3 Kasımı geride bıraktık ve seçime 1 yıldan az bir zaman kaldı. Bu son dönemeç, Türkiye'nin geleceği açısından oldukça önemli.Etrafımızdaki ve içimizdeki tehdit çemberi her geçen gün daralırken, Türkiye'nin ve Türk milletinin vereceği karar, ülkemizi ortası olmayan bir sonuca doğru götürecek.Türk milleti ya bağımsızlığı, varlığının devamını, milli ve manevi sahip olduğu değerleri korumayı tercih edecek; ya da önceleri birilerinin boyunduruğu altında yaşamayı, sonra da tarih sahnesinden tamamen yok olup gitmeyi tercih edecek. Türk milleti bu manada tarihi bir yol ayrımında.Durum bu kadar kritik mi? Elbette. Hatta göründüğünden daha da fazla.Ülkemiz üzerinde menfur hesapları olan Batılılar, hiç bu kadar sonuca yakın olmamıştı.Şahsi çıkarlarını ülke ve millet menfaatlerine tercih eden Batı taşeronu siyasilerimiz sayesinde, Batılılar ülkemizin hayat damarlarını bir bir ele geçirmeyi başardılar.Nedir hayat damarları?Ekonomisidir, kendi parasıdır, madenleridir, devleti ayakta tutan, gelir getiren stratejik kurumlarıdır, topraklarıdır, gençliğidir, askeridir, milletidir?Ekonomide geldiğimiz noktayı hepiniz görüyorsunuz. Borcu borçla sürdürmeyi, ülkemiz üzerinde hesabı olanların tavsiyelerine uyarak ekonomiyi şekillendirmeyi bir meziyet zanneden taşeron siyasilerimiz sayesinde ekonomik anlamda bağımlı olan bir ülke haline geldik.Sanayicimiz üretemez, ürettiğini satamaz, insanı çalışamaz, çalışsa da çalıştığının karşılığını alamaz bir hale geldi. Para yok, huzur yok, işimiz gücümüz Batıya el avuç açmak oldu.Onlar da fırsat bu fırsat -zaten bunu bekliyorlardı- taviz üstüne taviz istediler.Ekonomik bağımlılık siyasi, hukuki, kültürel bağımlılığı da beraberinde getirdi.AB'yi milli ideal olarak gören, hatta "AB bizim aşkımızdır" diyerek durumu daha da abartan siyasilerimiz sayesinde bu noktaya geldik.Kendi paramızı devre dışı bıraktık, kaynağı bize ait olamayan yabancı parayı ülkemizde hakim kıldık.Adamlar kağıdı boyadılar kurumlarımızı satın aldılar. Bankalarımız, para piyasalarımız, iletişim ve haberleşme sistemimiz, hammadde kaynaklarımız? elimizden çıktı. Adamlar kağıdı boyadılar, madenlerimizi satın aldılar, hem de kelepir fiyata. 15 milyar dolarlık maden rezervi olan kurumları 50 milyon dolara satın aldılar. 3 katrilyon dolarlık madenlerimizin işletimini yabancılara bedavaya devrettik.Adamlar kağıdı boyadılar topraklarımızı satın aldılar. Şu an her ne kadar resmi rakamlara göre 283 milyon metre kare arazimiz yabancılar tarafından satın alındığı gözükse de, gerçekte bu rakam çok daha fazla, hatta akademisyenlerin ifadesiyle alınan rakam belli bile değil.Kayseri Erciyes Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ayşe Boztosun'un hazırladığı bir araştırma raporunda, Yabancıların bir Türk ortakla şirket kurarak, bu şirket üzerinden satın aldıkları toprakların sayısı ve alanı belli değil. Yani görünen ve bilinen rakam aysbergin üst kısmı, altta devasa bir alan kayıtdışı.Burada siyasilerimizin neyi, kimden ve neden gizlemeye çalıştığı da merak konusu.Şimdi de sıra gençliğimize, askerimize ve de milletimize geldi.AB projesiyle askerimizi devre dışı bırakmaya çalışırlarken, gençliğimizi ve milletimizi de dinlerarası diyalog gibi safsatalarla, misyonerlik faaliyetleriyle kültür ve inanç erozyonuna uğratarak, devletinden de kopararak, azınlıklara bölerek paramparça etme hedefi güdüyorlar.Böyle bir siyasetin neticesi sizce ne olur?Devleti ayakta tutan kurumları, toprakları, madenleri, tersaneleri, limanları yabancılara, üstelik dün Sevr'i önümüze koyanlara satılmış, ülkenin güvenliğini sağlamakla görevli güçlerinin etkisiz kılınmaya çalışıldığı, gençliğinin ve milletinin paramparça edilmek istendiği taşeron bir siyasi anlayışla sizce ülkenin ne kadar zamanı kaldı?İşte Türk milleti, bu yıkıma "devam" diyen mandacı zihniyeti ya da uzantılarını tekrar işbaşına getirirse, Türkiye'nin yeni bir seçim görme şansı olmayabilir.Peki, varlığımızın ve bağımsızlığımızın devamı için ne gerekiyor?Çözümü başkalarından beklemeyen, emeğimizin ve üretimimizin karşılığı kendi paramızı devreye koyarak ülkeyi bağımlılıktan tamamen kurtaran, milletine ve devletine hizmeti kendisine vazife edinmiş, aidiyet duygusuna sahip, devlet-millet, asker sivil birlikteliğini temin edecek ve bütün bunları başarmak için milli bir projeye sahip bir lidere ve kadrosuna ihtiyacımız var.Bütün bu özellikleri bir siyasi liderde görebiliyoruz; o da Milli Ekonomi Modeli gibi sadece Türkiye'yi değil, dünyayı kurtarabilecek bir ekonomik projeyi ortaya koyarak yerli yabancı yüzlerce bilimadamı tarafından Nobel'e aday gösterilen Prof. Dr. Haydar Baş'tır.Türkiye'miz, Sayın Baş'ın ifadesiyle, "kainat devleti" olabilecek, dünyaya adalet ve barışı sağlayabilme kapasitesine sahip tek ülkedir.Böyle bir güce sahip bir millet olarak, tarih sahnesinden yok olmamıza neden olacak mandacılığı ve sefaleti tercih edersek, böyle bir karara imza atarsak, vebalini ne dünyada ne de ahirette asla ödeyemeyiz.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Türkiye ekonomisi böyle gitmez! / 17.04.2024
- Sevgiliye vuslatın 4. yıl dönümü / 16.04.2024
- İngiliz gazetesinden Türk siyasetine ayar! / 09.04.2024
- ‘Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ / 06.04.2024
- Seçimde katmerli adaletsizlik / 05.04.2024
- BTP oylarını artırdı / 03.04.2024
- Sandıktan ‘çözüm’ değil, ‘tepki’ çıktı / 02.04.2024
- Bu yerel seçimlerde değişime kapı açılacak! / 30.03.2024
- “Oyları böleceğiz, vatanı böldürmeyeceğiz” / 29.03.2024
- “Oyları böleceğiz, vatanı böldürmeyeceğiz” / 27.03.2024
- Sevgiliye vuslatın 4. yıl dönümü / 16.04.2024
- İngiliz gazetesinden Türk siyasetine ayar! / 09.04.2024
- ‘Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ / 06.04.2024
- Seçimde katmerli adaletsizlik / 05.04.2024
- BTP oylarını artırdı / 03.04.2024
- Sandıktan ‘çözüm’ değil, ‘tepki’ çıktı / 02.04.2024
- Bu yerel seçimlerde değişime kapı açılacak! / 30.03.2024
- “Oyları böleceğiz, vatanı böldürmeyeceğiz” / 29.03.2024
- “Oyları böleceğiz, vatanı böldürmeyeceğiz” / 27.03.2024