürk'ün ekonomik görüşleri ve örnek uygulamaları gündeme gelir, yöneticilerimiz bundan bir ders çıkarırlar. Ama ne gezer. "Gaflet ve dalalet" perdesi gözleri kaplamış.
ANAP kurmayları, ekonominin tek elde toplanması için ekonomi bakanlığı kurulmasını teklif ediyorlar. ANAP kurmaylarına "sabah-ı şerifleriniz hayrolsun" demek lazım. Atatürk 2 Mayıs 1920'de 11 bakanlıktan oluşan bir hükümet kuruyor, bu bakanlıklardan biri İktisat Bakanlığı'dır. Bunca yıldan sonra ekonomi bakanlığını gündeme getirmek, ekonomi tarihimizi bilmemenin en iyi göstergesi olsa gerek. Atatürk'ün yıllar önce kurduğu bir bakanlığı, bugün yeniden ibdas etmek yeterli midir? Elbette değil. Aslolan Atatürk'ün ekonomik alanında yaptıklarını örnek almaktır.
Atatürk, ekonomist değildir, ama ekonominin önemini en iyi kavramış devlet adamlarından biri idi. Atatürk, İstiklal Savaşı'nın devam ettiği en kızgın günlerde savaş sonrası uygulaması gereken ekonomi politikasının hazırlanması için bir heyet kurmuştu. Zaman zaman kendisinin de çalışmalarına katıldığı bu heyet, faaliyetlerini Ankara garında bir vagon içerisinde yürütüyordu. Savaş içinde savaş sonrası uygulanacak ekonomi politikalarının hazırlığını yapan Atatürk, savaş biter bitmez 1. İzmir İktisat Kongresi'ni topladı. Söz konusu kongrenin açılışında yaptığı tesbitler bugün de gücelliğini ve önemini korumaktadır. Ülkeyi yönetenlerin asıl bu tesbitleri dikkate almaları gerekmektedir.
Atatürk, bu kongrede aynen şöyle diyordu: "Gerçekten Türk tarihi incelenirse, yükseliş ve çöküş nedenlerinin iktisat sorunlarından başka birşey olmadığı derhal anlaşılır. Tarihimizi dolduran zaferlerin yahut bozgunların tümü iktisat durumumuzla bağlantılı ve ilişkilidir. Yeni Türkiyemizi layık olduğu düzeye ulaştırabilmek için iktisadımıza birinci derecede önem vermek zorundayız. Zamanımız bir iktisat devrinden başka birşey değildir. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce iktisadını düşünmesin". Bu tesbitlerden hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Ekonomimizi çökertmek isteyenlerin ve onlarla işbirliği yapanların asıl hedefi ordumuzu, daha doğrusu güvenliğimizi ve bağımsızlığımızı tehlikeye atmaktır.
Atatürk'ten sonra birçok devlet adamı geldi ve geçti. Ama hiçbiri Atatürk'ün sağladığı ekonomik kalkınmayı sağlayamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti en hızlı kalkınmayı onun döneminde gerçekleştirmiştir, bu rekor kırılamamıştır. Örneğin, 1923-1938 yılları arasında Türk ekonomisi her yıl ortalama yüzde 7.4 oranında büyümüştür. 1923 yılında ABD doları 80 kuruştan işlem görüyordu. Türk lirası 78 yılda ABD doları karşısında 2 milyon kat değer kaybına uğradı. Ülkemizi bu utanç tablosuyla karşı karşıya bırakanların, 10 Kasım'da Atatürklü nutuklar atmasına kim inanır?
Maalesef bugün Türkiye, "Risk Kontrol" sarmalına sokulmuştur. Sömürgeci ülkelerin bu değişmez taktiğidir. Kontrol etmek istedikleri ülkeyi riske atarlar, ondan sonra da rahatça kontrol altına alırlar. Osmanlı Devleti, böyle bir sarmala alınarak tasfiye edildi. Şimdi Türkiye aynı sarmalın içinde. Bu sarmaldan kurtulmanın bir tek yolu var. O da Atatürk'ün uyguladığı milli ve bağımsız ekonomi politikalarını hayata geçirmektir. Aksi halde, bir ekonomi bakanı değil, bin ekonomi bakanı olsa, bu durum düzelmez. Asıl değişiklik ve yenilik zihniyette yapılmalıdır. Bundan başkası lâf ü güzaftır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018