Türklerin, İslam kimliğiyle Anadolu'ya gelişi binli yıllarda başlar. Anadolu'nun fetih kapılarının açılışı ise 1071'dir.
Çok kısa bir zaman diliminde neredeyse Anadolu'nun tamamı fethedilir. Bu fetih yalnızca toprak anlamında değildir. Hacı Bektaş-i Veli Hazretleri önderliğinde gönüller de fethedilmiş ve Anadolu'da yaşayan 36 etnik gurup Müslüman olmuş ve Türk adıyla anılmaya başlanmış, Türklük ırk olmaktan çıkmış ve Türk Milleti adıyla tarihe yön verecek günler başlamıştı.
Devam eden tarihi süreçte fethedilen her coğrafya için batı dünyası İslamlaştı demiyor, Türkleşti, diyorlardı. Batı, Kuran'ı Kerimi ise Türklerin Kutsal Kitabı olarak adlandırmıştı.
Batının en çok nefret ettikleri simge ise hilaldi. Hilal ise Türklerin öteden beri en önde olan simgesiydi. 'Haç-hilal kavgası' tabiri de buradan gelir.
Yani Batı dünyasında, 'İslam eşittir Türk Milleti, Müslüman demek Türk, demektir'. Bu algı o günden bugüne kadar gelmiştir.
Hatta tarihin en büyük vahşet ve katliamlarının ilk adımını atan Papa 2. Urban, 'Müslümanların değil Türklerin kanını içmek' için ant içerek Haçlı Seferlerini başlatmıştı.
Batı, Türk'ten, Türk Milletinden her zaman korkmuştur. Çünkü tarih boyunca bütün siyasi, ticari, kültürel ve dini hedefleri için yaptıkları bütün hamlelerinde karşılarında hep Türkleri bulmuşlar ve hiçbir hedeflerine ulaşamamışlardır.
Türkler, Doğu ve Batı Roma'yı tarihten sildikleri gibi Viyana kapılarına kadar giderek oralara da hükmetmiştiler.
Türkler karşısında her daim kaybeden batı halklarında, 'Türkler yenilmez' algısı oluşmaya başlamıştı.
Bu algıyı gören Papalar, krallar, devlet yöneticileri halktaki bu korkuyu, ezikliği ve kabullenişi yok edebilmek için Türklere, 'barbar, şeytan, kafir, korkunç' tabirlerini yaymıştılar.
Hatta Papa ve Papazlar, Türklerin işlenilen günahlar sebebiyle Avrupa'ya, Tanrı tarafından gönderilmiş bir ceza, Tanrı'nın gazabı veya Tanrı'nın laneti olduğunu anlatarak ezikliklerini örtmeye çalışmışlardır.
Batı dünyası, haklarının Türkleşmesine karşı dini, siyasi alanlar başta olmak üzere sanat, spor, edebiyat, tiyatro, opera, şarkı, şiir, resim, heykel ve hikayelerinde her daim bir Türk düşmanlığı işlemişlerdir.
Batı dünyası bu işleyişi sadece kendi halklarına yapmadı. Anadolu'ya, Ortadoğu'ya geldiler. Nasıl?
Bu gelişi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız şöyle özetliyordu; "Onlar (batı dünyası) şunun hesabını yaptılar; Biz bütün orduları bir araya getirdik, Türk Milletinin sırtını yere getiremedik.
O halde bunlarda biz öz var, onu almalıyız ki bunların da bizden farkı olmasın, geriye sadece posaları kalsın. İşte bu dinler arası diyalog, medeniyetler arası diyalog safsatası bundan sonra icat edildi.
Bizim, Müslüman olan kimliğimizi Türklüğümüzü elimizden almak için başlatılan bir Haçlı seferberliğidir.
Haçlı, bizi meydanlarda mağlup edemedi. Şimdi kültür yoluyla, siyaset ve medeniyet yoluyla mağlup etmeye çalışıyor. Sandıkta kendi verdiğimiz oylarla şimdi bunlara ders vermeye var mıyız Anadolulum? Ey Yüce Milletim buna var mısın?"
Milletimiz, 'varız' demedi. Sonra ne mi, oldu? Türk, Türk Milleti kavramları tartışılmaya açıldı.
Gazeteler, devlet yöneticilerimizin resimlerinin altına, 'Biz, Avrupalıyız' manşetleri attı. Birinci ağızlardan, Avrupa'da yaşayan Türklere, 'Avrupa'ya entegre olun' çağrıları yapılırken aynı ağızlardan yüz yıllar önce bu topraklarda yaşamış, göç etmiş Yahudi ve Hıristiyanların torunlarına da, 'topraklarınıza dönün' çağrıları yapıldı.
2011 yılıydı ve senelerce alttan alttan söylenen, 'Türk değil Türkiyeli', 'Anadolu halkları', 'Anadolu Halk Cumhuriyeti' gibi kavramlar medyada söylenmeye, tartışılmaya başlanmıştı. Siyasetçiler bu söylemlere ya yandaştılar, ya da sessizdiler.
(Allah'ın selamı üzerine olsun) Merhum Baş Hocamız; "Türk Milleti, Türkiyeli değildir. Türkiye, Türk Milletinindir" restiyle milli ve manevi hakikati bir kez daha haykırmıştı.
Dün batıda oluşan 'Türk korkusu ve de hayranlığı' özellikle 1800'lü yıllardan sonra milletimiz üzerinde daha çok hayranlık boyutuyla oluşmaya başladı.
Atatürk bu hayranlığa bir nokta koydu ama ne hazindir ki Atatürk'ten sonra iktidar olanların, komple ülkemiz siyasetçilerinin ve milletimizin büyük kesiminde oluşan batı hayranlığı son 20 yılda teslimiyete dönüştü. Özellikle 2004 yılındaki o imzadan sonra batı siyasi, ekonomik, sosyal, dini, hukuki olarak ülkemizden ne istediyse, hepsini aldı. Diğer ifadeyle AKP iktidarları verdiler.
Herkes gülücük dağıtırken, sınırların kalkacağından, zenginliğin, özgürlüğün geleceğinden, dostluktan, barıştan vs bahsederken Prof. Dr. Haydar Baş, batının asla bize dost olmayacağını, aralarına asla almayacaklarını, Haç-Hilal savaşının, Kıyamete kadar süreceğini anlatarak kimliğimize sahip çıkılması gerektiğini vurguluyordu.
Şimdi Sayın Erdoğan diyor ki; "Avrupa'daki her İslam düşmanlığının aynı zamanda Türk düşmanlığı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü batılı için Müslüman Türk'tür, Türk de Müslüman'dır."
Biraz hatta çok geç olmadı mı?
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024