"8 yaşındaki Narin'den haber alınamıyor" haberi çıktığı gün bir taraftan "Eyvah, eyvah! Bu kaçıncı Narin, nasıl bir toplum olduk" serzenişindeyken diğer taraftan da, "İnşallah bu kurbanın altında Kuran Kursu çıkmaz" diye dua ediyordum.
Çünkü bu vahşet haberleri, İslam düşmanları için şans, dinini bilmeyen insanlarımız için dinden uzaklaşma fitnesi olurken, diğer taraftan da, 'dinsiz, dindarların' pişkinliği, vicdanları karartıyordu.
Günlerce o masum hakkındaki haberleri izlemekten bile kaçmaya çalıştım. Bu konuda yazmamak için de kendimle çok mücadele ettim.
Çünkü önceki nice masumlara yaşatılanlar gibi şu masuma yaşatılanlar da beni, insanlığımdan utandırdı.
Allah'a (c.c) karşı utandım ve O'na, Hz. Musa'nın diliyle el açtım: "Mûsâ dedi ki: Ey Rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin?" (Araf 155)
Narin, o yaşadığı vahşet ile insanımızın, devleti idare edenlerin, milleti temsil edenlerin, medyanın gerçek yüzünü daha net ifade ile getirildiğimiz milli-manevi tükenmişliği önümüze koydu. Narin'e yaşatılan vahşet ne kadar vahim ise bu vahşetin ardından başta iktidar partisi yetkilileri olmak üzere CHP'den, Hüda-Par'dan, DEM'den yapılan açıklamalar, kıyaslamalar da o kadar vahimdi.
Her gün haber bültenlerinde ve tartışma programlarında açılan başlıklar, yapılan yorumlar emin olun bu noktaya nasıl getirildiğimizin de itirafıydı.
Narin'in açtığı pencereler
Başta Fatih Portakal olmak üzere iktidara lafını esirgemeyen birçok haberci, gazeteci ve akademisyen bu olay için en çok, 'yobazlık, ortaçağ zihniyeti, gericilik, ahlaksızlık, cahillik' tabirlerini kullanarak, 'eğitim ile bilim ile bu yobazlıkların önüne geçileceğini' vurguladılar.
Ama her zaman olduğu gibi bir kesimin alkışını alırken diğer kesimin nefretini tetiklediler.
Çünkü kendilerini çağdaş, özgürlükçü, laik hatta Atatürkçü olarak tanımlayan, bilim ile dini karşı karşıya getirmek isteyen bu isimlerin, yukarıdaki kavramları hem eksik, hem de bir kesim daha doğrusu muhafazakar kesime karşı kullandıkları için inandırıcı olamıyorlar ve de sözleri doğru olsa bile tepki çekiyorlar.
Örneğin Fatih Portakal özelinden genele hitap edeyim. Sayın Portakal'ın haber sunma stilini takdir ediyorum. Lafını esirgemiyor.
Bu vahşet içinde, 'yobaz, cahil, ortaçağ zihniyeti, toplumsal yozlaşma, gerici, ahlaksız' gibi birçok tabirleri kullandı ve çok yakın zamanda yaşadığımız bu tür vahşetlerden örnekler verdi. Tarikatlara, cemaatlere, CIAsal İslamcılara verdi, veriştirdi.
Hepsine aynen katılıyorum. Ama Fatih Portakal özelinde diğer çağdaş (!) gazeteci ve akademisyenler mahiyeti aynı olan olaylar, farklı mahallelerde farklı kesimlerde gerçekleşince aynı tabirleri kullanmıyorlar.
Örneğin üst gelir düzeyine ulaşmış bazı kesimlerin toplu fuhuş partileri, sapkın ilişkileri haber oluyor. Bunlar için yobazlık, ahlaksızlık, gericilik, yozlaşmışlık tabirlerini kullanmıyorlar.
Her gün, her hafta, her ay bir başka erkeğin veya bir başka kadının yatağında uyananlar için 'yobazlık, ahlaksızlık, gericilik, yozlaşmışlık' tabirlerini kullanmıyorlar.
Rezidansların, lüks otellerin, günlük kiralık dairelerin balkonlarından, camlarından düşen genç kızların, o odalardaki zengin erkeklerin verdikleri ifadeler ve yaşanılanlar için ahlaksızlık, gericilik, yozlaşmışlık tabirlerini kullanmıyorlar.
Büyükşehirlerdeki hemen her gün yaşadığımız bir gerçek var. Gençler ölçüyü kaybetmiş. Başta toplu taşıma araçları olmak üzere parklarda, duraklarda adeta ön sevişme yapıyorlar.
Fatih Portakal özelinde diğer çağdaş (!) gazeteci ve akademisyenler bu olayları yobazlık, gericilik, ahlaksızlık olarak nitelemek yerine tepki gösterenleri hedef gösteriyorlar. Örnekleri çoğaltabiliriz.
Arkadaşım! Siyasete, topluma ayar verdiğiniz ekranlarda sabahları arka sokaklarda yaşanan ahlaksızlıklar, yobazlıklar, akşamları ise dizi filmlerde zengin semtlerinde, yalılarda, villalarda yaşanan ahlaksızlıklar, yobazlıklar toplumun önüne konuluyor.
Bu cahillik değil midir? Bu yobazlık değil midir? Bu ahlaksızlık değil midir?
Diğer taraftan eğitim, diyorlar, bilim, diyorlar ve batıyı örnek gösteriyorlar. Oysa rakamlarla sabit ki, tacizin, tecavüzün, cinayetlerin ve de her türlü ahlaksızlıkların yaşandığı coğrafya ABD ve AB coğrafyası.
İşte bu batı hayranlığı gözlerini kör edip, kendi milli ve manevi değerlerine sahip çıkmayanlar yüzünden bu ülkede, milli ve manevi değerleri kullananlar hep güç sahibi oldu.
Bir başka pencere
Yüce Rabbim, 22 yıldır dini kavramlarla siyaset yapan Sayın Erdoğan ve iktidarını, bu vahim olayla da bir kez daha yüzleştirdi.
22 yıl olmuş hala, 'Asım'ın neslini yetiştireceğiz' diyorlar. Din, iman, ezan, bayrak, namus diyorlar. Birilerini karalarken bir başkalarını yüceltiyorlar. Ama sahaya bakıyorsun, Narin gibi nice vahşetler yaşanıyor.
Hemen her hafta çöp konteynerlerinde, sokak kaldırımlarında, mezarlıklarda yeni doğmuş, poşete sarılmış ölü veya canlı bebekler bulunuyor.
Evlatlar babalarını, annelerini katlediyor. Anneler, babalar evlatlarını katlediyor. Cinayet, fuhuş ise sıradanlaştı.
Evet, eski Türkiye'de de çocuk tecavüz ve katliamları vardı. Ama AKP dönemindeki kadar değildi.
Evet, eski Türkiye'de de LGBT denilen sapkınlık vardı. Ama AKP dönemindeki kadar üstelik yasal değildi.
Evet, eski Türkiye'de de fuhuş vardı. Ama AKP dönemindeki kadar değildi.
Evet, eski Türkiye'de de cinayetler işleniyordu. Ama AKP dönemindeki kadar değildi.
Bu tablo sizin eserinizdir. Madem milletin tamamını temsil ediyorsunuz, o halde milletin tamamında sorgulanacaksınız.
Bir başka pencere
Giresun'da 11 yaşındaki Rabia Naz, Narin ile benzer kaderi yaşadı. Babası yaşanılanları tek tek anlattı. AKP'li Nurettin Canikli ismini verdi. Kimse oralı bile olmadı.
Acılı baba çıldırdı. Daha yüksek sesle feryat etti. Sayın Erdoğan, Rabia Naz'ın babasına dava açtı.
Elazığ'da bir kadın gazeteci, jandarmaya giderek tecavüze uğradığını söyleyip, isim verdi. Jandarma komutanı kaale almadı. Kadın ertesi gün ölü bulundu. Verdiği isim Mehmet Ağar'ın oğlu AKP vekili Tolga Ağar'dı.
23 yaşındaki Nadira Kadirova, AKP Milletvekili Şirin Ünal'ın evinde çalışıyordu. Vekilin evinde, vekilin silahı ile intihar etti, denildi.
Konu TBMM'ye hatta dünya basınına bile yansıdı. AYM'ye gitti. Nadira'nın arkadaşlarının, kardeşinin ifadeleri kaale alınmadı. İntihar, denilerek dosya kapandı.
İlginçtir! Deniz Baykal'ın kasetlerini gözleri ile izleyenler, MHP'li vekillerin kasetleriyle seçim propagandası yapanlar bu başlıklara hiç girmedi.
Şimdi Narin dosyası için 'bizzat takipçisi olacağız' diyorlar. Zaten hep takip ediyorsunuz!
İlginç tablo
Diyarbakır'ın Bağlar ilçesine bağlı kırsal Tavşantepe Mahallesi'nde son seçim sonuçları:
Kullanılan oy sayısı: 154
AKP: 100
DEM: 33
HÜDAPAR: 16
YRP: 3
SP: 2
Unutmayın
"Ey iman edenler! Siz, kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi o zaman Allah size bildirecektir." (Maide 105)
- İsrail için söz tükenmiş yazı bitmiştir / 02.10.2024
- Geleceğimizi de çaldılar / 01.10.2024
- Erdoğan dışarıdan da içeriye oynuyor / 30.09.2024
- Doğu sınırlarımız namustur ya batı sınırlarımız! / 29.09.2024
- ‘Türkiye’nin sorunu artık siyasi parti sorununu aşmıştır’ / 28.09.2024
- Suriyelilerin gitmesini bir de Bilal Erdoğan istemiyor / 27.09.2024
- BTP neden gizlendi, gizleniyor? / 26.09.2024
- Bağımsız Türkiye Partisi neden kuruldu? / 25.09.2024
- İyi bir ekonomist olmadan önce iyi bir insan olmak / 23.09.2024