Hazar'dan Akdeniz'e ABD güdümlü Türkiye-İsrail işbirliğinin taşları mı döşeniyor?
Hatırlarsanız, ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Türkiye ile İsrail'in savaşmayacağını söylemiş ardından da Hazar Denizi'nden Akdeniz'e bir Türkiye-İsrail işbirliği olacağını belirtmişti.
Bu, gerçekten Türkiye-İsrail işbirliği mi olacak, yoksa Türkiye postuna bürünmüş ABD-İsrail hükümranlığı mı olacak zaman gösterecek.
ABD, özellikle 11 Eylül saldırıları ve ardından da Büyük Ortadoğu Projesi'nin düğmesine basılmasıyla Türkiye'yi İslam coğrafyasında bir "Truva Atı" olarak kullanmayı planladı. Ve maalesef bunun uygulamasını da devreye soktu. Irak'ta bunu gördük, Libya ve Suriye'de de gördük.
Gönül isterdi ki, Türkiye, hiçbir küresel emperyalist projenin bir parçası olmasın ama öyle olmadı, siyasilerimiz BOP'un eşbaşkanı oldular ve bununla da gurur duydular.
Bu anlattıklarımız aslında, Türkiye bir İslam ülkesi olduğu halde neden NATO'ya dahil edildi sorusunun da cevabı oluyor, anlayabilene...
Neyse, biz yeniden günümüzdeki yeni gelişmelere dönelim.
Suriye'de, ABD'nin potasına girmeyi reddeden ve İsrail yayılmacılığının önünde bir duvar gibi duran Esad yönetimi devrildi, yerine ABD'nin bir dediğini iki etmeyen, İsrail'le de uyumlu olan yeni bir yönetim geldi.
Bu değişimin hemen sonrasında herkes Suriye'de bundan sonra ne olacak sorusunu kendilerince yorumluyordu ve genel olarak da Suriye'de yaşananların Türkiye'nin lehine olacağını iddia ediyorlardı.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüseyin Baş ise, bunun Türkiye aleyhinde olacağını ve bundan sonra Suriye'de ABD ne isterse onun olacağını vurguluyordu.
Ve gelişmeler gösterdi ki, aynen BTP liderinin dediği gibi oldu. BTP'nin ebedi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş da yaptığı tespitlerde haklı çıkıyordu, zaman gösterdi ki Hüseyin Baş da haklı çıkıyor.
Malum, Suriye lideri Ahmed Şara ile ABD Başkanı Trump 10 Kasım'da Beyaz Saray'da bir görüşme gerçekleştirdi.
Tom Barrack, bu haftanın, Orta Doğu'nun yakın tarihinde "dönüm noktası" olduğuna işaret ederek, "Bu hafta yapılan samimi ve verimli görüşmede, Başkan Donald Trump ve Cumhurbaşkanı Şara, aralarındaki ortak inancı yeniden teyit etti: Artık uzaklaşmanın yerini karşılıklı etkileşimin almasının zamanı geldi" ifadesini kullandı.
Şara'nın, Beyaz Saray'da DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyona katılma konusunda kararlılığını gördüğünü belirten Barrack, bunun "Suriye'nin terörizm kaynağından terörizmle mücadele ortağına dönüşümünü" simgelediğini ifade etti.
Burada, ABD'nin terör örgütü SDG'ye "stratejik ortak", kendisine ve İsrail'e karşı olan devletlere de terörist dediğini unutmayalım ve de Barrack'ın yukarıdaki açıklamasını bu gözle bir daha okuyalım.
Şara'nın bu ziyareti ve Barrack'ın bu açıklamaları, yeni Suriye'nin ABD potasına girdiğini ispatlıyor.
Beyaz Saray'da bir diğer önemli toplantı ise ABD, Türkiye ve Suriye dışişleri bakanları arasında gerçekleşen "basına kapalı" toplantıydı. Yine Barrack'tan alıyoruz haberi...
Bu kapalı toplantı, Marco Rubio, Hakan Fidan ve Esad Hasan Şeybani arasında oldu.
Barrack, yapılan üçlü toplantıda "ABD-Türkiye-Suriye çerçevesinin bir sonraki aşamasının belirlendiğini" aktardı.
Barrack, bu çerçevenin "SDG'nin yeni Suriye'nin ekonomi, savunma ve sivil yapısına entegrasyonunu, Türkiye-Suriye-İsrail ilişkilerinin yeniden tanımlamasını..." içerdiğini belirtti.
Toplantıdan sonra ABD'nin Suriye Büyükelçiliği, ABD merkezli X şirketinin sosyal medya platformundan yaptığı paylaşımda, Suriye'nin DEAŞ'a karşı mücadele eden uluslararası koalisyona katıldığını duyurdu.
ABD'nin sık sık DEAŞ'la mücadelede en önemli ortağının SDG olduğunu vurgulaması, Şara'nın da DEAŞ koalisyonuna katılma kararı, bence SDG'nin Şam'a entegrasyonunu değil, Şam'ın SDG'ye entegrasyonunu ifade ediyor.
Ayrıca ABD, Şam'ın İsrail ile normalleşmesini istiyor.
Bu iki konu siyasilerimizi oldukça rahatsız ediyor. Çünkü SDG-Şam entegrasyonunda Türk askerinin Suriye'den çekilmesi söz konusu. Ayrıca Suriye-İsrail normalleşmesi, siyasilerimizin Suriye'de ve Orta Doğu'da aktif rol alma projesini suya düşürüyor.
Bu arada bir dikkat çekici açıklama da İsrail'in Washington Büyükelçisi Yechiel Leiter'den geldi.
Leiter, Jerualem Post gazetesine verdiği röportajda, Türkiye'nin NATO üyesi, büyük bir orduya sahip ve kilit bir coğrafyada olduğunu kaydederek, "Gazze'de ya da Suriye'de Türk askerleri bulunduramayız. Bu pratik talepler ABD tarafından da sorgulanmadı; kabul edildi" dedi.
Burada önemli olan Suriye'de Türk askerlerinin bulundurulmaması ve ABD'nin bunu kabul etmesi.
Şu sorular cevap bekliyor:
Bu konu Beyaz Saray'daki üçlü toplantıda gündeme geldi mi? Eğer öyleyse Sayın Hakan Fidan'ın buna tepkisi ne oldu? Gürcistan'da düşen uçağın bu konuyla bir alakası var mı? Bütün bu gelişmelerden sonra Türk askeri Suriye'de Türkiye'nin güvenliği için duracak mı, yoksa "SDG entegre oldu, sorun kalmadı" denilip Türkiye'ye dönecek mi?
Bu soruların cevabını şu an için bilemeyiz ama bütün bu yaşanan gelişmeler, ABD-İsrail ikilisinin Hazar'dan Akdeniz'e tüm coğrafyayı kontrol etmeye her geçen gün daha da yaklaştığını gösteriyor.
- Türkiye’de suçlardaki artış, küresel raporlara yansıdı / 14.11.2025
- Atatürk’e sevgi arttıkça, birileri kuduruyor! / 13.11.2025
- SDG mi Şam'a entegre olacak, yoksa Şam mı SDG'ye? / 12.11.2025
- Atatürk'ü anmaktan ziyade ANLAMAK lazım / 11.11.2025
- Her gün 1 kadın cinayete kurban gidiyor / 08.11.2025
- Ekümenikliğe uygun bir Ruhban Okulu planı / 06.11.2025
- Vatandaşların mağduriyeti, rantiyenin kazancı oluyor / 05.11.2025
- ABD Büyükelçisi'nden 'Türkiye-İsrail işbirliği' vurgusu / 04.11.2025
- İmralı ile müzakere süreci: Hayallere karşılık, gerçek tavizler / 01.11.2025

















































































