Üniversiteler, bilim adamları, tabipler, görevinin bilincindeki gazeteciler, televizyoncular vs. adeta bas bas bağırıyor. Ne diye? Milletimiz hasta, milletimiz hasta ediliyor, milletimiz zehirleniyor, milletimiz göz göre göre ölüme gidiyor, diye?
Diyecekseniz ki! Biz hiç böyle bir çığlık duymadık. Doğru. Bu cümlelerle duymadınız ama yapılan açıklamalar, ortaya konulan bilimsel verilerin sokaktaki karşılığı budur. İlginçtir, vatandaş, kendi dilindeki bu cümleleri okuyamıyor, anlayamıyor.
15 yıldır ülkeyi yöneten irade ise sessiz. Ha! Yarın aynen zina yasası, çarpık kentleşme, FETÖ ve diğer birçok hayati konudaki gibi şu açıklama da yapılabilir; "Dışarıdan aldığımız tohum ve gıda ürünlerinin bilimsel sonuçlarını yetirince incelemedik. Bu bir hatadır. Bunu kabul ediyoruz. Daha dikkatli olmalıydık!"
Aslında milletin hasta olduğunu hükümet de açıkladı ama başı önde değil övünerek. Evet, evet övünerek açıkladılar.
Sayıların büyüklüğü bazen övünülecek, bazen de utanılacak sonuçlara ait olabilir. Bakın! İstanbul'un üst geçitleri, Büyükşehir'in hizmetleri ile ilgili reklam rakamları ile dolu.
Birisi şöyle; "153 hattı geçen yıl 9 milyon 340 şikayeti çözdü"
Bu övünülecek değil utanılacak bir rakamdır. 153 hattı ihbar, şikayet hattıdır. İstanbullular belediye kapsamındaki her türlü sıkıntılarını bu hatta bildirirler. Kaç bildirim olmuş ki, 9,5 milyonu çözüme ulaştırılmış? Bu rakam en az bire ondur. Yani 15 milyonluk İstanbul'da en az 100 milyon şikayet vardır. Şikayetçi olmayanları koyarsak bu rakam en az 300 veya 400 yüz milyondur. Bir şehirde bu kadar sorun oluyorsa yöneticiler ne yapıyor?
Aynı tablo sağlık sektöründe de geçerli. Cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet şu kadar hastane yaptık, ambülans aldık vs. diye meydanları inletiyor, bir de geçmiş ile kıyaslıyorlar.
Ama Sağlık Bakanlığı açıklıyor ki, bir yılda hastanede tedavi gören insan sayısı neredeyse ülke nüfusunun 4 katı (289 milyon).
Bu millet eskiden bu kadar hastaneye gitmezdi. Bu milleti kim hasta etti? Gerçi bu konuyu eşelemekte ne kadar milletin lehine ona da karar veremiyorum. Alan razı, veren razı, satan razı, kontrol eden razı, denetleyen razı?
Yıllardır Meltem TV, Mesaj TV ve gazetemiz Yeni Mesaj insan sağlığı, doğal beslenme gibi konuları işlerken yabancı tohum, bu tohumların ülkeye girişi, GDO, GDO'nun arkasındaki soykırım gerçeği, siyasilerin acziyeti gibi konuları hep gündem ettik, anlattık, anlatıyoruz. Anlamadınız, anlamadılar.
Eldeki son şeker fabrikalarının satışı ile GDO tekrar gündeme geldi. Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Erdoğan, geçtiğimiz Çarşamba günü; "GDO'lu ürünler noktasında hassasiyetimizi artırmamız lazım. Devlet olarak birinci derecede bu bizim sorumluluğumuzda. Hükümet olarak bu konuda atacağımız adımların hassasiyetini özellikle ifade etmek istiyorum" açıklamasını yaptı.
Allah Allah! Bugün bilim adamları diyor ki, "GDO eşittir kanser, eşittir ölüm" Sayın Erdoğan hassasiyetten bahsediyor.
Oysa öğreniyoruz ki, ülkemize GDO'lu yemler, gıdalar bizzat hükümetin izniyle giriş yapıyor. Sadece geçen yıl 36 çeşit GDO'lu yem izni verilmiş. İlgili bakanlık, gıda sektöründe 112 üründe GDO tespit etmiş ama ne gibi bir yaptırım veya önlem alındığı meçhul. Hani hassasiyet!
Meydanlarda, gazetelerde hele hele dinci yapılanmaların dillerinde AB'nin, İsrail'in, ABD'nin bize dost olmadığı, bize düşman gözüyle baktığı anlatılır.
Diğer taraftan ise Türkiye tarımda ithalatçı ülke konumuna düşürüldü. 100'e yakın ülkeden 20 milyar dolar seviyesinde gıda ürünü alıyoruz.
Kimden alıyoruz? Bize düşman gözüyle bakan ülkelerden.. İlginçtir! ABD, AB ve İsrail, kendi ülkelerinde satış, üretim veya ithalatını yasakladığı ürünleri Türkiye'ye satmaktadır.
Rusya, üzerine sinek konmuş domateslerimizi bile gümrükten geri gönderme hassasiyeti ile ülkemizle ticaret tapıyor. Bizde ise hassasiyet artırılması gündemde!
Ama dediğim gibi alan razı, satan razı. Biz de yazıyoruz işte!
Diyecekseniz ki! Biz hiç böyle bir çığlık duymadık. Doğru. Bu cümlelerle duymadınız ama yapılan açıklamalar, ortaya konulan bilimsel verilerin sokaktaki karşılığı budur. İlginçtir, vatandaş, kendi dilindeki bu cümleleri okuyamıyor, anlayamıyor.
15 yıldır ülkeyi yöneten irade ise sessiz. Ha! Yarın aynen zina yasası, çarpık kentleşme, FETÖ ve diğer birçok hayati konudaki gibi şu açıklama da yapılabilir; "Dışarıdan aldığımız tohum ve gıda ürünlerinin bilimsel sonuçlarını yetirince incelemedik. Bu bir hatadır. Bunu kabul ediyoruz. Daha dikkatli olmalıydık!"
Aslında milletin hasta olduğunu hükümet de açıkladı ama başı önde değil övünerek. Evet, evet övünerek açıkladılar.
Sayıların büyüklüğü bazen övünülecek, bazen de utanılacak sonuçlara ait olabilir. Bakın! İstanbul'un üst geçitleri, Büyükşehir'in hizmetleri ile ilgili reklam rakamları ile dolu.
Birisi şöyle; "153 hattı geçen yıl 9 milyon 340 şikayeti çözdü"
Bu övünülecek değil utanılacak bir rakamdır. 153 hattı ihbar, şikayet hattıdır. İstanbullular belediye kapsamındaki her türlü sıkıntılarını bu hatta bildirirler. Kaç bildirim olmuş ki, 9,5 milyonu çözüme ulaştırılmış? Bu rakam en az bire ondur. Yani 15 milyonluk İstanbul'da en az 100 milyon şikayet vardır. Şikayetçi olmayanları koyarsak bu rakam en az 300 veya 400 yüz milyondur. Bir şehirde bu kadar sorun oluyorsa yöneticiler ne yapıyor?
Aynı tablo sağlık sektöründe de geçerli. Cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet şu kadar hastane yaptık, ambülans aldık vs. diye meydanları inletiyor, bir de geçmiş ile kıyaslıyorlar.
Ama Sağlık Bakanlığı açıklıyor ki, bir yılda hastanede tedavi gören insan sayısı neredeyse ülke nüfusunun 4 katı (289 milyon).
Bu millet eskiden bu kadar hastaneye gitmezdi. Bu milleti kim hasta etti? Gerçi bu konuyu eşelemekte ne kadar milletin lehine ona da karar veremiyorum. Alan razı, veren razı, satan razı, kontrol eden razı, denetleyen razı?
Yıllardır Meltem TV, Mesaj TV ve gazetemiz Yeni Mesaj insan sağlığı, doğal beslenme gibi konuları işlerken yabancı tohum, bu tohumların ülkeye girişi, GDO, GDO'nun arkasındaki soykırım gerçeği, siyasilerin acziyeti gibi konuları hep gündem ettik, anlattık, anlatıyoruz. Anlamadınız, anlamadılar.
Eldeki son şeker fabrikalarının satışı ile GDO tekrar gündeme geldi. Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı Erdoğan, geçtiğimiz Çarşamba günü; "GDO'lu ürünler noktasında hassasiyetimizi artırmamız lazım. Devlet olarak birinci derecede bu bizim sorumluluğumuzda. Hükümet olarak bu konuda atacağımız adımların hassasiyetini özellikle ifade etmek istiyorum" açıklamasını yaptı.
Allah Allah! Bugün bilim adamları diyor ki, "GDO eşittir kanser, eşittir ölüm" Sayın Erdoğan hassasiyetten bahsediyor.
Oysa öğreniyoruz ki, ülkemize GDO'lu yemler, gıdalar bizzat hükümetin izniyle giriş yapıyor. Sadece geçen yıl 36 çeşit GDO'lu yem izni verilmiş. İlgili bakanlık, gıda sektöründe 112 üründe GDO tespit etmiş ama ne gibi bir yaptırım veya önlem alındığı meçhul. Hani hassasiyet!
Meydanlarda, gazetelerde hele hele dinci yapılanmaların dillerinde AB'nin, İsrail'in, ABD'nin bize dost olmadığı, bize düşman gözüyle baktığı anlatılır.
Diğer taraftan ise Türkiye tarımda ithalatçı ülke konumuna düşürüldü. 100'e yakın ülkeden 20 milyar dolar seviyesinde gıda ürünü alıyoruz.
Kimden alıyoruz? Bize düşman gözüyle bakan ülkelerden.. İlginçtir! ABD, AB ve İsrail, kendi ülkelerinde satış, üretim veya ithalatını yasakladığı ürünleri Türkiye'ye satmaktadır.
Rusya, üzerine sinek konmuş domateslerimizi bile gümrükten geri gönderme hassasiyeti ile ülkemizle ticaret tapıyor. Bizde ise hassasiyet artırılması gündemde!
Ama dediğim gibi alan razı, satan razı. Biz de yazıyoruz işte!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- İktidarın faizsiz ekonomi özlemi! / 04.06.2025
- Papa, İznik ve Vatikan’ın hedefi / 02.06.2025
- Her şey 31 Mart 2019’da mı başladı? / 01.06.2025
- Kiminin ahtapotu kiminin de turpu / 31.05.2025
- Beytülmal kavramı yine dillerde / 30.05.2025
- Anayasa değişikliği neden isteniyor / 29.05.2025
- Verin yetkiyi ve fazla abartmayın / 28.05.2025
- PKK’da, ‘Lozan hezimettir’ dedi / 26.05.2025
- Yorumsuz Gazze yüzleştirmesi / 25.05.2025
- Diaspora Kürtleri ve Devlet Bahçeli / 24.05.2025
- Papa, İznik ve Vatikan’ın hedefi / 02.06.2025
- Her şey 31 Mart 2019’da mı başladı? / 01.06.2025
- Kiminin ahtapotu kiminin de turpu / 31.05.2025
- Beytülmal kavramı yine dillerde / 30.05.2025
- Anayasa değişikliği neden isteniyor / 29.05.2025
- Verin yetkiyi ve fazla abartmayın / 28.05.2025
- PKK’da, ‘Lozan hezimettir’ dedi / 26.05.2025
- Yorumsuz Gazze yüzleştirmesi / 25.05.2025
- Diaspora Kürtleri ve Devlet Bahçeli / 24.05.2025