Her kapitalist ülkede olduğu gibi Türkiye'de de;
Devlet senyoraj (para basma) hakkını kullanmıyor;
Borca dayalı bir finans sistemi uygulanıyor;
"El"in parasıyla "ihracat odaklı" yani "el"in tüketimine dayalı bir anlayış benimseniyor;
Yine "el"in getireceği döviz üzerine bina edilen "turizm"e odaklanılıyor.
Bu temelden yanlış anlayış doğal olarak finansal bağımlılığı, borç batağını, cari açıklı, dış açıklı, bütçe açıklı sömürülen bir ekonomik yapıyı beraberinde getiriyor.
Kim sömürüyor? Elbette ki kimden borç alıyorsak, kimin parası gelsin diye bütün alınterimizi heba ediyorsak o...
"El"in atına binen tez iner, der atalarımız, çok doğru...
Türkiye'nin hali de tam anlamıyla bu şekilde...
Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifade ettiği gibi, "kendi paramızı basmıyoruz, dolar borç alarak onun karşılığı paramızı devreye koyuyoruz."
Yani paramız Sayın Baş'ın meşhur ifadesiyle, "doların tercümesi..."
Türkiye'de ürettikçe, tükettikçe, ihracat ya da ithalat yaptıkça hep dolar borcumuz artıyor.
Çünkü Türkiye'de bir kuruş milli para yok, üzerinde TL de yazsa hep doların tercümesi...
Bu anlayışta Merkez Bankası, asli görevi emek ve üretim karşılığı senyoraj gelirini devreye koymak iken, faizle dolar borç alıp, para satan bir aracıya dönüşüyor.
Prof. Dr. Baş'ın dünyaca ünlü Milli Ekonomi Modeli'nde, devletin en önemli görevlerinden birinin "milletin emek ve üretimini senyorajla birlikte paraya dönüştürmesi ve bunu yine milleti için kullanması" olarak ifade edilir.
İşte devlet bu işlemi Merkez Bankası (MB) ile yapar.
Bugün MB; TL'yi koruma, finansal istikrarı sağlama görevlerini sadece elindeki borca dayalı rezervlere göre yapmak zorunda...
Ve bu şartlarda MB'nin bağımsız olmasından bahsediyoruz!
MB'nin çok önemli görev ve sorumlulukları var ama elindeki asıl güç olan, ona gerçek manada bağımsızlığı kazandıracak olan senyoraj hakkını kullanamıyor.
Sorumluluk büyük, yetki sıfır...
Bu şuna benzer; bir polisin rozetini, silahını, kimliğini, hatta kıyafetini alıyorsun, "güvenliği sağla" diyorsun. Bu halde o polis ne yapabilir?
Kurtlar sofrasında kuzu olur, suçluların mezesi olur.
Daha da ötesi, bütün asli yetkileri alınmış MB'den; küresel tefecilere finansal olarak bağlanmış bir vaziyette yine o küresel tefecilerin para oyunlarına karşı mücadele etmesi isteniyor.
Sonuç elbette ki tam bir fiyasko olur.
Reuters haber ajansının servis ettiği bir haber, Merkez Bankamızın (MB) son durumunu gözler önüne seriyor.
Habere göre MB, bu yıl TL'yi desteklemek adına kamu bankaları aracılığıyla yılın ilk 4 ayında rezervlerinden 44 milyar dolar kullandı.
Mayıs'ı da dahil ettiğimizde bu rakam 50 milyar doların üzerine çıkıyor.
Yapılan hesaplamaya göre, MB rezervlerinden bu kullanım, 2019'un başından Nisan 2020'ye kadar 77 milyar dolara ulaştı.
Haberde, bu kullanımın Mayıs ayında da devam ettiği ifade ediliyor.
Reuters'e göre, kamu bankaları aracılığıyla gerçekleşen bu döviz satışları yatırımcıların TCMB'nin yabancı para rezervlerinin yeterliliği konusunda endişelerine de neden oluyor.
Merkez Bankası konuya ilişkin yorum yapmadı.
Bildiğiniz gibi, MB rezervleri brüt ve net olarak hesaplanıyor.
Brütten kasıt, piyasada dolanan TL'nin karşılığı tutulması gereken ipotekli rezerv de dahil anlamında...
Kullanılan rezervler hesaplandığında net rezervlerin negatif olma ihtimali çok yüksek.
Buzdağının görünmeyen bu yüzü hiç yansıtılmıyor, maalesef bu gerçekleri hep yabancı ajanslardan öğreniyoruz.
Diğer bir ifadeyle, "Türkiye gerçekleri" konusunda yabancılar bizden daha fazla ve daha önce haberdar oluyor.
MB, ülkemizde ekonominin kalbidir ama durumu bu...
Hükümet ülkemize döviz aksın diye ihracata ve turizme bel bağlamıştı.
Nisan'da ihracat yüzde 41,4 azaldı, dış açık ise yüzde 67 arttı. Eskiden hiç değilse ihracat arttıkça dış açık artardı, bugün ihracat azaldığı halde dış açık artıyor, yeni ve tehlikeli bir durum...
Gördüğünüz gibi ihracat odaklı ekonomi anlayışı da iflas etti.
Çok umutlandığımız turizm gelirleri ise bu yıl Korona sebebiyle yüzde 70 azaldı.
Mevcut bağımlı kapitalist anlayışla neyi tutsak elimizde kalıyor. Artık bu kısırdöngü politikalara son vermeliyiz.
Çin, "el"in parasına dayalı "ihracat odaklı" kapitalist ekonomiyi yıllarca uyguladı, bunun hiçbir faydası olmadığını gördü ve ondan sonra Prof. Dr. Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'ni 5 Mart 2013 tarihinde "Rehber Prensipler" olarak uygulama kararı aldı. O gün bugündür dünya lideri...
Bu gerçeği göremeyecek kadar kör müyüz? Artık kurtulalım şu körlükten...
Prof. Dr. Baş fırsatını kaçırdık, bari uyanalım da, bu işin şifrelerini bilen "Evlat Atatürk" Hüseyin Baş fırsatını kaçırmayalım.
Milli Ekonomi Modeli'nin "emek ve üretim karşılığı para basma" formülü ve de "tüketim yani iç pazar odaklı" ekonomi anlayışı bize tam bağımsızlık kazandıracak, güçlü bir devlet ve güçlü bir millet yapacak yegane çözümdür.
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024