İlk iki yazımızda, çoğu gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemizin de, son dönemlerde, döviz girişlerinin azalması ve döviz çıkışlarının artmasına bağlı olarak yabancı para çıkmazına girdiğine değinmiştik. Buna bağlı olarak, emperyal para birimlerinin, gelişmekte olan ülke para birimleri üzerindeki olumsuz etkisini, kötü komşunun yaptığına benzetmiştik.
Şimdi olayı biraz daha sadeleştirelim. Ne yapıp edip, dövize olan ihtiyacımızı ve dolayısı ile döviz talebini azaltmamız –ki bu faktörler kurun yükselmesinin esas nedenidir- ve bir şekilde döviz girişlerini artırmamız gerekmektedir. Bir önceki yazımda demiştim ya, oyun planını değiştirmek gerekiyor diye. İşte, tam bu aşamada ev sahibi olmanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Esasına bakacak olursanız, bu anlamda, kötü komşuya kızmanın çok bir anlamı yok. Siz olaydan gereken dersi çıkarmalı ve oyun planında değişikliğe gitmelisiniz.
Şimdi, belki okuyucularımız, "yapısal reformlar" ifadesini duymuştur. İşte bahsi geçen yapısal reformlar, tam da bize lazım olan uygulamalar. Ancak bir türlü bunun içini dolduracak uygulamaları tam anlamıyla harekete geçiremiyoruz. Diğer bir ifade ile, kötü komşunun yaptıklarına karşılık bir şeyler yapmıyor değiliz ancak bu bizim maçı kazanmamıza yetmiyor.
Bakınız, ülke olarak en önemli yapısal reformlarımızdan birisi, ihracatımızı artırmak. Buna, ithalatı azaltarak, ihracatımızı artırmak da diyebilirsiniz. Bu konu Kalkınma Planımızda da zikredilmektedir. Ama gelin görün ki, dış ticarette bir türlü hedeflediğimiz noktaya gelemedik. Tabir yerinde ise 1 gol atıyoruz (1 birim ihracat yapıyoruz) ancak 2 gol yiyoruz (2 birim ithalat yapıyoruz). Yani ithalata dayalı bir ihracat gerçekleştiriyoruz.
Bu konunun önemine binaen biraz açmak istiyorum. Bir örnek vereyim. Malumunuz, makine halısı üretim ve ihracatında, dünyada önemli bir pozisyondayız. Ancak neredeyse halı üretiminin tüm girdi unsurlarını ithalat yolu ile temin ediyoruz. Makinasını Belçika ve Almanya'dan; ipliğini ağırlıklı olarak Çin ve Bangladeş'ten; enerjiyi de yine yaklaşık %70 oranında yurt dışından temin ediyoruz. Bize neredeyse sadece işçiliği kâr kalıyor. Hal böyle olunca, katma değer yaratamıyoruz. Sadece işçiliğini değil, hemen tüm girdi unsurlarını kendimiz üretmeliyiz ki, bize bir şey kalsın. Halıcılık geçmişi olan birisi olarak bu konuda daha fazla konuşabilirim. Ama arif insanlarsınız, bu kadarı yeterli.
Şimdi yapısal reformlar konusunda yeri gelmişken, yapılan gayretleri de yazalım. Devlet olarak, TÜBİTAK, Kalkınma Ajansları, KOSGEB, Eximbank, Sanayi Bakanlığı gibi farklı kamu kurumlarımız farklı şekillerde, araştırma-geliştirmeye yönelik, reel kesim firmalarını desteklemeye çalışmaktadırlar. Söz konusu desteklerin bazıları hibe, ödül ve bazıları uzun vadeli ve düşük faizli kredi şeklinde kendini gösteriyor. Ancak gelin görün ki, bu destekler, bizim rekabette öne geçmemize ne yazık ki çok da yeterli olmuyor ki, hala ciddi anlamda dış ticaret açığı vermekteyiz. Dedim ya oyun planını değiştirmek diye.
Oysaki özellikle dış ticaret konusunda son yıllarda ciddi yapısal reformlar gerçekleştiren ülkelere dönüp baksak, kanımca daha uygun olur. Dış ticarette ön plana çıkan ülkeler, ne yaptılar da bu seviyeye geldiler? Bu açıdan dönüp baktığımızda karşımıza, bizim de ülke olarak en önemli iki dış ticaret partnerimiz Rusya ve Çin çıkıyor. Dilerseniz ona da, bu bölümün son yazısında (yarın) değinelim.
- Bari burada yapmayın!! / 09.08.2021
- Keşke dokunmasaydım! / 24.07.2021
- Rusya yaptı da ya biz? / 02.07.2021
- Birisi işsizlik mi dedi? / 15.06.2021
- Korkmalı mıyız? / 17.05.2021
- Pandemi turnusolu / 05.05.2021
- Sanal vurgun / 27.04.2021
- Olması gerekendi / 20.04.2021
- Yeni başkanın ilk sınavı / 12.04.2021