Saldırma ve sömürme stratejisi

Güçlünün haklı, güçsüzün haksız sayıldığı, yani adaletsizliğin, zulmün, saldırı ve sömürünün egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Müslümanlar, dünya liderliğini kaybettiği günden itibaren dünyanın durumu budur.
Tek çare, Müslümanların yine dünya liderliğini ele almasıdır. Aksi halde, insanlık için terör, savaş, kan ve gözyaşı kaçınılmaz olacaktır. Bunu, ‘süper güç’ olarak nitelendirilen ABD’nin ‘Milli Güvenlik Stratejisi’nden anlamak mümkündür.
ABD, 2002 yılında bir strateji ilân etti. Bu strateji üç unsurdan oluşuyordu:
Önleyici müdahale: Buna göre ABD, herhangi bir yerde “terör tehdidi vardır” derse, oraya müdahale hakkına sahiptir.
Önceden müdahale: Bu kavram da, ABD’nin “haydut devlet” diye tanımladığı her devlete müdahaleyi içeriyor. Afganistan ve Irak’ın işgali, önleyici ve önceden müdahale gereği yapılmıştır.
Savunma: Bu başlığa göre de ABD, en üstün güç olmalıdır ve gücünü korumalıdır. ABD’nin tehlike olarak gördüğü veya görmediği bir devlet güçleniyorsa, ABD’nin ona saldırması, savunma çerçevesindedir. ABD’nin bu stratejisinin özeti şudur: “istediğime saldırırım, dilediğimi sömürürüm.” Bir başka deyişle, ABD’nin çıkarlarına hizmet etmeyen herkes, ABD’nin düşmanıdır. ABD Başkanı Bush, bu anlayışı şu sözlerle ifade etmişti: “Terörle savaşta ya bizim yanımızdasınız, ya da bize karşısınız.”
Böyle bir anlayışa, böyle bir stratejiye sahip bir devletle, ittifak ve işbirliği yapılabilir mi?
Maalesef Türkiye, bunu yapıyor, yaptığı için de milli menfaatlerini koruyamıyor.
Bazıları, “ABD, ‘Milli Güvenlik Stratejisi’ni zamanla yeniliyor, meselâ Başkan Obama döneminde yenilendi” diyebilir. Evet, stratejide yenileme yapılıyor, ama içerik aynen korunuyor. Daha doğrusu, yenilen ve değişen yöntemdir. Başkan Obama’nın yenilediği stratejiye göre, diplomasi ile sonuç alınmadığında savaşa başvurulacaktır. Bir de değiştirilen askeri gücün bölgelere yeniden taksimidir. Başkan Obama, 5 Ocak 2012’de Savunma Bakanı Leon Panetto ile birlikte Pentagon’da, “ABD’nin Küresel Liderliğini Sürdürmek: 21’inci Yüzyıl Savunma Öncelikleri” başlıklı stratejide Amerikan askeri gücünün Avrupa’dan, Asya-Pasifik bölgesine kaydırılacağı ifade edildi.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton de Kasım 2011 tarihli dış politika dergisi Foreing Policy’de “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı” başlıklı makalesinde, bu değişikliğe vurgu yapmıştı. ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey de, Asya-Pasifik’e odaklanılacağını işaret ederek şöyle dedi: “Eğilimlerin tümü, yani demografik, jeopolitik, ekonomik ve askeri eğilimler, Pasifik’e meylediyor. Bu yüzden gelecekteki stratejik meselemiz büyük ölçüde Pasifik bölgesinden kaynaklanacak”. Görüldüğü üzere ABD, şartlara göre stratejisinde ufak tefek değişiklikler yapıyor. Ama bunlar, hiçbir zaman esasa yönelik değişiklikler olmuyor, olmaz da.
ABD’nin esastan değişmesi için, kuruluş inancı olan ‘Aşikâr Alın Yazısı/Önlemez Kader Doktrini’nin değişmesi gerekir. Söz konusu doktrinin özeti şöyledir: “Amerikalılar, seçilmiş halktır, bütün ırklardan üstündür, Tanrı tarafından onlara diğer milletleri medenileştirme görevi verilmiştir.” Amerikalılar, bu inanca dayanarak dünyaya şekil vermeyi bir hak ve görev kabul ediyorlar.
Bu nasıl olacak? Ya diğer milletlerin isteğiyle, ya da zorla. ABD eski Başkanı Roosevelt,  bu anlayışı şu sözlerle dile getirdi: “Dünyanın Amerikanlaşması bizim kaderimizdir. Tatlı tatlı konuşun ve yanınızda büyük sopa taşıyın, istediğiniz kadar ileriye gidebilirsiniz.” Kuruluş doktrininin değişmemesi, saldırı ve sömürü stratejisinin farklı şekilde sürdürülmesi demektir.
ABD’nin değiştiğini veya değişeceğini söyleyen, ABD ajanı değilse, onun aklından şüphe etmek gerekir. O akla sahip olanları devlet yönetiminden uzaklaştırmak, devletin selâmeti açısından olmazsa olmazdır.