Ülkemizde üretici de, tüketici de yüksek enflasyondan şikayetçi.
Hükümet ise, enflasyonun asıl sebeplerini ortadan kaldıracak adımlar atacağı yerde, enflasyonu daha da azdıracak, enflasyon canavarını hortlatacak icraatlar ortaya koyuyor. Değerlendirmeye geçmeden önce, dün açıklanan resmi enflasyon rakamlarına bir bakalım.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Haziran 2021 verilerine göre tüketici enflasyonu (TÜFE) aylık yüzde 1.94, yıllık yüzde 17.53 oranında; üretici enflasyonu ise (Yİ-ÜFE) aylık yüzde 4.01, yıllık yüzde 42.89 oranında arttı.
Elbette ki, üretici enflasyonunun yüzde 43'lere dayandığı bir ekonomik atmosferde, tüketici enflasyonunun yüzde 18'lerde kalması mümkün değil. Çünkü üretici zarar edip kepenk kapatmamak için maruz kaldığı bu maliyet enflasyonunu fiyatlarına yansıtmak zorundadır.
Bundan sonraki süreçte resmi tüketici enflasyonunun da yüzde 40'lara doğru seyrettiğini maalesef göreceğiz. Güncel bir örnek vermek gerekirse; Otomotiv Satış Sonrası Ürün ve Hizmetleri Derneği Başkanı Ziya Özalp, otomotiv sektöründeki yedek parçalara önümüzdeki üç ayda kademeli olarak yüzde 50 zam geleceğini belirterek, "Lastiğinden aküsüne, camından işçiliğine tüm yedek parçalarda bu yansımayı göreceğiz" dedi.
"Toplam enflasyona etki edecek bir otomotiv enflasyonu kapıda" yorumunu yapan Özalp, yedek parça sektörünün uzun süredir maliyet artışlarına katlanmaya çalıştığını ve zamları minimumda tuttuğunu vurgulayarak, "Ancak hem hammadde hem de navlun maliyetleri tolere edilemez boyuta geldi. Önümüzdeki üç ay zamlar kaçınılmaz olacak" dedi.
Otomotiv sektörü böyle de, gıda, tekstil ve diğer sektörlerde durum farklı mı? Aynı maliyet unsurları, başta finans maliyeti (faiz) olmak üzere tüm sektörler için geçerli.
Diğer bir husus ise, resmi tüketici enflasyonunun, market ve pazarlardaki fiyat artışını ifade eden halkın enflasyonunu yansıtmadığı gerçeği. Bugün vatandaşların piyasada maruz kaldığı gerçek enflasyon yüzde 30-40'lar seviyesindedir. Asgari ücretlilerin yaptıkları harcama kalemlerini incelerseniz bu gerçeği görürsünüz. Her şey ateş pahası olmuş ama resmi enflasyon yüzde 17.53; bu pek inandırıcı gelmiyor.
Resmi enflasyon oranlarına göre belirlenen asgari ücretin, memur ve emekli maaşlarının satın alma gücü sürekli düşmektedir. Maaşlar enflasyon karşısında erimektedir. İşte bu da, gerçek enflasyon ile resmi enflasyon arasındaki uçurumu ispatlamaktadır.
Her zaman verdiğimiz örneği güncel olarak bir kez daha hatırlatalım.
1990'lı yıllarda bir asgari ücretle 11.5 çeyrek altın alınabiliyordu. Bugün ise asgari ücret 2 bin 825 lira ve 1 çeyrek altın 823 lira olduğuna göre, bir asgari ücretle sadece 3.5 çeyrek altın alınabiliyor. İşte size satın alma gücündeki erime.
Peki, şöyle bir soru soralım, bugünkü asgari ücretin, 1990'lı yıllardaki alım gücüne ulaşması için ne kadar olması lazım? 11.5 çeyrek altının bugünkü değeri 9 bin 465 lira.
Yani işçimizin 1990'lı yıllardaki maaşının alım gücünü koruması için bu kadar maaş alması gerekiyor. Bağımsız Türkiye Partisi (BTP), neden "Asgari ücret 10 bin lira olmalıdır" diyor, şimdi anlayabiliyor musunuz? Umarım anlıyorsunuzdur, çünkü hakkını bilmeyen arayamaz ve aramayan hakkına asla ulaşamaz.
BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş, hükümetin açıkladığı enflasyon rakamları ve enflasyon hedefleri konusunda sosyal medya platformundan tepkilerini dile getirmişti.
Sağlık Bakanlığı 25 Kasım 2020'de ilk kez günlük yeni Covid-19 vaka sayısıyla paylaşım yaptığında, BTP Lideri Baş, "Gerçek(!) vaka sayısı açıklanmış. Darısı işsizlik ve enflasyon oranlarının başına..." ifadelerine yer vermişti.
Yine, yıllık enflasyon hedefi yüzde 5 olarak açıklandığında BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş şu mesajı yayımlamıştı:
"Merkez Bankası faizleri artırdıkça artırıyor. Bir yandan da enflasyon hedefimiz yüzde 5 diyorlar. Hani faiz sebep enflasyon sonuçtu? Denklemi ters yazınca doğruyu bulacaklarını sanıyorlar. Çözüm deneme-yanılma ekonomisi değil, Milli Ekonomi Modelidir."
Milli Ekonomi Modeli'nin Sahibi Prof. Dr. Haydar Baş, gazetemizde 10 Nisan 2018'de yayımlanan "Döviz, faiz ve enflasyon ancak Milli Ekonomi Modeli ile düşer" başlıklı makalesinde konuyla ilgili şu önemli tespitleri yazıyor:
"Türkiye'de, enflasyonun maliyetten kaynaklandığını belki on yıldır anlatıyoruz. Hammadde giderleri, sigorta primleri, vergiler, kredi faizlerindeki artış, işçi ücretleri, kiralar, enerji giderleri bu enflasyona sebeptir. Maliyet enflasyonunun sebebi, aynı zamanda hammadde artışlarının yanı sıra, faiz oranları veya kamunun bütçe açıklarını maliyetli para ile kapatma yoluna gitmesidir de. Üretici, pazarlamacı veya devlet, faizle aldığı paranın maliyetini ürettiği ürüne ya da hizmete yansıtmak zorundadır. Yani faiz oranları arttıkça fiyatlar genel düzeyi de maliyetlerden dolayı artacaktır. Bu izah yalnızca bendenize ait Milli Ekonomi Modeli'nde yapılmıştır.
Yatırım ve üretim yerli, milli para ile ve öz kaynaklar ile sağlanabilir. Merkez Bankası'na para basma hakkını tekrar kazandırarak senyorajın devreye konması ile Gayri Safi Milli Hasıla'nın (GSMH) karşılığında paranın basılması, yani milli para düzenine geçilmesi; ithalat ve ihracatta sabit kur sisteminin uygulanmaya başlaması acilen gerekiyor.
Bunların ayrıntıları bugün dünyanın üç büyük ekonomi tezinden biri olarak kabul edilen ve 4 milyar insanın yaşadığı BRICS ülkelerinde uygulanan Milli Ekonomi Modeli'nde vardır. İşiten kulağa, gören göze?"
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024