SIRTIMIZDAN HANÇERLENDİK!Mekke Şerifi Hüseyin, 1915 Temmuz'unda Hıristiyan İngilizlerle işbirliği yapar; tarihte "Mc.Mahon Antlaşması" olarakbilinen bir "gizli anlaşma"nın ardından Osmanlı, "Büyük Arabistan İmparatorluğu" hesabına sırtından hançerlenir
Arapların Osmanlı Devleti'ne isyanlarının asıl sebebi başlangıçta bağımsızlık talebi değildi. Zira, Araplar, Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nda özellikle de I. Dünya Savaşı boyunca Çanakkale'den itibaren her cephede Osmanlı ordusunda omuz omuza savaşmışlardı. Hatta İstiklal Savaşı'nda, Mehmetçikle yan yana Yunanlılara karşı boğuşarak şehit düsen Araplar vardır. I. Dünya Savaşı'nda hiçbir Arap beldesinde; ne Irak, ne Suriye, ne Lübnan, ne Yemen, ne de Filistin'de Osmanlı'ya isyan eden tek bir Arap görülmemiştir. İsyanın ele başı "Mîr-i Mirân" yani, Beylerbeyi rütbesindeki Mekke Emiri Şerif Hüseyin'di.
Şerifi Hüseyin ile İngiliz Yüksek Komiseri Mc.Mahon arasındaki gizli antlaşma
Şerif ailesinin fertleri olan Hüseyin, Haydar ve Cafer Paşalar, İstanbul'da ikamet ederler, Şûrâ-yı Devlet azalığı yaparlar, paşa maaşı alırlardı... Şerif Hüseyin, Hicaz'da İngiliz hesabına yönelik olarak, bütün Arapları bir bayrak altında toplayarak, en büyük Arap kralı, hatta imparatoru olacağına inandırılmıştı..! İngilizler onun ihtirasından yararlanarak, Osmanlı'ya karşı ayaklandığı takdirde kendisine para, silah, cephane, erzak... ne lazımsa sağlayacaklarını, yardım edeceklerini ve belirli sınırlar içinde bağımsız bir Arap devleti kuracaklarını vaad etmişlerdi.Sonradan açıklanan belgelere göre Şerif Hüseyin, 1915 Temmuz'unda İngilizlerle doğrudan temasa geçmiş ve işbirliği yapmak karşılığında kuzeyde Mersin ve Adana'yı içine alarak İran sınırına, doğuda Basra Körfezi'ne, güneyde Hint Okyanusu kıyılarına ve batıda Kızıldeniz ve Akdeniz'e kadar uzayacak bir coğrafyada "Büyük Arabistan İmparatorluğu" hevesine yönelik olarak İngilizlerle anlaşmıştı. Tarihte "Mc.Mahon Antlaşması" olarak bilinir. "Mekke Şerifi Hüseyin" ile Mısır'daki "İngiliz Yüksek Komiseri Mc.Mahon" arasındaki bu antlaşma, "gizli" olarak imzalanmıştır. Pazarlık, 1916 yılı ortalarına kadar sürmüş ve bu esnada Osmanlı Devleti'ni oyalayan Şerif Hüseyin, İngilizlerle işbirliği yaparak birkaç küçük çarpışmadan sonra 27 Haziran 1916'da yayınladığı bir bildiriyle isyan bayrağını açmıştı. Şerif Hüseyin'in askerleri para gücüyle toplanmış bir tür lejyoner bedeviler, urbanlardı. Bunlar, Hicaz çöllerinde göçebe hayati yasayan ve talanla geçinen son derece cahil, dünyadan habersiz kimselerdi.
Osmanlı, Filistin Cephesi'ni Hicaz isyanı yüzünden kaybetti
İsyan, Osmanlı ordularının sevk ve idaresi üzerinde çok olumsuz bir etki yapmıştır. İngilizler de zaten bunu hedeflemekteydiler. İsyanın sonuçları da aynı şekilde olumsuz olmuştur, nasıl Balkan Harbi, "Yemen isyanı" yüzünden kaybedilmişse, Suriye'nin elden çıkmasına sebep olan Filistin Harbi de, "Hicaz isyanı" yüzünden kaybedilmiştir.İsyan başladığı sırada Medine'nin muhafızı Fahrettin Paşa idi. İngilizlerle anlaşan Mekke Şerifi Hüseyin'in isyana hazırlandığı haberinin alınması üzerine, Fahrettin Paşa 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa tarafından Medine'ye gönderilmişti (28 Mayıs 1916). Fahrettin Paşa 31 Mayıs'ta Medine'ye ulaştı ve Şerif Hüseyin'in birkaç gün içinde isyan edeceğini Cemal Paşa'ya bildirdi. Şerif Hüseyin ve dört oğlu Zaid, Faysal, Abdul-lah ve Ali 3 Haziran'da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip ederek isyanı başlattılar. 5-6 Haziran gecesi Medine karakollarına saldırdılarsa da, Fahrettin Paşa'nın aldığı tedbirler sayesinde geri püskürtüldüler.
Önce Cidde... Sonra Mekke... Ardından Taif elimizden çıkar
Fahrettin Paşa hemen karşı harekâta başlayarak, belli mevkilerdeki asileri yenilgiye uğrattı. Arkasından yeni birliklerle takviye edilen Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi Kumandanlığı'na tayin edildi. Asiler, Mekke Valisi "Galib Paşa"nın tedbirsizliği yüzünden 9 Haziran'da genel saldırıya geçerek 16 Haziran'da Cidde'ye, 7 Temmuz'da Mekke'ye ve 22 Eylül'de de Taif'e girdiler. Fahrettin Paşa'nın savunduğu Medine dışındaki hemen bütün büyük merkezler asilerin eline geçmişti. Bu sırada "Kanal Harekâtı" bütün şiddetiyle devam ettiğinden, Hicaz'a asker gönderilemiyordu.
Savunma, 2 yıl 7 ay sürdü
Fahrettin Paşa, elinde bulunan son derece kısıtlı imkanlarla Medine'yi iki yıl yedi ay boyunca müdafaa etti. Önce Medine ve çevresinde bir güvenlik Hattı oluşturmak için Asar Boğazı, Bi'r-i Derviş, Bi'r-i Abbas ve Bi'r-i Reha mevkilerini asilerden temizledi. 29 Ağustos 1916'da Medine çevresinde 100 kilometrelik bir emniyet şeridi meydana getirilmiş oldu.Fahrettin Paşa Medine'yi savunabilmek için İstanbul'dan devamlı takviye kuvveti istiyor, Osmanlı hükümeti ise onun isteklerine cevap verebilecek durumda olmadığını bildiriyordu.
Kutsal emanetler 2000 askerle İstanbul'a naklediliyor
Osmanlı hükümetinin Hicaz'ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine, Fahrettin Paşa yağma ihtimaline karşı Medine'de Hz. Peygamber s.a.v.'in mübarek merkadinde bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul'a nakledilmesini teklif etti. Sorumluluk kendisinde olmak şartıyla, teklifi hükümet tarafından kabul edildi. Fahrettin Paşa bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdiği otuz parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi.Yarın: Türk askeri çekirge yiyerek Medine'yi savunduAjan Humpher'in korkunç itirafları1710 yılında İngiliz Sömürgeler Bakanlığı'nın emri ile "Mısır", "Irak", "İran", "Hicaz" ve "İstanbul"a ajan olarak gönderilen Humpher, hatıralarını bir kitapta derlemiştir. İngilizlerin kısaca "böl, yok et" şeklindeki düşüncelerini ihtiva eden bu kitaptan bazı maddeleri özetle ibret nazarlarınıza sunalım:Sünni ve Şii Müslümanlar arasında fitne çıkarmalı, mezhebî ihtilafları körüklemeli, müslümanların cehalet ve bilgisizliği sağlanmalı, her türlü eğitim ve öğretim merkezlerinin kurulması önlenmeli, tembelliği teşvik etmeli, çalışkanlığa mâni olmalıyız.Seyahat özgürlüğü ortadan kaldırılmalı, şehir merkezlerinde ve köylerde fitne arttırılmalı, kötüler ve kötülükler korunmalı, suçluların, fitnecilerin, silahlı soyguncuların cezalandırılmaları önlenmeli, yol kesiciliğe, çapulculuğa teşvik edilmeli ve bütün bunları yapan adamlara silah ve para dağıtılmalı. Müslümanların ırkçı ve milliyetçi duyguları kamçılanmalı.İçki, kumar, fesat, domuz eti kullanmayı ve fuhşu yaymalı Müslümanları, İslam ahkâmını ayaklar altına alma, Allah'ın emrettiklerine ve nehyettiklerine uymama noktasında teşvik etmelidirler. Din âlimleri ile halk arasındaki karşılıklı saygı ve dostâne ilişkiler bozulmalıdır. Din âlimlerine iftira edilmeli, din âlimleri arasına, Sömürgeler Bakanlığı memurlarını din âlimi kisvesi altında yerleştirmelidir. Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlerin takipçilerinin de Müslüman olduğu biçiminde fitneler uydurmalı, kilise yapılması için zemin oluşturmalıdır. "Yahudileri Arap yarımadasından çıkarınız" veya "Arap yarımadasına iki ayrı din sığmaz" gibi hadislerin doğruluğu üzerinde şüphe uyandırmalıyız. Müslümanları ibadetlerinden alıkoymak ve şüphe uyandırmak gerekir. Haccı anlamsız göstererek, Müslümanları Mekke yolculuğundan alıkoymalı, İmamlar ve din büyüklerine türbeler yapımı, yeni cami ve medrese inşâsı her ne şekilde olursa olsun önlenmeli, mübarek ve mukaddes mekanların ziyaret edilmesi engellenmelidir.Ailelere nüfuz edilerek aile içi ilişkiler sömürü kültürünün etkisinde bozulmaya çalışılmalıdır. Müslüman kadınların tesettürden vazgeçmeleri için olağanüstü bir çaba sarf etmeliyiz. Ajanlarımız gençleri gayri meşru ilişkilere teşvik etmeli ve bu şekilde İslam toplumlarında fesadı yaymalıdırlar.Peygamber soyundan gelen ailelere gösterilen saygı ve bağlılık ortadan kaldırılmalıdır. Bunu yapabilmek için bazı ajanları siyah veya yeşil sarık ile giyindirerek Peygamber soyundandır diye tanıtmalıyız. İmam Hüseyin'e mâtem tutulan merkezler veya medreseler harabeye çevrilmelidir. Müslümanların zihinlerine, özgürce düşünme fikrini, niçin ve nedenleri yerleştirmeliyiz. İslam'ın bir kabile dini olduğu vurgulanmalı, Müslümanların elinde bulunan Kur'an'ın gerçek Kur'an olup olmadığı yolunda şüpheler uyandırılmalıdır. Özellikle Yahudi ve Hıristiyanların aleyhine olan ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyan ayetler Müslümanların inancından silinmelidir. Diğer önemli bir konu da hadis ve rivayetler hususunda şüphe uyandırmaktır... (Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yay., s.102-120).
Arapların Osmanlı Devleti'ne isyanlarının asıl sebebi başlangıçta bağımsızlık talebi değildi. Zira, Araplar, Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nda özellikle de I. Dünya Savaşı boyunca Çanakkale'den itibaren her cephede Osmanlı ordusunda omuz omuza savaşmışlardı. Hatta İstiklal Savaşı'nda, Mehmetçikle yan yana Yunanlılara karşı boğuşarak şehit düsen Araplar vardır. I. Dünya Savaşı'nda hiçbir Arap beldesinde; ne Irak, ne Suriye, ne Lübnan, ne Yemen, ne de Filistin'de Osmanlı'ya isyan eden tek bir Arap görülmemiştir. İsyanın ele başı "Mîr-i Mirân" yani, Beylerbeyi rütbesindeki Mekke Emiri Şerif Hüseyin'di.
Şerifi Hüseyin ile İngiliz Yüksek Komiseri Mc.Mahon arasındaki gizli antlaşma
Şerif ailesinin fertleri olan Hüseyin, Haydar ve Cafer Paşalar, İstanbul'da ikamet ederler, Şûrâ-yı Devlet azalığı yaparlar, paşa maaşı alırlardı... Şerif Hüseyin, Hicaz'da İngiliz hesabına yönelik olarak, bütün Arapları bir bayrak altında toplayarak, en büyük Arap kralı, hatta imparatoru olacağına inandırılmıştı..! İngilizler onun ihtirasından yararlanarak, Osmanlı'ya karşı ayaklandığı takdirde kendisine para, silah, cephane, erzak... ne lazımsa sağlayacaklarını, yardım edeceklerini ve belirli sınırlar içinde bağımsız bir Arap devleti kuracaklarını vaad etmişlerdi.Sonradan açıklanan belgelere göre Şerif Hüseyin, 1915 Temmuz'unda İngilizlerle doğrudan temasa geçmiş ve işbirliği yapmak karşılığında kuzeyde Mersin ve Adana'yı içine alarak İran sınırına, doğuda Basra Körfezi'ne, güneyde Hint Okyanusu kıyılarına ve batıda Kızıldeniz ve Akdeniz'e kadar uzayacak bir coğrafyada "Büyük Arabistan İmparatorluğu" hevesine yönelik olarak İngilizlerle anlaşmıştı. Tarihte "Mc.Mahon Antlaşması" olarak bilinir. "Mekke Şerifi Hüseyin" ile Mısır'daki "İngiliz Yüksek Komiseri Mc.Mahon" arasındaki bu antlaşma, "gizli" olarak imzalanmıştır. Pazarlık, 1916 yılı ortalarına kadar sürmüş ve bu esnada Osmanlı Devleti'ni oyalayan Şerif Hüseyin, İngilizlerle işbirliği yaparak birkaç küçük çarpışmadan sonra 27 Haziran 1916'da yayınladığı bir bildiriyle isyan bayrağını açmıştı. Şerif Hüseyin'in askerleri para gücüyle toplanmış bir tür lejyoner bedeviler, urbanlardı. Bunlar, Hicaz çöllerinde göçebe hayati yasayan ve talanla geçinen son derece cahil, dünyadan habersiz kimselerdi.
Osmanlı, Filistin Cephesi'ni Hicaz isyanı yüzünden kaybetti
İsyan, Osmanlı ordularının sevk ve idaresi üzerinde çok olumsuz bir etki yapmıştır. İngilizler de zaten bunu hedeflemekteydiler. İsyanın sonuçları da aynı şekilde olumsuz olmuştur, nasıl Balkan Harbi, "Yemen isyanı" yüzünden kaybedilmişse, Suriye'nin elden çıkmasına sebep olan Filistin Harbi de, "Hicaz isyanı" yüzünden kaybedilmiştir.İsyan başladığı sırada Medine'nin muhafızı Fahrettin Paşa idi. İngilizlerle anlaşan Mekke Şerifi Hüseyin'in isyana hazırlandığı haberinin alınması üzerine, Fahrettin Paşa 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa tarafından Medine'ye gönderilmişti (28 Mayıs 1916). Fahrettin Paşa 31 Mayıs'ta Medine'ye ulaştı ve Şerif Hüseyin'in birkaç gün içinde isyan edeceğini Cemal Paşa'ya bildirdi. Şerif Hüseyin ve dört oğlu Zaid, Faysal, Abdul-lah ve Ali 3 Haziran'da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip ederek isyanı başlattılar. 5-6 Haziran gecesi Medine karakollarına saldırdılarsa da, Fahrettin Paşa'nın aldığı tedbirler sayesinde geri püskürtüldüler.
Önce Cidde... Sonra Mekke... Ardından Taif elimizden çıkar
Fahrettin Paşa hemen karşı harekâta başlayarak, belli mevkilerdeki asileri yenilgiye uğrattı. Arkasından yeni birliklerle takviye edilen Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi Kumandanlığı'na tayin edildi. Asiler, Mekke Valisi "Galib Paşa"nın tedbirsizliği yüzünden 9 Haziran'da genel saldırıya geçerek 16 Haziran'da Cidde'ye, 7 Temmuz'da Mekke'ye ve 22 Eylül'de de Taif'e girdiler. Fahrettin Paşa'nın savunduğu Medine dışındaki hemen bütün büyük merkezler asilerin eline geçmişti. Bu sırada "Kanal Harekâtı" bütün şiddetiyle devam ettiğinden, Hicaz'a asker gönderilemiyordu.
Savunma, 2 yıl 7 ay sürdü
Fahrettin Paşa, elinde bulunan son derece kısıtlı imkanlarla Medine'yi iki yıl yedi ay boyunca müdafaa etti. Önce Medine ve çevresinde bir güvenlik Hattı oluşturmak için Asar Boğazı, Bi'r-i Derviş, Bi'r-i Abbas ve Bi'r-i Reha mevkilerini asilerden temizledi. 29 Ağustos 1916'da Medine çevresinde 100 kilometrelik bir emniyet şeridi meydana getirilmiş oldu.Fahrettin Paşa Medine'yi savunabilmek için İstanbul'dan devamlı takviye kuvveti istiyor, Osmanlı hükümeti ise onun isteklerine cevap verebilecek durumda olmadığını bildiriyordu.
Kutsal emanetler 2000 askerle İstanbul'a naklediliyor
Osmanlı hükümetinin Hicaz'ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine, Fahrettin Paşa yağma ihtimaline karşı Medine'de Hz. Peygamber s.a.v.'in mübarek merkadinde bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul'a nakledilmesini teklif etti. Sorumluluk kendisinde olmak şartıyla, teklifi hükümet tarafından kabul edildi. Fahrettin Paşa bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdiği otuz parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi.Yarın: Türk askeri çekirge yiyerek Medine'yi savunduAjan Humpher'in korkunç itirafları1710 yılında İngiliz Sömürgeler Bakanlığı'nın emri ile "Mısır", "Irak", "İran", "Hicaz" ve "İstanbul"a ajan olarak gönderilen Humpher, hatıralarını bir kitapta derlemiştir. İngilizlerin kısaca "böl, yok et" şeklindeki düşüncelerini ihtiva eden bu kitaptan bazı maddeleri özetle ibret nazarlarınıza sunalım:Sünni ve Şii Müslümanlar arasında fitne çıkarmalı, mezhebî ihtilafları körüklemeli, müslümanların cehalet ve bilgisizliği sağlanmalı, her türlü eğitim ve öğretim merkezlerinin kurulması önlenmeli, tembelliği teşvik etmeli, çalışkanlığa mâni olmalıyız.Seyahat özgürlüğü ortadan kaldırılmalı, şehir merkezlerinde ve köylerde fitne arttırılmalı, kötüler ve kötülükler korunmalı, suçluların, fitnecilerin, silahlı soyguncuların cezalandırılmaları önlenmeli, yol kesiciliğe, çapulculuğa teşvik edilmeli ve bütün bunları yapan adamlara silah ve para dağıtılmalı. Müslümanların ırkçı ve milliyetçi duyguları kamçılanmalı.İçki, kumar, fesat, domuz eti kullanmayı ve fuhşu yaymalı Müslümanları, İslam ahkâmını ayaklar altına alma, Allah'ın emrettiklerine ve nehyettiklerine uymama noktasında teşvik etmelidirler. Din âlimleri ile halk arasındaki karşılıklı saygı ve dostâne ilişkiler bozulmalıdır. Din âlimlerine iftira edilmeli, din âlimleri arasına, Sömürgeler Bakanlığı memurlarını din âlimi kisvesi altında yerleştirmelidir. Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlerin takipçilerinin de Müslüman olduğu biçiminde fitneler uydurmalı, kilise yapılması için zemin oluşturmalıdır. "Yahudileri Arap yarımadasından çıkarınız" veya "Arap yarımadasına iki ayrı din sığmaz" gibi hadislerin doğruluğu üzerinde şüphe uyandırmalıyız. Müslümanları ibadetlerinden alıkoymak ve şüphe uyandırmak gerekir. Haccı anlamsız göstererek, Müslümanları Mekke yolculuğundan alıkoymalı, İmamlar ve din büyüklerine türbeler yapımı, yeni cami ve medrese inşâsı her ne şekilde olursa olsun önlenmeli, mübarek ve mukaddes mekanların ziyaret edilmesi engellenmelidir.Ailelere nüfuz edilerek aile içi ilişkiler sömürü kültürünün etkisinde bozulmaya çalışılmalıdır. Müslüman kadınların tesettürden vazgeçmeleri için olağanüstü bir çaba sarf etmeliyiz. Ajanlarımız gençleri gayri meşru ilişkilere teşvik etmeli ve bu şekilde İslam toplumlarında fesadı yaymalıdırlar.Peygamber soyundan gelen ailelere gösterilen saygı ve bağlılık ortadan kaldırılmalıdır. Bunu yapabilmek için bazı ajanları siyah veya yeşil sarık ile giyindirerek Peygamber soyundandır diye tanıtmalıyız. İmam Hüseyin'e mâtem tutulan merkezler veya medreseler harabeye çevrilmelidir. Müslümanların zihinlerine, özgürce düşünme fikrini, niçin ve nedenleri yerleştirmeliyiz. İslam'ın bir kabile dini olduğu vurgulanmalı, Müslümanların elinde bulunan Kur'an'ın gerçek Kur'an olup olmadığı yolunda şüpheler uyandırılmalıdır. Özellikle Yahudi ve Hıristiyanların aleyhine olan ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyan ayetler Müslümanların inancından silinmelidir. Diğer önemli bir konu da hadis ve rivayetler hususunda şüphe uyandırmaktır... (Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yay., s.102-120).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Oğuz Köroğlu / diğer yazıları
- Nereden geldiğini unutma ki Nereye gideceğini unutmayasın / 22.01.2012
- İmam Hüseyin'in şehadetine ağlamak / 06.12.2011
- "Ben Kerbelâ şehidiyim" / 05.12.2011
- İmam Hüseyin'in kıyamı ve şehadeti / 04.12.2011
- İmam Hüseyin'in kıyamı ve şehadeti / 02.12.2011
- Türk Milleti'ne açık mektup / 11.06.2011
- Milli Ekonomi Modeli mutlaka meclise girmeli / 10.06.2011
- Prof. Dr. Haydar Baş'ın projeleri iktidar olmalıdır / 09.06.2011
- Baba devlete giden yol: Milli Ekonomi Modeli / 08.06.2011
- Küresel oyunları bozacak tek lider: Prof. Dr. Haydar Baş / 04.06.2011
- İmam Hüseyin'in şehadetine ağlamak / 06.12.2011
- "Ben Kerbelâ şehidiyim" / 05.12.2011
- İmam Hüseyin'in kıyamı ve şehadeti / 04.12.2011
- İmam Hüseyin'in kıyamı ve şehadeti / 02.12.2011
- Türk Milleti'ne açık mektup / 11.06.2011
- Milli Ekonomi Modeli mutlaka meclise girmeli / 10.06.2011
- Prof. Dr. Haydar Baş'ın projeleri iktidar olmalıdır / 09.06.2011
- Baba devlete giden yol: Milli Ekonomi Modeli / 08.06.2011
- Küresel oyunları bozacak tek lider: Prof. Dr. Haydar Baş / 04.06.2011